Avignon Festivali'nde "The Master and Margarita"

Pinterest LinkedIn Tumblr +
[Yeşim Özsoy Gülan Avignon deneyimlerini aktarmaya devam ediyor. Yazarın ikinci izlediği oyun  Mikhail Bulgakov’un “The Master and Margarita” eserinin bir uyarlaması. Oyun hakkında kaleme aldığı yazıyı yazarın kendi blogundan alıntılıyoruz.] Simon McBurney’i ve Theater Complicite’yi Avignon Festivaline gitmeden araştırmaya girişmiştim. Doğal olarak Jan Fabre’den, Christoph Mathaler’den, Ostermeier’den sonra bu sene, festival direktörlerinin davetli sanatçı olarak seçtikleri ve programı da beraber oluşturdukları bu İngiliz sanatçıyı daha evvelden bilmeme rağmen açıkçası merak ediyordum.
Öncelikle bu davetli sanatçı geleneğinin Avignon Festivalinin dinamik yapısını oluşturan önemli bir durum olduğunu düşündüğümü söylemem lazım. Festivallerde, özellikle tiyatro festivallerinde her sene aynı yönetimin kalması festivalin giderek daha hantallaşmasına neden olabilir. Bu nedenle bienallerde küratörler nasıl değişiyorsa tiyatro festivallerinde de dinamizmi arttıracak bir yol bulmak şart. Bu nedenle Avignon Festivalinin de senelerdir aynı direktörler tarafından (Hortense Archambault ve Vincent Baudriller) yönetilmesine rağmen her sene değişen bir davetli sanatçısının olması çok değerli.

Festival broşürünün giriş yazısında festivalin direktörleri Hortense Archambault ve Vincent Baudriller, 66.sı yapılan festivali, kurucusu ve geliştiricisi Jean Vilar’a atfettiklerinden bahsediyorlar. Kendisi de bir yönetmen ve oyuncu olan Jean Vilar 1947de Avignon Festivalinin ilkini yönetmek üzere çağrıldıktan sonra tüm zamanını festival yönetimine vakfetmiş ve amacı da çağdaş bir festivalin yanı sıra ‘insanların’ tiyatrosu olabilecek yani popüler bir tiyatro dinamiği geliştirmek imiş. Festival bu sene onun ve yarattığı gelenek adına bir dizi etkinlik düzenliyor.

Festivalin davetli sanatçısı (associate artist) Simon McBurney ise tiyatro hayatına Ecole Jacques Lecoq ile başlamış ve burada edindiği eğitimden sonra İngiltere’ye dönüp kendi tiyatrosu Complicite’yi kurmuş. Aynı Jean Vilar gibi Simon McBurney de oyunculuktan gelen bir yönetmen. Halen aktif olarak da özellikle sinema televizyonda oyunculuk yapmakta.

Festival direktörleri giriş yazısında Complicite’den özgüyle bahsediyorlar; “Complicite ne coğrafi ne de sanatsal olarak hiçbir sınır tanımaz. Sanatçının her yaratımı mümkün olan tüm medyaların (genelde edebiyattan uyarlanan kelimeler, vücutlar, jestler, görüntüler ve müzik) bir araya gelebileceği bir durum yaratmaktadır. Complicite’de hep beraber ikonolastik ve etkileyici bir tiyatro yaratarak ortak bir dil bulmaktadırlar ki onlar tiyatronun kendisini, buluşlar ve adayışlar için her şeyin üstünde bir alan olarak görmektedirler.”

Festivalin davetli sanatçısı olarak Simon McBurney’e festivalin kanımca en ihtişamlı mekanını vermişler. Papanın Sarayı olarak adlandırılan devasa bir ihtişama sahip tarihi eseri oyunu seyrettikten sonra gezme fırsatım oldu. Festival, eskiden Papanın oturduğu ve senelerin izini taşıyan bu tarihi eserin Couer d’Honneur du Palais des Papes adı verilen mekanını bir açıkhava tiyatrosuna dönüştürmüş. 24 metre yüksekliğinden taş duvarlarla kaplı ve ortasında bir kalenin avlusu gibi büyük bir boş alan bulunan mekanda seyircinin oturumu için muazzam bir konstrüksiyon yapılmış ki kendi yerinize gitmek bile ayrı bir macera bu anlamda.

Oyun, Sovyetlerin önde gelen roman yazarlarından Mikhail Bulgakov’un Türkçe’ye ‘Usta ve Margarita’ olarak çevrilen eserinden bir uyarlama. ‘Usta ve Margarita’yı, Simon McBurney rejisiyle Complicite’den seyretmek tam anlamıyla önceki alıntıda festival direktörlerinin de bahsettiği gibi kelimelerin, edebiyatın, tiyatro dilinin, videonun, müzik, ışık ve vücutların bir araya geldiği bir şölene tanık olmak anlamına geliyor diyebilirim. Hayatımda çok etkilendiğim nadir tiyatro olaylarından biri olarak kendi kişisel tarihime yazdığım bir oyundu seyrettiğim. Mekanın seçimi, romanın işlediği inanç konusuyla o kadar örtüşüyor ve mekanın da ihtişamından öylesine faydalanılmıştı ki tartışmasız üst seviyede bir yaratıcılık örneğiyle karşı karşıyaydık. Tabii bunda Papanın Sarayının kalbi olarak değerlendireceğimiz mekanın büyüleyiciliğinin de etkisi var. Ama sonuç her zaman doğru orantılı olmuyor. Mesela aynı şekilde Sidi Larbi’nin son çalışması ‘PUZZLE’da da mekan etkileyici olmasına rağmen imkanlar ve yaratıcılık bu denli etkilemedi beni. İstanbul seyircisinin SUTRA adlı dans gösterisinden tanıyacağı Belçika ve Fas asıllı ünlü koreograf Sidi Larbi son çalışmasını şehrin  dışında bir taş ocağında dağların ihtişamının ortasında kurulmuş bir açıkhava sahnesinde sergiledi ama gecenin sonunda aklımda tek kalan dağların kendi ihtişamı, yıldızlar ve onun karşısında insanın güçsüzlüğü oldu. Hedeflenen etkilerden biri miydi? Hayır bence değildi. Bazen gerçek o denli kuvvetli gelir ki her şeyi siler süpürür demiştim kendi kendime çıkarken…

Tekrar The Master and Margarita’ya (Usta ve Margarita) dönersek; Bulgakov’un romanı 20. yüzyılın en etkileyici romanı olarak değerlendiriliyor. Oyun ve de roman 30lu yılların Moskovasında İsa’nın varlığını sorgulayan iki yazar arasındaki konuşmalara müdahil olan ve sonradan ‘şeytan’ olduğunu anladığımı bir üçüncü kişinin kehanetiyl başlıyor. Yazarlardan birinin öleceğini ve nasıl öleceğini diğerinin de akıl hastanesine tıkılacağını gördüğünü söyleyen karakterimizin tüm söyledikleri olduktan sonra akıl hastanesinde Ustayla tanışan ve hayatta kalan 2. yazarımız onun da İsa ve İsa’nın ölümüyle ilgili bir roman yazdığını, aşkı Margarita’dan bahsettiğine şahit olur. Lakin tüm bunlar aslında olaylar çağlar, zamanlar, mekanlar arasında gidip gelirken inanç konusu üzerine oturur.

3 saat süren oyunda bu farklı medyalar ve sahne alanları ışıkla, oyunculukla, görsellikle o kadar usta bir şekilde tekrar tekrar kurgulanıp yeniden yapılıp bozuluyordu ki tam bir ziyafet hissi yaratıyordu. Aynı şekilde karakterlerin farklı oyuncular tarafından oynanması, mesela İsa’yı oynayan karakterin oyunun sonunda şeytan olarak devam etmesi gibi kavramsal detaylar dışında sahnenin arkasında yer alan 110 metrekare büyüklüğünde taştan pencereli duvarda yer alan video mapping kimi zaman taşların üstümüze yıkılması, kuşların havalanması, Moskova’ya kuş bakışı inmek gibi görsel detayları inanılmaz bir görkemle yaratıyordu. Öyle ki Guardian Stage‘de oyundan bahsederken imax deneyimi yaşattığından söz ediyor.

Tüm bunlar bir yana oyunun son sahnesinde oyun boyunca karşımızda duran 24 metre yüksekliğindeki taşların üstümüze yıkılma hissini yaratan video çalışması inanç sistemimizi tamamen üstümüze çökertmesiyle akıllara kazınıyor. Ayrıca oyuncuların 3 saatlik maratonda roller arasında ve sahneler arasında Lecoq tekniklerini andıran ensemble çalışmalar ve oyunculuk ustalıklarıyla her şeyin tam odağında nefis bir his yaratmaları da ayrı bir mesele. Ustayı oynayan Paul Rhys’ın oyunculuk konusundaki titizliği wikipedia konularına bile taşmış ve aynı titizlik usta rolünü ve sonunda sürpriz bir şekilde anladığımız şeytan rolünü de mükemmel şekilde oynamasından belli. Rol değişimleri sadece bu oyuncu birkaç rol oynar mantığı üzerine kurulmamış her birinin ayrı bir anlamı ve değeri var.

Ayrıca romanda var olan yazar ve hikaye kurgusu mükemmel bir şekilde tekrar kurgulanarak 3. bir sarmal yaratılmış. Yani sonuçta aynı hikayeden bahseden 2 yazar ve bu hikayelerden bahseden romanın yazarı Bulgakov var ki tüm bunlar bir dördüncü katman olarak yönetmenin anlatımıyla sahne diline dönüşüyor ve bunları yaparken de hikaye anlatıyorum hissiyatını sürekli canlı ve ayakta tutan bir üslupla her şey tam 12den isabet buluyor.

Oyundan çıkınca tiyatronun uzanabileceği alanları düşündüm. Sınırları olmayan bir tiyatro deneyimi yaşamanın mümkün olduğunu hissettirdi bu oyun bana ama bir yandan da bir o kadar da teatral bir tat bıraktı damağımda. Tabii imkanları kıskanmadan, düşünmeden edemedim. Doğru ama tüm bu düşüncelerin ötesinde bir deneyimdi. Sadece bu oyun için bile gelmeye değermiş Avignon’a…

Son olarak Complicite’nin bir tanıtım videosuyla ve tiyatronun sınır tanımayan hallerini hayal etmek üzere sizi yalnız bırakıyorum…

Yazarın festival hakkındaki yazılarına yesimozsoygulan.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.