İlyas Salman: "Kabuğuma Çekilmedim!"

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ünlü oyuncu İlyas Salman’ın 30 Ağustos tarihinde sabah gazetesinde yayınlanan röportajını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]
Usta aktör İlyas Salman, sinemaya uzun bir ara verse de sanattan uzak kalmadığını söylüyor: “Kendimi alkole verdiğim şeklindeki algı çok yanlış. Kabuğuma çekilmedim. Üç kitap yazdım, tiyatro yaptım. Yani sanattan uzaklaşmadım.”

‘Lal Gece’ filmiyle 25 yıl aradan sonra ilk kez sinema izleyicisiyle buluşan İlyas Salman, küçük yaşta zorla evlendirilen kız çocuklarının öykülerini konu edinen son filmini anlattı. Reis Çelik’in yönettiği filmde; 12 yaşındaki bir kızla evlenen, 60 yaşındaki bir erkeği canlandıran Salman, “Çocuk gelinler, sadece Doğu’nun değil; Türkiye’nin hatta dünyanın sorunu” dedi.

Projeye nasıl dahil oldunuz?

Reis Çelik ile birkaç yıldır tanışıyoruz. Onunla hem dost olarak, hem de dünya görüşü olarak akrabalığımız var. Ben disiplinli bir adam değilim; ipe sapa gelmez bir adamımdır. Benimle sete girdikten sonra çalışmak kolaydır, fakat işi kabul ettirene kadar zordur. Bana bir projeyle geldi. Okudum ve çok ilgimi çekti. Film, küçük yaşta zorla evlendirilen kız çocuklarının öyküsünü anlatıyor. Bu öyküyü okumadan önce bir yanılgı içindeydim. Bu sorunun sadece Doğu’da, Güneydoğu’da yaşanan bir köy sorunu olduğunu sanıyordum. Birkaç ay araştırma yaptım. Anadolu’nun çeşitli şehirlerine giderek, İstanbul’daki duruma bakarak konuyu inceledim. Gördüm ki; bu sorun sadece Doğu’ya, Güneydoğu’ya özgü bir sorun değil. Türkiye’nin neredeyse tüm bölgelerinde kız çocuklarının pazarları var. Bu dünyanın da sorunu. “Biz bu yaranın üzerine parmak basmalıyız” diye düşündüm.

Mekan olarak neden Kars’ı seçtiniz?

Orayı sadece mekan olarak sevdiğimiz için seçtik. Bu sorun İstanbul’da da çekilirdi. Çünkü bu sadece orada yaşanan, yerel bir sorun değil. Çıldır Gölü’nü, Aşık Şenlik Köyü’nü kullandık. Oraların havası bizi etkiledi. Filmde bir ağız kullanmadık, aksine herkesin anlayabileceği ortalama bir Türkçe kullandık.

Filmde nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

60 yaşındaki bir adam, hayatının 30 yılını hapishanelerde geçirmiş. Önce annesini vurmuş ve 20 sene yatmış, sonra başka suçlar işlemiş. Amcası ona 12 yaşındaki bir kızı satın alıyor. 60 yaşındaki bir adamla, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun arasındaki vicdan muhasebesi ile bir insanlık sorunu anlatılıyor. Ama daha çok kızın dramı işleniyor. Dedesi yaşında bir adamla aynı yatağa girecek, fakat bu gerçekleşmiyor. Çünkü bu adam, Yunus Emre’nin dediği gibi biraz ‘hamdım, piştim, oldum’ bir adam. Biz bu suçu bir erkek sorunsalı haline getirmek yerine, insanlık sorunu olarak işlemeye çalıştık. Pazara düşen kızlarımızın dramatik hikayesini anlatmaya çalışıyoruz filmde. Zorla yan yana getirilmiş insanların acı birlikteliği aslında…

Bu rolü oynadığınızda ne hissettiniz?

Bir tarafım erkekti, bir tarafım dedeydi, bir tarafım babaydı. Bir yanım, 30 yılını hapishanede geçirmiş bir insanın cinsel açlığını taşıyorken, öbür yanım torunuyla yan yana yatmanın azabını çekiyordu. Bunları düşünerek oynadım. Yönetmenimin bana çok yardımı oldu. Sinema hayatım boyunca, hep sinemanın bir yönetmen sanatı olduğunu düşünürüm. Bir yönetmen oyuncuyu oduncu, oduncuyu da oyuncu yapabilir. Ama elbette ki oyuncunun yeteneği de olmalı. Hep şunu söylerim; oyunculuğun çeyreği eğitimdir, çeyreği yetenektir, yarısı da yaşamdır.

Sinemaya neden uzun bir ara verdiniz?

Birçok kişi, ‘İlyas Salman çok içiyor, kendini alkole verdi’ gibi bir algıya kapıldı. Bu algı çok yanlış. 1987’de ‘Sarı Mercedes’e başladım ve film 1991’de bitti. O yıl devleti, orduyu, polisi, yani devletin tüm güçlerini sertin de ötesinde eleştirdim. O dönem bana karşı gizli bir atağa kalkma durumu oldu. Ama ben kendi kabuğuma çekilmedim; tiyatro yaptım, üç kitap yazdım. Yani sanattan uzaklaşmadım.

Türk Sineması’nın geldiği nokta hakkında ne düşünüyorsunuz?

En azından nicel anlamda memnunum. Çünkü Türk insanı, 1985’den 1995’e kadar Türk filmine küsmüştü. Terminatör’leri, İlkkan’ları izlediler. Sonra insanımız kendi aynasından, kendisine bakmaya başladı. Teknolojik gelişmeler, kültürel paylaşımlar ve globalleşme sadece sermayenin tekelleşmesi anlamına gelmiyor. İnsanımız “Biraz da kendimize bakalım” dedi. Doğu’yla Batı arasındaki mesafe azaldı. İstanbul’un yarısından fazlası Doğu insanı oldu. Burada eleştirilecek bir tek taraf varsa o da; kellesini köyde bırakıp, kalıbını kente getirenlerdir. Ben de köyde doğdum ama köyde sokağa tükürmediğim gibi, kentte de sokağa tükürmüyorum. Çünkü köyde doğmakla köylü olunmadığı gibi, kentte doğmakla da kentli olunmuyor.

“Oryantalist Çok Sığ Bir Yaklaşım'”

Maalesef Antalya Film Festivali’ne katılamıyoruz. Onlar başka bir festivalde ödül almış bir filmi kabul etmiyor. Bunu doğru bulmuyorum. Bir filmin 10 ödül alması, o filmi yapanların jüriyi satın alması anlamına gelmez. Güzel bir şey yapmışsam Antalya’daki jüri de, izleyici de görsün. Murathan Mungan’ın film hakkında bir eleştirisini duydum ve üzüldüm. “Çok oryantalist bir yaklaşım” demiş. Halbuki oryantalizmle zerre kadar ilgisi yok. Bu sadece bir bölgeyi anlatan bir sorun değil ki! Kendisi aydın bir insandır ve Mardinli’dir. Bu sorunların Doğu’da yaşanması ya da öyle algılanmasının, onu içten içe yaraladığını ve bu eleştirileri bu nedenle getirdiğini düşünüyorum. Kalkıp da böyle bir film için ‘oryantalist’ demek bana sığ geldi. Bakmadan görmek ya da görmeden bakmak gibi… Halbuki ikisini birden yapmak gerekiyor.

Çiçek Abbas’tan Hababam Güle Güle’ye kadar her filmim, Türkiye insanının yaşadığı acıklı, güldürücü ve düşündürücü şeyleri anlatıyordu. Yaşam sadece gülmek ya da ağlamak değildir; karmaşık duyguların örgütlenmesinden oluşur. Kara mizahı her zaman sevmişimdir ve o filmleri birer kara mizah olarak görüyorum. Bir ‘Recep İvedik’ gibi görmüyorum. Aktörlük eğitimi görmüş biri olarak ve bunca zamandır bu hayatta birçok şeye şahit olduğum için, her türlü rolü oynayabilirim. Ama bir şeyi yapmam; Hitler’i öven bir filmde Hitler’i oynayıp milyon dolarlar kazanacağıma, Hitler faşizmini eleştiren bir filmde işkence yapan bir SS subayını oynarım!

Yeni neslin toplumsal sorunlara göründüğü kadar duyarlı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü fiyatı olan insan arttıkça, özü sözü olan insan azalıyor ve artık her şey fiyatla ölçülüyor. Gençlik, ekonomik koşullarına, giydiği elbiseye, bindiği arabaya bakarak dünyanın gerçeklerini öteleyebiliyor. Bunu ortadan kaldırmalıyız. Yaşamı sırtımızda taşıyacak kadar sevmeliyiz.

Bugün Mehmet Aslantuğ ya da Memet Ali Alabora gibi oyuncuları, günümüz komedyenlerinin bulunduğu kategoriye sokmam. Çünkü komedyenlerin çoğunun içi boş. ‘Danalar koşarken neden kuyruklarını kaldırırlar?’ sorusuna yanıt arayan bilgisayar çocukları olarak görüyorum onları. Türkiye’deki insanlar şu çocuklarımızın sancısına, ‘Recep İvedik’e gösterdikleri ilgiyi gösterseler, daha pozitif olmayı deneyeceğim.”

Ödülleri Hak Ettik

“Lal Gece, Berlin Film Festivali’nde Kristal Ayı ödülü aldı. Sanatın ve sanatçının yaşama bakışındaki samimiyet, halkın soruna kendini daha yakın hissetmesini sağlıyor. Soruna içtenlikle yaklaşıyorsan ve onu kendi sorunun gibi hissediyorsan, filmi o samimiyet içinde çekersin. Bu samimiyet bu ilgiyi doğurdu. Bunların hak edilmiş ödüller olduğunu düşünüyorum.”

Sabah

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.