Açıksözlü: Sömürgeyi Görmeyen Tiyatro Yapamaz!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ali Barış Kurt’un Laz Marks oyunu ile tanınan aynı zamanda Canşenliği Oyuncuları’nın da kurucularından olan Haldun Açıksözlü ile gerçekleştirdiği ve Fıratnews’de yayınlanan söyleşisini okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Haldun Açıksözlü ya da daha çok kişinin tanıdığı adıyla ‘Laz Marks.’ Kendisi, Canşenliği Oyuncuları kurucularından. Tanınırlığını artıran ise politik stand-up’ı “Laz Marks” oldu. Son üç yılda 200’ü aşkın kez sahlelenmekle kalmadı; pek çok dava açılmasının da sebebi oldu. Hatta oyununda Türk Başbakan Erdoğan”la ilgili bir fıkra anlatmasının akabinde, hapis istemiyle yargılandı. Açıksözlü, ‘Sümela´nın Şifresi’nde de, rol almıştı.

Oyuncu Haldun Açıksözlü ile Türk tiyatrosunu; dünü ve bugününü konuştuk…

Tiyatronun etki alanı ile mevcudiyeti hangi tarifinize uyuyor? Bu tarife göre Türk tiyatrosu ne durumda?

Tiyatronun ortaçağ, aydınlanma çağı hatta 20. yüzyıldaki gibi bir etki alanı yok. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte eğlence kültürü değişti. Sinema, televizyon ve giderek bilgisayarın egemen olduğu bir eğlence dünyası ile kültürü gelişti. Tiyatro bir eğlence aracı değil; günümüzde bu nedenle de etki alanı çok sınırlı.

Bence tiyatro değişimin sanatıdır. Onu, değişmeye ve değiştirmeye ihtiyacı olanın sanatı olarak görüyorum. Diğer sanatlardan en önemli farkı, budur. Doğası gereği statükocu değil devrimcidir, yenilikçi ve demokrasiden yanadır. Tiyatro agon (çatışma) üzerine kuruludur. Diyalektiktir özünde bu; tez (oyun) antitez (seyirci) ve sentez (oyunun sonunda varılan fikir) içerir. Böyle söyledim diye bütün tiyatro edimlerinden bunu beklemek mümkün değil. Buradan bakarsak aslında bugün ülkemizde yapılanın tiyatro olmadığını bile söyleyebiliriz ama bunu tarihçilere bırakalım. Roma döneminde de tiyatro adı altında pornografik gösteriler yapılıyordu. Şimdilerde ülkemizde yapılanın da bundan pek farklı olduğunu düşünmüyorum. RTÜK sansüründen dolayı yapamadıkları küfür ve erotik sahneleri, tiyatroya popüler yüzlerle aktarma işine tiyatro diyorlar ki bu zenginlerin eğlence dünyasında, bara gitmeden önce, sözüm ona entelektüel bir eylem oluyor. Böyle olunca da kendinden menkul bir tiyatro yapıla geliyor ve hayata, sokağa, tarihe düşen hiçbir şey kalmıyor.

‘TÜRKİYE’DE OYUNCU DEĞİL TAKLİTÇİLER VAR’

Şimdilerin az önceki yaptığınız eleştirisini de dikkate alarak; eskilere dönüldüğünde aklınıza neler geliyor?

Birinci cumhuriyetin aydınlanma döneminde Türk tiyatrosu altın çağını (1960–1980) yaşamış ve toplumsal dönüşümün içinde yer almıştır. Bir bakıma sosyal ve kültürel sorumluluğunu yerine getirmiştir. Ancak günümüzde çöken “birinci cumhuriyetin” altında kalmış ve geleceği göremez duruma gelmiştir. İlerici ve geliştirici tüm özelliklerini yitirmiştir. Toplumsal dönüşümle hiçbir bağları kalmamıştır. Sadece vereceğim bu örnek yeterlidir bunu kanıtlamaya; ülkemiz 12 Eylül döneminden daha ceberut ve faşizan bir dönem yaşıyor; cezaevleri aydın, gazeteci, öğrenci ve öğretim görevlisi kaynıyor ama bir tek tiyatrocu içerde değil! Hatta yargılanan tek tiyatrocu Laz Marks’dan dolayı benim. Bu, gerçekliği gözler önüne seriyor gibi. Tiyatronun kendisi için var olma dönemini yaşadığımızı hep birlikte görüyoruz. Bir şey kendine bu kadar dönerse kokar ve bozulur!

Türk tiyatrosu hâlâ eski tiyatrodan, yani cumhuriyet dönemi Türk Tiyatrosundan besleniyor, denilebilir mi? Mesela bugün için oyuncu yetişiyor ancak yazar yetişmiyor, sanki…

Sanat ya da tiyatro ne kadar toplumcu olursa olsun mutlak entelektüel bir yanı da taşımak zorunda. Brecht’in dediği; ‘biz bilim tiyatrosu yapmıyoruz ama bilimsel çağın tiyatrosunu yapıyoruz.’ Ülkemizde bilim, sanat, demokrasi ve adalet nasılsa, tiyatro da öyledir. Yani köhnemiş, eskimiş ve bugüne söyleyecek sözü olmayan bir edimdir, bugünün tiyatrosu. Ülkede yaşanan bütün sosyoekonomik sıkıntılara adeta üç maymunu oynamaktadır. Bu nedenle de eskimiş ve eskimekte olan oyunları temcit pilavı gibi yeniden sunuyorlar. Yazar yetişmesi için özgürlük olacak, özgür olamayan birey, insan, yazar olamaz. Çünkü her oyun yeni bir dünya kurmak, demektir ve yeni bir dünya kurmaya cesareti olmayan toplumlarda yazar yetişmez. Oyuncu dedikleriniz ise bence sadece iyi taklitçilerdir! Oyuncu yorumlayan ve açı koyandır. Ben, birkaç oyuncu adayı -altını çizerek söylüyorum oyuncu adayı- dışında oyuncu göremiyorum.

Bu, Türk tiyatrosuna mı özgü? Dünya tiyatrosuyla karşılaştırdığınızda benzerlik veya farkları nasıl sıralarsınız?

Çok uzun cevabı olan bir soru. Bizimki gibi “muz cumhuriyetleri”nde tiyatro-sanat zor bir iştir. Ya saray soytarısı olacaksın, ya biri size “yürü ya kulum” diyecek öyle tiyatro yapacaksınız ya da bizim gibi toplumun dinamikleriyle omuz omuza hem sahnede hem de alanlarda olacaksınız. Dünya ya da Avrupa bu aşamaları geçip tiyatronun kendine yani insan ile insanın yüz yüze yaptığı sanata bir nevi ritüele dönmeye çalışıyor. Böyle olunca aramızda dağlar kadar fark açığa çıkıyor. Temsil tiyatrosu denilen yani tamamen ‘şov’ diyebileceğimiz çalışmalar var, bir de. Biraz önce bahsettiğim gibi tiyatronun özüne gitmeye çalışan çalışmalar var. Şunu da es geçmeden söylemek gerekiyor; bir ülkedeki tiyatro gelişmişliği gazete ve kitap okumakla doğru orantılıdır. Böyle olunca da biz daha çok gerilerden takibe devam ederiz.

‘AKP DİNDAR DEĞİL; BİLDİĞİN FAŞİST!’

Tiyatro, egemenin de sanat ve toplumculuk bakımından olmasa da; zaman zaman ilgi alanına dahil oluyor. Geriye gidince; Tevrat ve İncil’de işlenenlerin anlatılmasını dert edinenlerin, kendilerince bir zamanlar yasakladıkları tiyatroyu kurduklarını hatırlıyoruz. AKP’nin de tiyatro üzerinden yürüttüğü son ‘düzenlemeler’ için bu mantığı akla getirmek çok mu zorlama olur?

Ben pek buna katılmıyorum. Yani, ‘AKP kendi dinsel kimlikli tiyatrosunu yapmak istiyor, bunun için de devlet ve şehir tiyatrolarında düzenlemeye gidiyor’ fikrine pek katılmıyorum. AKP her alanda devleti yapısal düzenlemeye çalışıyor, bu yapısal düzenlemeden erkin yani devletin ve statükonun tiyatrosu da, nasibini alıyor. “Bunlar ‘milli görüş’ten geliyor, İslamcılar, o nedenle de her şeye ve tiyatroya da ‘kara peçe’ giydiriyorlar, her şeyi dindarlaştırıyorlar” gibi söylemlere pek değil hiç katılmıyorum. Çünkü birincisi bu iktidar dindar değil ve derdi de toplumu dindarlaştırmak değil. Dindar hükümet, Uludere ve Pozantı’da olduğu gibi, çocukların katline göz yummaz, gençlerin onar onar, yüzer yüzer ölüme gitmelerine seyirci kalmaz. Müslüman halkların Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da olduğu gibi; emperyalist ve kapitalistlerin katline göz yummazdı. Çok dağıtmadan toparlayacak olursam; paradoksumuzu bu hükümetin dindarlığı üzerine kuramayız. Bu hükümet, bildiğiniz liberalmiş gibi görünen abdestli kapitalistlerin paracı çıkarını koruyan faşist bir hükümettir. Kendi dışında kimseye tahammülü olmayan bir diktatörlük kurdular. Sanırım biraz uzattım ama bu tespitimi söylemeden ödenekli tiyatrolardaki yapısal değişimi anlayamayız. Bu hükümet, devleti sivil-sosyal bütün sorumluluklarından kurtarmak istiyor ve bu amaçla da adımlar atıyor. Benim gibi devletin tiyatrosuna karşı olan biri için aslında gerekli adımlar atılıyor ama yeterli midir bu tartışılır… Çünkü biz devletin tiyatrosu olmasın, derken devlet tiyatrolara destek olmasın, demiyoruz. Tam tersine devlet tiyatro ve sanat adına ne yapılıyorsa ona destek olmalıdır. Birinci cumhuriyetin elitist-kemalist zümresinin tiyatrosu sadece desteklenmemelidir. Halkın içinde üreten, tiyatro yapan herkes ödedikleri vergilerin karşılığını da, tiyatrolarına destek olarak alsınlar, alalım.

‘KÜRDİSTAN’IN, KIBRIS’IN SÖMÜRGE OLDUĞUNU GÖREMEYENLER…’

Son zamanlarda, genel tablonun tiyatro için başvurucuların sayısında düşüşü işaret ettiği söyleniyor. Bu bir gerçekse, yorumunuz nedir?

Benim bu konuda çok bir bilgim yok ama sanırım bir yanılgı var. Çünkü üniversitelerde açılan tiyatro bölümlerine bakarak bunu anlayabiliriz. Ama bu mezunlar, öğrenciler tiyatro yapmak istiyorlar mı, yapıyorlar mı, işte önemli olan, bu… Gençlerin tamamı televizyon ekranlarındaki dizilere, bir nevi temaşaya katılmak ve meşhur olmak istiyorlar. Yani kimse tiyatro yapmak istemiyor, dizilerde meşhur olmayı bekliyor. Aslında anlaşılır bir durum. Çünkü tiyatro zor, meşakkatli ve ekonomik olarak karşılığı çok az. Politik duruş sergileyenler için ayrıca engeller de olunca “ben dahil” kimse tiyatro yapmak istemiyor.

Şehir-devlet tiyatroları ile özel tiyatrolarda, kuruluşlarda sergilenen oyunlar arasında söz konusu olmayı hak eden farklar görüyor musunuz?

Ben çok fark göremiyorum. Sadece özellerde daha rahat küfür ediliyor ve belden aşağı söylem açıklıkla yapılıyor, o kadar. Suya sabuna dokunuyormuş gibi ama kendinden menkul oyunlar sergilemeye devam ediyorlar. Bu topraklarda çok ciddi bir toplumsal dönüşüm var ama bunu tiyatroda göremiyoruz. Kürtlerin, Lazların, Arapların, Alevilerin bu düzenden ve işleyişinden rahatsızlıkları var ve biz hangisini sahnede görebiliyoruz? Göremiyoruz çünkü bu ülkenin aydını ve sanatçısı toplumsal dönüşümün arkasında kalmıştır. Misal Kürdistan’ın, Kıbrıs’ın sömürge olduğunu göremeyen sansürcü zihniyet maalesef bugünün tiyatrosunu yapamaz!

‘RESMİ AĞZIN DIŞINA ÇIKAMIYORLAR’

Mizahla devam edelim… Türkiye mizah için, kalitesini bilemem ama malzeme bakımdan epey zengin. Buna rağmen yankılandıran, derdini anlatan bir güce ulaşamıyor mu?

Bu alan sanırım biraz daha hızlı ve yaygın ilerliyor. Hem malzemenin çok olması sizin iyi yemek yapacağınız anlamına gelmiyor. Nice malzemenin heba edildiğini hep birlikte gördük, görüyoruz. Mizah dergileri ve şov insanları tarafından birçok eğlenceli dergi, gösteri, film ve dizileri hep birlikte görüyoruz. Ama nedense hiçbiri toplumsal dönüşüme dokunamıyor ya da o alandan beslenemiyor. Burada da haklılıkları yok mu? Var bence. Çünkü ceberut bir iktidar ve antidemokratik uygulamalarla Demokles’in kılıcı gibi mizahçıların tepesinde duruyor. Sürekli dava açıyor ve para cezasına çarptırıyor. Böyle olunca da özgür ve özgün şeyler çıkmıyor, sanırım.

Mizah dergilerinin vazgeçemediği bir dil var; esasta o dil, eleştirdikleri egemenin ta kendisine ait. Söz gelişi, “terörist” kavramını kullanmaya mecburlar mı?

Bazen biz Türkiye Devleti’ni küçümsüyor ve onun ideolojik aygıtlarını kavrayamıyoruz. Ben bu devlete “üçüncü Bizans imparatorluğu” diyorum. Sanırım bu fikre katılanlar vardır. Yani TC bin küsur yıllık bir devlet geleneğinden geliyor ve bu anlamıyla belleğini yaratmıştır. Aydın, sanatçı ve bilim insanı için bu resmi ağızdan kopuş kolay değildir. Bu resmi ağzın dışına çıktığınızda; dışlanmayı, aç kalmayı ve cezaevine girmeyi göze alacaksınız. Bu da biraz cesaret biraz da tarihsel bilinç ve sorumluluk işidir. Ama siz de biliyorsunuz; bu ülkede bunu yapan az da olsa insan var. Kürtlerin özgürlük mücadelesini anlayan ve Kürt halkının değişiminin yanında yer alan insanlar da, var.

Konu buraya gelmişken, bir soru da ben sorayım: Sizce bu süreçte Kürt halkının yanında yer aldığını sözüyle ve yaptıklarıyla beyan eden sanatçılara ne kadar sahip çıkılıyor? Kürt illerinde yapılan festivallerde kimlere yer veriliyor ve neden? Popülizm hastalığı hepimizi biraz tutsak almış, değil mi? Misal bizim “Laz Marks” Anadolu, Avrupa ve Kürdistan’da birçok il ve ilçede oynandığı halde Amed’de hiç sergilenmemiştir. Bu beni üzüyor ve kırıyor. Ya sizi?

Fıratnews

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.