Büyük Tiyatro Kurumları Neden Ölüme Terk Edilmeli?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Matilda ve War Horse gibi gösteriler için ödeneklere ihtiyaç duyuluyor gibi görünür. Oysa para taban örgütlenmesi için harcansa, bu müthiş gösterilerden kaç tane daha üretebiliriz?

Guardian. 30 Ağustos 2012, Çeviri: Piri Kaymakçıoğlu

Elite kaynak ayırmak… RSC’in Matilda’sı Fotoğraf: Tristam Kenton, Guardian için.

İngiliz sanat fonları fırsat eşitliği sağlamıyor. Londra, diğer bölgelerden kat be kat fazla para alıyor, büyük kurumlarımız da avam takımının aldığından birkaç kat fazlasını alıyor. War Horses [Savaş Atları] ve Matilda’nın başarısını – haklı olarak – kutlasak da, böyle gösterilerin özel sektörden hiçbir şekilde çıkamayacağına dair hızlı çıkarımlar yapıyoruz. Özel sektör böylesine fevkalade bir işi yaratmak için harcanan paraya ve zamana müsamaha asla göstermeyecektir.

Bu gösteriler büyük bir ödenek reklamı yapıyor, tükenmiş hazine için fazlasıyla ihtiyaç duyulan parayı kullanıyor. Ama bahsetmediğimiz şey şu; tüm hayalet War Horses ve hayalet Matilda prodüksiyonları hiç ortaya çıkmayacak çünkü basit olarak bunları ortaya çıkartacak kişiler tiyatroya hiç ayak basmamış olacaklar.

Richard Dawkins Unweaving the Rainbow [Gökkuşağını Çözmek] adlı kitabında hiç gerçekleşmeyen potansiyeli   unutulmayacak şekilde anlatıyor:

“Öleceğiz ve bu bizi şanslılar arasında kılıyor. Çoğu insan hiç ölmeyecek çünkü hiç doğmayacaklar. Burada benim yerimde olabilecek potansiyel insanlar, hiçbir zaman Sahra’nın kum tanesi sayısından daha fazla gün göremeyeceklerdi. Bu doğmayan hayaletlerin içinde Keat’ten daha iyi şairler, Newton’dan daha iyi bilim insanları olacaktı. Bunu biliyoruz çünkü DNA’mızın oluşturabileceği insan sayısı varolan insanların sayısından çok daha fazla. İşte bu şaşırtıcı feleğin çarkı içinde şanslılar olarak siz ve ben, tüm sıradanlığımızla buradayız.”

Dawkins biyolojiden bahsediyor. Ama eğer bu potansiyel tiyatroda gerçekleşseydi, sadece bir yerine bir düzine War Horses üretmez miydik? Sanat alanında çalışan bizlerin birçoğu ayrıcalıklı kişiler. Birkaç yıl önce Brian McMaster sanat fonları ve mükemmeliyet hakkındaki araştırmayı üstlendiğinde, Arts Council’de [Sanat Konseyi] yapılan sanat dünyasından liderlerle dolu bir toplantıya katıldım. Brian McMaster herkese –zannediyorum ki odada toplam on iki kişi vardı – teker teker sanat faaliyetlerine nasıl dahil olduklarını sordu. Herkesin verdiği cevap aynıydı: Katılımcılık yoluyla.

Yarının sanatçıları bir elite kaynak ayrıldığında değil, piramitin tabanına kaynak ayrıldığında ortaya çıkacaktır. Bu piramiti güzel zamanlarda yarattık ve sürdürdük ama önümüzdeki yıllarda manzara çok daha farklı görünecek olsa bile bu piramiti nadiren sorguluyoruz. Özel sponsorlukları kendine çeken ve bir gerileme döneminde ayakta kalacak olanlar her zaman piramitin tepesinde yer alanlar. Ünlü bir Londra tiyatrosunun bir yönetim kurulu üyesi bana, kendilerine ayrılan kaynakta yapılacak herhangi bir kesintinin tiyatronun eğitim faaliyetinde kesinti anlamına geleceğini söylediğinde; bu tiyatronun önceliklerini yanlış belirlemiş olduğunu anlamıştım.

Eğitsel, toplumsal ve katılımcı işler birer eklenti değildir. Bunlar her bir sanat kurumunun kalbinde yer almalıdır. Gelecek bunda. Bu fikre sözde bir bağlılık göstermeyi göze alamayız. Bunu bir gerçekliğe dönüştürmemiz lazım, bu da demek oluyor ki  temelden durup bir düşünmemiz lazım.

Anthony Weston How to Re-imagine the World [Dünyayı Yeniden Tasarlamak] adlı kitabında “Radikal hayal gücü şikayet etmenin ve direnmenin bir adım ötesine geçmekle, tepkiselciliğin ya da çaba sarfetmenin ya da alaycı bağdaştırmanın ötesine geçmekle başlar. İlk büyük adım, işlerin aslında nasıl olabileceğinin alternatif resmini ortaya koymaktır.” diye öneriyor.

Bazı kurumlara kaynak ayırdığımız gerçeği onlara gelecekte her zaman bu seviyelerde kaynak ayırmamız gerektiği anlamına gelmiyor, özellikle sıkı bir fon dağılımı ortamında. Ne kaynak verenler ne de sanatçılar bir kurumun ya da şirketin böyle doğal bir hakkı olduğunu düşünmeli. Kurumların ölmesine razı olmaya hazırlanmalıyız. Harç ve tuğla örmeyi ve imparatorluk kurmayı bırakmalıyız ve büyümenin sanat için iyi bir şey olduğu düşüncesinden vazgeçmeliyiz. Piramitin tabanına para yatırmalıyız, tepesine değil. Geleceği oluşturabileceğimiz tek yol, tabana kaynak sağlamak.

Eğer bu şeylerin bazılarını yapmaya cesaret edersek, yirmi yıl içerisinde çok daha farklı bir tiyatro manzarası ile karşı karşıya kalırız. Değişim biz istesek de istemesek de sürmeye devam edecek. Tehlike, bizim hiçbir şey yapmamamız. Britanya tiyatrosunun kargaşa içine girdiği 1980’lerde ve 1990’larda krizden krize yalpaladığımızda yaptığımız gibi hiçbir şey yapmamamız. Weston’un söylediği gibi “O kadar verili görünen problemlerin altında genelde kültürel normlar ve pratikler yatar. Problemlerimizin bağlamları, arkaplanları ve kökleri var. Bunlar yer değiştirebilir ya da yeniden yönlendirilebilir. Radikal kelimesi kökler anlamına gelir.” Bizim köklerde çalışmamız gerekiyor. Eğer böyle yapmazsak sadece piramidin tepesiyle kalacağız ve geride başka bir şey kalmayacak.

Paylaş.

Yanıtla