Kültürel Bağlar Birbirlerine Ordu İlimizde Edebiyatla Bağlandı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Geçen hafta, Ordu Belediyesince bu yıl 3’üncüsü düzenlenen “Ordu Uluslararası Edebiyat Festivali”ndeydim. Bulgaristan, Güney Kore, Yunanistan, İtalya, Romanya’dan 10, Türkiye’den 70 şair ve yazarın katıldığı festivalin açılış töreni, Taşbaşı Kültür Merkezinde yapıldı. Festival kapsamında bu yıl bir ilk gerçekleştirildi. Karadeniz bölgesinin ilk ve tek edebiyat mekanı olan “Ordu Dünya Yazarlar Evi”, Ordu’yu ziyaret edecek ustaları yıl boyunca ağırlamak üzere dünya edebiyatının hizmetine açıldı. Belediye Başkanı Seyit Torun’un buraya önemli yazarları davet edeceğine, davetli yazarlarınsa Doğan Hızlan’ın dediği gibi (Hürriyet-15.10.2012) Ordu kentini yazabileceklerini, kenti yazmasalar bile hiç değilse kitaplarını nerede başladıklarını ya da tamamladıklarını not olarak kullanacaklarına inanıyorum.

Sağlığına Kavuşan Bir Sokak

Taşbaşı Mahallesi’ndeki Menekşe Sokak’ta yer alan yazarlarevi, Belediye Başkanı Seyit Torun’un Ordu’ya kazandırdığı değerlerden sadece biri. ‘‘Menekşe Sokak’’ projesi kapsamında Taşbaşı Mahallesi’nde yürütülen sokakta sağlıklaştırma ve çevre düzenleme işi halen aralıksız devam etmekte. Şu ana kadar birçok tarihi bina aslına uygun olarak restore edilmiş. Çalışmalar kapsamında zamanla özelliğini yitirmiş tarihi yapılar, hazırlanan projelerin ardından ve gerekli onaylamalardan sonra aslına uygun olarak güzel bir görünüme kavuşturulmuş.

‘Ordu, Kültür-Sanatın Başkenti Olacak’

Ordu kentinin, bürokratik başarıları dışında sanata düşkünlüğüyle tanıdığım Valisi Orhan Düzgün, açılış konuşmasında beni çok etkiledi. Düzgün, konuşmasında: “İnsanoğlu yaratılışı gereği hep iyiyi, güzeli ve estetik olanı aramıştır. ‘Duygularımı ve düşüncelerimi en güzel şekilde nasıl ifade ederim’ düşüncesiyle, yüreğindeki güzellikleri yansıtmıştır eserlerine. Kimi duygular ‘Sakarya Türküsü’ olup coşar bir ırmak gibi Necip Fazıl’ın mısralarında. Kimi duygular yanık bir türkü olarak bir yolunu bulup ‘Gizli Gizli’ ‘Gönül Dağı’na dönüşür Neşet Ertaş’ın sazıyla. Kimi duygularsa; ‘Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, Bu memleket bizim…’ diyerek, memleket olup Anadolu’ya dönüşür Nâzım Hikmet’in mısralarında” deyince doğrusu etkilenmemek pek mümkün değildi. Ordu’nun kültürle, sanatla yoğrulmuş bir kent olduğunu her fırsatta söyleyen ve haklılığını çalışmalarıyla sürekli kanıtlayan Belediye Başkanı Seyit Torun ise, konuşmasında Edebiyat Festivali’nin Dünya Edebiyatının gelişmesinde büyük katkısı olacağını bir kez daha savladı. Bu arada, kendisinin ürettiği “Ordu, kültür-sanatın başkenti olacak” iddialı sloganını bir kez daha yineledi ve de benim son yıllarda kurumuş umut damarlarıma can suyu verdi.

‘Kentler Arası Kültürel Bağlar’ Temasına Tek Oturum

Bu yılki festivalin teması bir yıl kadar önce “Edebiyat ve Basın” olarak saptanmıştı. Festival komitesinin başını çeken becerikli ve çalışkan Belediye Başkan Yardımcısı Özer Karadağ’ın yaz aylarında geçirdiği hayli önemli bel fıtığı ameliyatı ve sonrası iyileşme sürecinde, sanırım “Kentler Arası Kültürel Bağlar” olarak kavram değişikliği yapılmış. Festival Genel Direktörü Şinasi Tepe’nin, Festival Danışmanı ve Festival Kitabı Editörü Mesut Şenol’un, Festival Danışmanı İbrahim Dizdar’ın emeklerine toz kondurmam, ama benim “eleştirmen” eleğime takılan kimi aksamaları, yanlışları, hataları ben Özer Karadağ’ın rahatsızlığı nedeniyle festivalle doğal olarak yeterince ilgilenememesine bağladım. 4 gün süren festival süresince ardı ardına sıralanan etkinlikler arasında “Kentler Arası Kültürel Bağlar” temasının ilgili tek oturumla (panel) sınırlı tutulmasını bu “mücbir” nedene bağladım.

Bireyin Birbirlerinden Bağımsız Olarak Sahip Oldukları Değerler

“Kentler Arası Kültürel Bağlar” temasıyla ilgili oturum eksikliği, “Edebiyatımızın Cumhurbaşkanı” Doğan Hızlan’ın yönettiği Ordu, Drama (Yunanistan) ve Filibe Severen (Bulgaristan) Belediye Başkanlarının katıldığı oturumda giderildi. Değer ve tutumların günümüzde toplumun üyelerini bir arada tutan ve bireylerin çevresindeki unsurlara bakış açısını biçimlendiren en önemli kültür unsurları arasında sayılması gerektiği bu panelde vurgulandı. Kişinin doğduğundan beri içerisinde büyüyüp yaşadığı kültür, hiç kuşkum yok ki değer anlayışının biçimlenmesinde de en önemli etkendi. Diğer taraftan birey, içerisinde bulunduğu kültürün bir parçasıydı ve kendisini oluşturan bireylerin toplam değerleri, toplumun kültürel değerlerini de ortaya koyuyordu. Seyit Torun’un ifade ettiği gibi, değerlerin etkileşimi ve her bir bireyin birbirlerinden bağımsız olarak sahip oldukları değerlerin toplamı, toplumun kültürünü oluşturacaktı.

Hıfzı Topuz Ne Dedi…

Akşamlardan bir akşam Hıfzı Topuz, yemekte kültürün geçmişten günümüze birçok farklı sosyal bilim dalının temelinde yer alan bir kavram olduğunu bana söyledi. Birçok farklı sosyal bilim dalı “kültür” kavramının anlamına yoğunlaşmıştı ve kültürün tanımlamasından hareketle sosyal denklemlerin çözülmesi amaçlanmıştı. Pınar Kür, zaman içerisinde farklı anlamlarla ifade edilmiş olan kültürün, kısaca “sosyal bir grubun yaşam şekli” olarak ifade edilebildiğini vurguladı. Genel ve yaygın bir kullanıma sahip olan kültür kavramı bana göre de bilgi birikimi, genel inanışlar, toplumların tarih boyunca oluşturdukları sanat, bireylerin içerisinde yaşadıkları toplumun alışkanlığı, geleneği, göreneği, örf ve adetleri ile toplumun yazılı kuralları olan hukuk gibi çok farklı, ancak birbirleriyle iç içe geçmiş özellikleri içeriyordu.

Ordu’da Bir Bayrak Dalgalanıyor

Dediğim gibi, Ordu Belediyesi 3. Edebiyat Festivali’nin ana teması olarak “Kentler Arası Kültürel Bağlar” konusu belki gereği gibi tartışılamadı, ama edebiyatın bir sonraki kuşağa aktarılan ve bireyin ergenlik döneminden itibaren oluşan bir eğilim olduğu özellikle Müge İplikçi’nin konuşmasında dikkate alındı. Bulgar, Güney Koreli, İtalyan, Romen ve Türk gibi ayrı kültürler içerisinde yer alan bireyler, bu festivalde edebiyat aracılığıyla oluşturdukları ortak değer yargılarıyla genel bir toplum bilincini oluşturdu. Her birinin ayrı ayrı sahip oldukları değerlerin toplamı, kentler arası, giderek ülkeler arası toplumun kültürünü oluşturmanın temelini attı. Böylece 80 kişilik uluslararası birey topluluğunun tüm yaşamı boyunca öğrenme süreciyle elde ettikleri kültürde süreklilik paylaşıldı; insanlık adına barış içinde, hoşgörü ve sevgiyle yaşamanın bayrağı festival sayesinde Ordu’da dalgalanmaya başladı.

Festivalin Amacı

Festivale katılan kültür irtifaı gerçekten yüksek, belirsizlikten kaçınan, ortaklaşa davranış özelliklerine sahip tüm edebiyatçılar, Ordu’daki olağanüstü ağırlanışlarını (özellikle Evrim Büyük ile Emre Takas’ı, Ayşe Hazal Özçelik ve Ayşegül Şenyurt’u sevgiyle kucaklıyorum), Orduluların “rakipsiz” konukseverliklerini, hiç kuşkum yok ki bugün itibariyle Ordu’nun dışına taşıdı, Ordu Uluslararası Edebiyat Festivali’nin amacını doruğa tırmandırdı.

Gördüm, bizzat tanık oldum.

Katılımcıların hepsi, ama hepsi, bu festivalin amacındaki kutsallığa yürekten inanmıştı.


Tartışmayı Bozkurt Kuruç Başlattı, Pek De İyi Yaptı, İyi Ki Başlattı

Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı “Sırça Kümes” ile ilgili değerlendirme/eleştirme yazım (Bkz: Evrensel-26.09.2012/”Gözlemevi”) üzerine Sayın Bozkurt Kuruç’dan aldığım iletiyi (Bkz: Evrensel-10.10.2012/”Gözlemevi”) okurlarıma duyurduğumu dikkatli okurlarım mutlaka anımsayacaklardır. O yazımda, konuya katkıda bulunacak olanlar olursa, onlara da bu köşede yer açacağımı söyleyerek esasında sıradan bir tartışmaya değil, aydınlanmaya çanak tuttum.

Oyunculuğuyla benim gönlümde taht kuranlardan Sumru Yavrucuk aradı ve Bozkurt Hocasını doğrularcasına oyunun Türkçesinin “Sırça Kümesi” yani diğer anlamıyla “Sırça Topluluğu” olması gerektiğini anlattı. “‘Sırça Hayvan Koleksiyonu’ da olabilir” dedi. Ege Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Eski Öğretim Görevlisi Cem Duygulu ise öncelikle “menageria” sözcüğünün “menagerie” olması gerektiğinin (biliyorum, “tapaj” hatası olmuş, özür dilerim) altını çizdi. Sonra, anılan sözcüğün “aristokratların kurdukları hayvanat bahçesi” ya da “yabanıl hayvanlar koleksiyonu” veya “sirk ve benzeri yerlerde halka gösteriler yapan yabani hayvanlar topluluğu”, “teşhir yeri”, “içinde hayvanların toplandığı mekan”  anlamlarına gelebileceğini belirtti. E.S.E.K Tiyatro Topluluğunun kurucusu; tiyatro, sinema, televizyon dizilerinin başarılı yazarı, oyuncusu ve yönetmeni Uğur Uludağ ise aşağıdaki iletiyi gönderdi, bambaşka bir görüşü ortaya saldı. Dedi ki:

“Merhabalar Üstad;

“Sırça Kümes değil, Sırça Küme’dir” ile ilgili yazınızla ilgili bir düzeltme: Aslı “Sırça Köşk”tür.

Sizin de bildiğiniz üzere Tennessee Williams bolca sembol kullanır. Bunlarla ilgili geniş bilgi her yerde bulunabilir.

“Köşk” kelimesine dair tanımlama, 5. Sahnedeki Tom’un seyircilere doğru söylediği bölümde “Berchtesgaden” kelimesi ile beslenir. (Kaynak:http://www.playwrightsclub.com/menagerie-mean-chalet/)

Berchtesgaden, Berghof ismiyle bilinen, Güney Almanya’daki bir kasabadaki Adolf Hitler’in “köşk”ünün ismidir. Hitler, özel toplantılarında 2. Dünya Savaşı öncesinde burayı üs olarak da kullanmıştır. Diğer Nazi liderleri ile yaptığı toplantılar da bu köşkün yanındadır. Burada kullandığı sembolde, TOM’un tiradının sonunda kullandığı “All the world was waiting for bombardments” cümlesi ile aslında kendi / karakteri TOM’un içinde bulunduğu artık bir bombardıman halini almış amansız “yaptırımlara” bir gönderme vardır ve temelde şikayet ettiği olgu, önce ailede başlayan ve sonra tüm topluma yayılan “faşizm” olgusudur. Haliyle tüm bu faşizm aslında bir “köşk”müş gibi lanse edilip, sonuçta “sırçadan kurulu küçük bir hayvanat bahçesidir” ve burada yaşamaya mahkum bırakılmışızdır. Bu yüzdendir ki, tüm oyunun aslında ana temasını oluşturan bu olgu, “Köşk” kelimesi ile özünü bulmuş ve fakirlik içindeki bu ailenin dramı iyi bir ters tokatla iki katına çıkarılmıştır.

Hatta bunun doğru bir çeviriyle, başrollerinde Joanne Woodward, John Malkovich ve Karen Allen’ın oynadığı ve yönetmenliğini Paul Newman’ın yapmış olduğu 1987 yapımı olan “The Glass Menagerie” (yazdığınız ve Sayın Kuruç’ça düzeltilmiş olan şekliyle “Menageria” değil “Menagerie”dir) filminin İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminde iyi bir araştırma sonucu “Sırça Köşk” ismiyle gösterilmiştir.

Yürekten Saygılarımla…”

Görüldüğü gibi, bazen ummana bir olta atıyorsunuz, oltanın ucunda neler geliyor, şaşırıyorsunuz, feyz alıyorsunuz.

Doğruyu bulmak için, dilerseniz siz de araştırın derim ben.

Yavrucuk’a, Duygulu’ya, Uludağ’a özel sevgiler; araştırmayı sürdüreceklere teşekkürlerim şimdiden peşinen.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla