Tiyatromuza Yeni Bir Yıldız Mı Doğuyor Ne: 'Aşkın Sıradanlığı'

Pinterest LinkedIn Tumblr +

2012-2013 Sezonunda İzleyeceğimiz ‘Reprise’ Oyunlar…

Üstün Akmen

Aşkın Sıradanlığı”, Nazi Almanya’sı öncesi başlayan ve Marburg Üniversite’sinde öğrenci olan Yahudi asıllı Hanna Arendt (1906-1975) ile felsefe profesörü Martin Heidegger (1889-1976) arasında geçen gerçek aşkı anlatan ve şayet geçen sezon içinde izleyemediyseniz mutlaka izlemeniz gereken bir oyun dedikten sonra geçelim oyunu her yönüyle irdelemeye.

“Varlık ve Zaman”ı Okumuş Muydunuz?

Hanna Arendt, Alman siyaset bilimci. Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin “bireyin kendisi”ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiş. Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmalarının “tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa” odaklanmış olması. Martin Heidegger ise Varoluşçu felsefenin önde gelenlerinden. 1927 yılında ünlü eseri “Varlık ve Zaman (Agora Kitaplığı 2011/Çeviren: Kaan H. Ökten)” yayımlandı ve yayımlanışından itibaren yalnızca varoluşçu felsefe açısından değil, 20. yüzyıldaki bütün felsefe tartışmaları bağlamında etkili oldu. Heidegger burada, Batı Felsefesi geleneğini metafizik olmakla öyle bir eleştirdi ki, postmodern felsefe sonraları bu kanıtları başka düzlemelerde yeniden değerlendirdi.

Behlüldane Tor’un Dekoru

“Aşkın Sıradanlığı”nın yazarı Alman Yahudi’si yazar Savyon Liebrecht (1948) eserinde bütün bu olguları da işlemiş. Behlüldane Tor’un tasarladığı 360° dönebilen sahne tasarımı 1925’den 1975’e kadar öykünün akmasına yardımcı oluyor. Ardent’in gençliği ile yaşlılığı arasındaki etkileşim, Tor’un dekoru sayesinde tıkır tıkır yerini buluyor. Kopukluk yok. Keşke kapı girişinin yanında duvara asılı olarak kullandığı üç adet resim çerçevesini bir de altlarından duvara tuttursaydı! Tuttursaydı, sanırım o zaman sahne dönüşlerinde çerçeveler tangırdayıp tungurdamazlardı.

Özgür Yalım, Sağlam Temel Üzerine Kurulmuş Metni İyi Kullanmış

Özgür Yalım, Liebrecht’in fevkalade sağlam temel üzerine kurduğu, tiyatro dili açısından hayli sürükleyici metninden Tarık Günersel imzalı şiir tadındaki çeviriyi iyi kullanmış, tarihsel durumu arka planda işlerken yazarın yazdıklarını daha da renklendirme hevesine kapılmamış, yazarın söylediklerinin dışına çıkmamış. Diğer taraftan oyuncuların yaratıcı kişiliklerini geliştirmenin yollarını aramış, onlardaki (elbette ki önceden saptadığı) yaratıcılık kaynaklarını yeniden keşfetmeye, korumaya, gözetmeye, genişletmeye olabildiğince çaba harcamış. Hanna’nın gençlik ve yaşlılık dönemlerine geçişlerini son derece kıvrak mizansen anlayışıyla kotarmış. Yaşlı Hanna’yı, genç Hanna’yı pencereden baktırmakla anlatımı billurlaştırmış. Final tablosunu genç Hanna’yı yaşlı Hanna’ya sarıltarak, geride kalanın, geçmişteki hatalara, yanlışlara karşın insanın geçmişini sevmesi olgunluğunu ileti olarak tam anlamıyla gediğine oturtmuş. Ancaaak, haydi diyelim Martin Heidegger ile Hanna Arendt 1975 yılında yeniden karşılaştı. Yani biri 86, diğeri 69 yaşında. E bu Martin denilen adam 1975’de hâlâ 36 yaşında kalabilir mi yahu!

Nisa Yıldırım Oyuna Yazık Ediyor

Nalan Alaylı’nın giysileri dönemsellik açısından da zevkli, ama ikinci perdede Heidegger’in elindeki o kadın şemsiyesi ne öyle ayol! Yüksel Aymaz, ışık tasarımında oyundaki duyguyu, düşünceyi, imajı, zaman kavramını, derinliği, perspektifi bütünlük içinde seyirciye ulaştırmış, tanıma uyan bir atmosfer yaratmış. Soldan gelen turuncu-beyaz-mavi üçlüsünü vurgu öğesi olarak kullanması ışığın etkisini yoğunlaştırmış. Yaşlı Hanna Arendt’de kırk yıllık oyuncu Nisa Yıldırım ezbere dayalı devinimsiz, olabildiğince ruhsuz, gövdesini duygularının hizmetinde tutma yeteneğini zerre kadar kullanmadan “Allah kabul etsin babından” bir oyun veriyor. Repliklerinde nefes nefese bir tümceyi ikiye, hatta kimi yerde üçe bölüyor, bence oyuna yazık ediyor.

Saydam Yeniay Bu İşi Biliyor

Saydam Yeniay, imgeseli silip gerçek olan, aynı zamanda rolünün geçmişinin, şimdiki zamanının ve geleceğinin etkisi altında kalan ve resmettiği karaktere uygun içsel dürtülerle dolu Martin Heidegger’in çevresinde varolmayı mükemmelen başarıyor. Umut salgılayan genç oyuncu Efe Tunçer, provalar sırasında biriktirdiği tüm içsel malzemeyi belirgin anlar dizisinde harikulade bir yetenek gösterisine dönüştürüyor.  Gerek Michael Mendhelson’un, gerekse Rafael’in fiziksel biçimlendirmelerini, karakteristik coşkular ifade etme yöntemleri kullanarak başarıyla yerine getiriyor.

Deniz Elmas’ın Adını Siz Bir Kenara Yazın

Ve Genç Hanna’da Deniz Elmas…

Rolüne dönük olası tüm yaklaşımları nasıl da hesaplamış! Nasıl anlamış, bunları ne güzel kontrol ediyor! Bireysel özelliklerini ortaya saçarak nasıl güzel çeşitlemeler yapıyor! Martin Heidegger’e âşık oluşunda “nedir bu duygu, bana neyi anımsatıyor, benim için ne ifade ediyor, nereden geldi başıma” sorularını yüzünün incelikli hatlarına ne güzel yansıtıyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla