Türk Edebiyatının Türk Olmayan İlkleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[ Radikal Gazetesi yazarı Cem Erciyes’in BGST Yayınları’ndan çıkan ” Doğu ile Batı Arasında San Lazarro Sahnesi” isimli kitap üzerine kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz.]

Torosyan’ın anıları hakkında en çok önemsediğim şey, ‘Türkiye tarihinin sadece Türk ve Müslümanlara ait olmadığını göstermesi’ oldu. Durun, okumayı bırakmayın! Bu yeni bir Torosyan yazısı değil… Bir Torosyan serisi oluşturmaya hiç niyetim yok. Sadece konuyu, Torosyan’ın bittiği yerden devam ettirecek bir başka kitapla karşılaştım, onu anlatmak niyetindeyim.

Yervant Baret Manok’un yazdığı ‘Doğu ile Batı Arasında San Lazzaro Sahnesi’ adlı kitap bize çok ilginç bir hikâye anlatıyor: Bundan 220 yıl önce, Venedik açıklarında küçücük bir adada Ermeni rahiplerin yazıp sahnelediği Türkçe oyunların hikayesini. San Lazzaro Adasın’daki Mıkhitarist Manastırı, bir Katolik din okulu olmanın ötesinde Ermeni aydınlanmasına hizmet eden bir kültürel merkez gibiymiş. Bugün hâlâ kütüphanesinde müthiş bir arşivi barındıran bu manastırda yirmi beş civarında Türkçe yazılmış oyun metni bulunuyor. Zamanın Osmanlı toplumunu anlatan bu metinler, o zamanlar konuşulan Türkçenin nasıl bir şey olduğunu da gösteriyor.

Defterlere Ermeni alfabesiyle yazılmış bu oyunlar sadece birkaç kez oynanıp arşive kaldırılmış. (İstisna, ‘Bekri Mustafa’nın İşlerinin Tasviri’ adlı oyun, on kez filan oynanmış). Kayıtlara bakılırsa rahipler bu oyunları Venedik Karnavalı sırasında da sahnelermiş… Zaten çoğu Osmanlı topraklarından giden bu din adamlarının bulunduğu Mıkhitarist Manastırı,Venedik’te Osmanlı kültür elçiliği gibi işlermiş. Bir dönem adaya Osmanlı bayrağı çektikleri bile söyleniyor. İşin kıldan ince kılıçtan keskin yanı ise şu: Eğer 1790’larda Venedik’te Osmanlı kökenli Ermeniler Türkçe oyunlar yazıp oynuyorsa, o zaman tiyatro tarihimizdeki ilk Türkçe oyun olarak neden Şinasi’nin 1860’ta yazdığı Şair Evlenmesi kabul ediliyor?

Kitaba bir önsöz yazan Mehmet Fatih Uslu’ya göre bu sorunun cevabı ‘bazı metinleri sessizleştirmek’ kavramında yatıyor. (Ayhan Aktar da bazı kişi ve olayların ‘ütülenmesi’nden söz ediyordu…). Şöyle diyor Fatih Uslu: “İlk eserler meselesi üzerine kafa yormak (…) bizi bazı metinleri unutmanın, sessizleştirmenin ya da duymazdan gelmenin nedenleri üzerine düşünmeye zorluyor. Zira ortada bir buluş ya da keşiften ziyade, kafayı o yöne çevirmeme sorunu var.”

Alfabelerin, dillerin ve etnik kimliklerin birbirine karıştığı Osmanlı dünyasının bu tür sürprizlerine kültür tarihiyle uğraşanlar gayet aşina aslında. Türk ve Müslüman yazarlarla başlayan edebiyat tarihi, ulusal kimlik inşa döneminin eseri. Artık bu anlayışı biraz ‘eski’ kabul ediyoruz ve işlerin lisede ezberlediğimizden çok daha karışık olduğunu gayet iyi biliyoruz. Mesela Yunan harfleriyle Türkçe yazıp Türkçe konuşan Ortodoks Rumları yani Karamanlıları umarım herkes biliyordur… Karamanlı bir aydının, 70 yıl Anatoli gazetesini çıkartan Evangelidos Misailis’i ise duymamış olabilirsiniz. Ben kendisiyle Gazanfer İbar’ın ‘Hemşerimiz Karamanlılar’ kitabını okurken tanışmıştım. Bay Misailis’in 1871’de yayımladığı Temaşai Dünya ve Cefakarü Cefakeş adlı bir de romanı var, pek bilinmez… Oysa 1872’de Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı yayımlayan Şemseddin Sami ‘ilk Türk romanının yazarı olarak ulusal bir tarihi kişiliktir…

Konu ilginizi çektiyse 19 Aralık Çarşamba günü saat 19.30’da Cezayir Toplantı Salonu’ndaki ‘San Lazzaro Mıkhitarist Manastırı ve İlk Türkçe Tiyatro Oyunları’ başlıklı toplantıyı izlemenizi, olmadı BGST Yayınları’nın çıkarttığı kitabı edinmenizi ya da Toplumsal Tarih Dergisi’nin bu sayısındaki tiyatro dosyasını okumanızı tavsiye ederim.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.