Bırak Da Resim İşini Görsün

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Arıza Baykuşlar

Yaklaş! İyice yaklaş! Daha da yaklaş! Resimler şefkat ister, resimler çığlıklar atarak yüreğe koşmak isterler. Bırak ta resim işini görsün! Hayatında belki de ilk kez insan ol!”

“KIRMIZI” isimli oyun, 1959 yılında, zamanın ünlü ressamı, Letonya doğumlu bir Amerikalı olan Mark Rothko’nun Manhattan’daki stüdyosunda geçiyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Avrupa’nın sanattaki öncü rolünü ABD’ye kaptırmasıyla birlikte Amerika’da ürün veren sanatçılar ve eserlerinin 20.yy’ın ikinci yarısına damgasını vurduğu bir dönemde geçiyor oyun! Picasso’nun bile demode sayıldığı, soyut dışavurumculuk ve diğer öncü akımlarla sanat tarihi ve felsefesinin sorgulanmakta oldugu bu dönemin en önemli sanatçılarından Mark Rothko’nun atölyesinde asistanı ile geçen inişli çıkışlı iki yılı oyunda konu ediliyor.

Oyunun ilk sahnesi, Rothko’nun asistanı ile tanışması ve onu işe alması ile başlıyor. Sahnede atölyenin penceresinden dışarıda yağmur yağdığı görülüyor. Yağmurdan ıslanmış takım elbisesi ile asistan Ken, Rothko’nun resimlerini biraz tereddütlü uzaktan izlerken, Rothko oturduğu koltuktan daha yakından bakmasını telkin ediyor.

Yaklaş! İyice yaklaş! Daha da yaklaş! Resimler şevkat ister, resimler çığlıklar atarak yüreğe koşmak isterler. Bırak ta resim işini görsün! Hayatında belki de ilk kez insan ol!”

– Şimdi ne görüyorsun?

– Kırmızı!

Resimleri soyut expresyonist olarak tanımlanan Rothko, duygusal ve tutkulu asistanı Ken’i işe aldıktan sonra hikaye iki senelik bir kesiti seyirciyle paylaşıyor. Rothko, Rotinin lüks mekanı Seagram Binası içinde yer alan Dört Mevsim restoranının dekorunu oluşturacak resimleri yapması için rekor bir fiyata ( otuz beş bin dolar) anlaşma yapıyor.

“Belki de ölü bir lisandır benim konuştuklarım! Belki de ben bir dinozorumdur. Her fırça darbesinde büyük bir trajedi vardır. Sen hiç Nietzsche okudun mu?Tragedyanın doğuşu? Nietzsche okumadan hiçbir şey tartışılamaz ki! Sophokles okudun mu? Euripides? Uygarlaşmadan sanatçı olamazsın. Uygarlaşmak için öğrenmelisin, öğrenmek için okumalısın! Uygarlaşmak için, bütün sanat disiplinlerini okumak kavramak gerekir”.

Zaman içinde çalışırlarken, Rothko’ya içten bir saygıyla fakat aynı zamanda yapmak istediği yenilikçi modern sanata tutku ile bağlı olan Ken, Rothko’nun psikolojik baskısı altında bildiklerini savunmaya gayret ediyor. Rothko’nun dönemin sanat anlayışına karşı duruşu, güvensizliği ve kibri oyunda oldukça iyi işleniyor.

“Ben orayı resimlerimle bir tapınak yapacağım. Sonsuzluğun taşları her şeyi öğütür. Yaşarken gereğinden büyük olmak fazla trajik! Her çocuk, babasını bir gün yenip sürgüne göndermelidir”. Kuş sesleri, yağmur ve gök gürültüsü eşliğinde gelişen ilk sahneden sonra sırasıyla kar, sonbahar yapraklarının düşmesi efektleri de kullanılarak aradan geçen aylar, mevsim değişimiyle seyirciye hissettiriliyor.

“ Her şeyin harekette gizli olduğunu öğreten Picasso’ya şükran duyarım. Benim resimlerimde hareket var. Resme bakan kişi, tasarlayarak algılasın, resim hareket etmeye başlasın! Bir resim eğer ona eşlik edersen yaşar, yoksa ölür….. Beyaz ışık resimlerin canını yakar? Beyaz sana neyi hatırlatıyor?

– Kemikler, iskeletler, gasılhane, şiddet! Beyaz ışıkta resimler cansız, bayağı!”

Roth’un asistanı Ken ve onun kız kardeşi, Ken yedi yaşındayken, anne ve babaları trajik bir şekilde hırsızlık için öldürüldüğünde, bir travma yaşıyorlar. Ken’in anlatımından, sonraları hep koruyucu ailelerin yanında ordan oraya dolaştıklarını duyuyoruz. Ken’in gözünde “kırmızı” kanı çağrıştırıyor ve o vahim olayı hatırlatıyor.

Rothko’nun ne görüyorsun, burada ne renk olmalı sorusuna daima “kırmızı” diye cevap veriyor. Rothko’nun çalıştığı atölyesinde loş bir ışık bulunuyor, Rothko ışığın resimleri bozduğunu düşünüyor. Şu örneği veriyor;

– “ Ama sonra hayatımda ilk kez Roma’ya gittim. Saint Paul’un Dönüşümü tablosunu gördüm. Ressam kilisenin en ücra köşesine tabloyu koymuş.

Haydi bu tablo ne istiyor?

– – Kırmızı!

Rothko çıldırıyor ve kırmızıyı sorgulamaya başlıyor! Bir Rothko, bir de asistanı karşılıklı kırmızıyı tarif etmeye başlıyorlar.

Bu kırmızı dediğin ne? Ne kırmızısı?

Kırmızı kalp atışıdır, tutkudur, gelincik, lale, pul biber, çimde unutulan bisikletin pası, Dresten yangını, bir tavşanın burnu, Floransa mermeri, traş oluyorsan kan taşındaki leke…

Demek kırmızı?

Kesinlikle!

Jackson Pollock’un Oldsmobili

Rothko, ünlü ressam Jackson Pollock’un Oldsmobile marka arabasıyla yaptığı kaza sonucu ölümünü intihar olarak nitelendiriyor. Jackson Pollock’u mahveden şeyin de lüks merakı olduguna işaret eden Oldsmobili oldugunu birkaç kez söylüyor.

İkinci perdenin sonuna doğru asistan Jackson Pollock’un Oldsmobili benzetmesi kullanarak Rothko’ya tüketim toplumu için resim çizmesinin sanatçıya yakışmadığını ifade etmeye çalışıyor;

– Modern sanatın tanrısı, tüketim mabedinin duvarına resim yaptı mı var oluyor. Sistine şapelinden bu yana bir duvara harcanan en fazla para! Bu da senin Oldsmobilin!

Bir gün gelecek, siyah kırmızıyı yutacak!

Tuvale astar boya çekme sahnesinde oyuncular sahnenin önüne kadar gelerek hayali bir tuvale fırçayla astar çekiyorlar. Rothko tuvalin üst kısımlarına asistanı da alt kısımlarını boyuyor. İkisi arasında tuvali boyama konusunda belirgin bir fark göze çarpıyor. Rothko, istemsiz, bezgin bir biçimde ve yavaş, asistanı ise heyecanla, şevkle ve hızla boyuyor. Rothko bu farkı gördüğünde, geri çekilip asistanına tuvali bırakıyor ve tüm tuvali boyamasını izliyor. Bittiğinde ise asistanı, bir “ Eh işte!” yi ancak hak ediyor. Rothko ilk kez asistanının fikrini de önemseyerek; Oldu mu dersin? diye soruyor. Asistan şaşkın;

“Bana mı sordun?”.

– Ne görüyorsun?

– Kurumuş kan! Kırmızı!

Asistanının, gördüğünü düşündüğü kurumuş kan lekesinden yola çıkarak Rothko, annesi ve babasının öldürülmesini anlatmasını söylüyor.

Asistan rolündeki oyuncu Turan Günay çok başarılı bir performans sergileyerek, bu trajik olayı anlatımı sırasında gerçekten ağlıyor. Spot ışıkları altında gözlerinden süzülen yaşlar billur damlaları gibi ışıldıyor, siz de ağlıyorsunuz, içinizden!..

Asistanın anlatımındaki en fazla dikkat çeken cümle;

– Köksüzdük! Hiçbir zaman, hiçbir yere ait olmadan yaşadık.

Birinci perdenin final repliği seyirciyi renkler konusunda düşünmeye sevkediyor;

– Hayatta korktuğum tek şey var dostum; bir gün gelecek, siyah kırmızıyı yutacak!

İşte benim için siyah bu! Senin için ne?

– Gerçekten siyahtan korkuyor musun?

– Ben ışığın yok olmasından korkuyorum.

– Karanlık gibi mi?

– Ölüm gibi!

– Siyahı ölümle mi eşleştiriyorsun?

– Kim eşleştirmiyor ki?

– Siyah kötü niyetli bir şeymiş gibi sanatın tamamı psikodrama haline getirilemez.

Rembrandt’ın Baltazar’ın Şöleni isimli resmine bir bak! Resmin sağ üst köşesine İbranice birşeyler yazmış Rembrandt! Duvardaki Yazı! Babil İmparatorluğunun bölünüşünü haber veriyor. Mene, Mene, Tekel, Ufarsin! Anlamı şu; Mene: Allah senin krallığını saydı ve onu sona erdirdi. Tekel: Terazide tartıldın ve eksik bulundun. Feres: Ülken bölündü, Perslere verildi. İşte benim için siyah bu! Senin için ne?

Sonbahar efekti ve pencereden gördüğümüz düşen yapraklar eşliğinde fonda Latince bir arya çalıyor.

Resimlerimi indirsinler, en büyük övgü olur benim için!

Asistanının, tüketim insanına hizmet amaçlı restoran duvarına resim yapmasının yanlış olduğunu irdeleyen cümleleri karşısında Rothko resimlerine çok inandığını söylüyor. Resimlerinin o duvarda, restoranda yemek yiyenlerin üzerine çıkacağına ve onlarla savaşacağına inanıyor. Resimlerin o restoran duvarından indirilmesi durumunda ise en büyük övgüyü alacağını söylüyor. Ressam hala resimlerinin o restoranda fark yaratacağına inanıyor.

– Ben Floransa’ya ilk gittiğimde Michelangelo’nun Medici Kütüphanesine gittim. Michelangelo seni klostrofobinin sarmasını ister. Dört Mevsim’de (Restoranın ismi) benim yakalamaya çalıştığım hissi o yakaladı. İnsanlar takılıp kalsınlar, başlarını duvara vursunlar istedim. Eğer duvar resimlerimi indirirlerse bu çok büyük bir övgü olacak benim için! Resimlerim, çevresindekilerin üstüne çıkacak, birlikte savaşacaklar.

Final Sahnesi!

Ressam yerde uzanmış yatıyor. Masalar, koltuk, sandalye devrilmiş. Pencereden sis efekti geliyor. Asistanı Rothko’yu yerde yatarken buluyor ve intihar ettiğini sanıyor. Bileklerindeki kırmızı lekenin boya olduğunu anlıyor, Rothko’yu yerden kaldırıyor. Rothko restorana gittiğinde yemek bölümünü, resimlerinin sergilenmesi için uygunsuz bulduğunu söylüyor.

– Aç kurtlar gibi birbirlerine bakıyorlardı; “Seni tanıyor muyum? Seni satın alabilir miyim? Maymun çığlığı ile çakal havlaması arası sesler duyarsın orada! Kimsenin gözü görmez ve duvarlara bakmaz. Bütün bu zamanlar boyunca duvarlarda benim resimlerim duracak. Bunu yapsam, resimlerim beni bağışlar mı?

– Onlar sadece resim!

Resimlerini geri alıyor, parasını iade ediyor ve asistanını kovuyor.

– Kovuldun! Çünkü senin yerin dışarısı! Resimlerine bakmalarını sağla. Yeni bir şeyler yap!

Birlikte, yüzleri seyirciye dönük, hayali bir resmin karşısına geçiyorlar ve Rothko asistanına soruyor;

– Ne görüyorsun?

– Kırmızı!

Diyor ve çıkıyor sahneden asistanı, ressam arkasını dönüyor, cebinden bir gözlük çıkarıyor ve takıyor, resme son kez bir daha dikkatlice bakıyor belki de o kırmızıyı görebilmek için ve perde!

Ticaret sanatla ne derece yanyana durabilir? Ticaret sanat için destek midir yoksa tehdit midir? Sanatçı sanatını kimlerle paylaşmaya gönüllü olabilir?

Oyunculuklarını başarıyla sergileyen Devlet Tiyatrosu Sanatçıları; Rathko rolünde Nihat İleri, Asistanı rolünde Turan Günay, seyirciyi konunun içine ilk andan itibaren bodoslama çekiyor.

Dekorun bir parçası olan eski bir pikapta çalan plaklar özenle seçilmiş, arada bir özellikle unutulup plak iğnesinin boşa dönmesinden kaynaklanan sesi bir süre dinliyor seyirci, bu da ortama bir doğallık getiriyor.

Ses ve ışık birbirleriyle paralel olarak oyunu tamamlayıcı bir bütünün parçaları gibi işlevsel olarak kullanılıyor.

Dekor, dönemin minimal anlayışıyla tasarımlanmış boya, tuval ve atölyeye uygun işlevsel unsurlarla donatılmış.

Seçilen renkler, gri ve kirli grinin tonları. Yüksekçe raylarda asılı sürgülü tuvallerdeki boyamalar ise kırmızı ve siyah ağırlıklı.

Yazan: John Logan, Çeviren Eray Eserol, Yöneten İskender Altın.

Bu oyunu izlemek kişiye; hayatın akışı içinde bir an durup sanatı ve yaşamı sorgulama isteği uyandırıyor. Oldukça başarılı sergilenen oyunculuklar ise o denli sarıp sarmalıyor ki sizi sahneye atlayıp konunun içine dahil olma isteği uyandırıyor.

Hayatınızdaki kırmızıyı aydınlatın, kararmasın!

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Arıza Baykuşlar

Yanıtla