Kırk Yıl Öncesinin Hiç Eskimemiş Oyunu: Zengin Mutfağı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBŞT) yapımı olarak izlediğimiz, Vasıf Öngören’in (1938-1984) 1977 yılında yazdığı “Zengin Mutfağı” başlıklı oyunu, Türk siyasi tarihinin çok önemli bir olayını, 15-16 Haziran 1970’deki işçi eylemlerini anlatarak başlıyor.

Brechtçi tiyatronun biçimsel özelliklerini, epik tiyatro yöntemini Türkiye’de ilk kez uygulayan olarak tanımlanan Vasıf Öngören’in eserinde, dönemin emek-sermaye ilişkileri zengin işadamı Kerim Bey’in köşkünde aşçılık yapan Pehlivan Lütfü Usta’nın gözünden anlatılmakta.

Görünenin Ardındaki Gerçekler

Oyun, ‘70’li yılların Türkiye’sini sanki kameraya çekmiş gibi.

Köşkte çalışanların o yıllardaki kavga içinde taraf olup olmama konusunda yaşadıkları çelişkiler, geçirdikleri değişimler, dönüşümler karakter tahlillerine inerek sergileniyor. Parasız genç Selim’in, Kerim Bey’in fabrikasında DİSK örgütlenmesi yapan işçilere karşı zapt olunmaz bir faşist kıyımcıya dönüşüşünü, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi ve sonrasında 12 Mart 1971 askeri müdahalesi süreçlerinde kamplaşmanın, kutuplaşmanın kişiler üzerinde yarattığı etkileri, değişimleri, dönüşümleri rengarenk slaytlar gibi gözlerimizin önüne seriyor.

Dekor

Oyunun sahne düzenini Aysel Doğan yapmış, yaparken üst kata çıkış merdivenini ters kullanarak epik öğe elde etmiş, ama bence öykünün geçtiği dönemin siyasi olaylarının bu izole mutfağa etkisini gösterememiş.

Mutfağı daha fazla şaşaalı tasarlasaymış izleyicinin bildiği öyküye yabancılaşmasını, uzaklaşmasını sağlayacakmış, nedense yapmamış.

Kaplangı’nın Kostümü, Erken’in Müziği

Nihal Kaplangı’nın kostümleri doğalcı bir anlayışla hazırlanmış, kostümler karakterlere, döneme ve konuya uyum sağlıyor. Kemal Yiğitcan, dereceli ışıklar kullanarak, oyuncuların yüzlerindeki hatları ve detayları görülebilir hale getirme başarısını yakalamış.

Aslı Öngören, esere şarkı sözleriyle müziği dahil ederek, sanırım müziği bir çeşit sahne noktalaması olarak kullanmayı tasarlamış.

Çiğdem Erken de, müziklerini yönetmenin bu isteğine “tahsis” ederken, oyunun diğer öğelerine de açıklayıcı nitelikler katmış.

Keman ve piyanodan oluşan düet tarafından seslendirilen şarkıların sözleri olayları vurguluyor, devinimleri açıklıyor, tamam da, Çiğdem Erken’in müziği hem vurguları, hem de hareketleri destekliyor, anlamı daha da belirginleştiriyor.

Çiğdem Erken’in müziği, oyun içinde bir anlamda konuyu açımlamak için kullanılıyor.

Zaman zaman transistorlu radyodan duyulan şarkılar da “Kendi içinde minik göndermeleri olan ve dönemin kokusunu bize hatırlatan unsurlar” olarak ilgi çekiyor, ama radyonun ön sağda duruşu, sesin sahne arkasından gelişi efekt açısından hiç de iyi olmuyor.

Aslı Öngören’in Yönetimi

Aslı Öngören, metne olabildiğince sadık kalarak oyunu yeniden hayata geçirmiş. Epik tiyatronun vazgeçilmez unsuru olan süreci ve değişimi göstermek hususunda belli ki hayli titiz davranmış.

Oyunculuklarda da bu hususu dikkatinden kaçırmamış.

Güncel kimi göndermelerle de oyunu allamış pullamış.

Vasıf Öngören’in oyun içinde kullandığı: “İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli” tümcesindeki “yayvan” iletinin altını çizerek, izleyicisine aklında karşıtlıkları kullanarak akıl yürütme biçimini gerçekleştirmesini sağlamış.

Yakın tarihte yaşanmış bir ayaklanma olayı etrafında dönen olayları Brecht’in epik yaklaşımına uygun olarak sahneye taşımış.

Köpeği, Selim’in ileride düşeceği durumun bir eğretilemesi olarak pek güzel vurgulamış; Selim’in önüne konan yemeği yerken, dışarıda havlamakta olan köpeğin sesinin Selim’in üzerine düşmesi metaforunu da yerinde kullanmış.

Oyunculuklar

Oyuncuların değerlendirilmesine geldiğimde: “Kadro, mükemmel bir uyum içinde oyun çıkarıyor,” demeliyim.

Kız’da Irmak Örnek, yanıt atikliğiyle dikkat toplamakta, ama ben gene de tiyatroda jestin hiç değilse birkaç işleyişini görgül olarak saptamasını ve rolünü kurarken jestlere yasladığı davranışları nasıl kullanacağını önceden saptamasını önereceğim.

Şoför Seyfi’de Ozan Gözel, yönetmenin verdiğini kusursuz işliyor.

Ahmet’te Selçuk Yüksel, seyirciye başarıyla ulaştırıyor, gerçeklerin aktarımındaki farklılığı seyirciyle çok iyi paylaşıyor.

Ali Mert Yavuzcan, eylemleri gibi metne de anlam kazandıracağı sözceleme durumlarını iyi tasarlamış, Selim’i biçimlendirirken coşkularını yönetmeyi ve onları izleyiciye okutmayı biliyor.

Murat Garipağaoğlu, Pehlivan Lütfü Usta’ya iyi hazırlanmış ve açık seçik olan bir alt partisyon kurmuş. Yöntemli bir Lütfü Usta yorumuyla öne çıkıyor. Karaktere ilişkin ne bulduysa, Vasıf Öngören’in metninden ne algıladıysa seyirciye aktarırken, kavrama ve yorumlama sınırlarını da göz göre göre zorluyor.

“Helal olsun,” dedirtiyor.

Bu arada, hani oyunda Aşçı, o dönemde yaşanan olaylara yönelik, “Neymiş bu ölçü” diye soruyor, “faşizm” yanıtını alınca da: “Hay ben bu faşizmin gelmişini, geçmişini, soyunu, sopunu…” diye sövüyor ya!

İBŞT yönetimi bu oyunu baş, orta ve yüzük parmaklarını birleştirip, geriye kalan iki parmağını dik tutarak protesto eden iki zavallının zoruyla sahneden kaldırırsa, benim de “Hay ben bu faşizmin gelmişini, geçmişini, soyunu, sopunu…” diye alenen söveceğimi şimdiden itiraf etmem gerekiyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla