Sumru Yavrucuk Resitali: 'Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi'

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Ebru Nihan Celkan’ın (1980) yazdığı, Altıdan Sonra yapımı olarak sahnelenen “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”, 45 yaşında Umut adındaki transseksüelin yaşamından günlük bir kesiti içermekte. Celkan’ın işlediği Umut karakterinin hayli zor bir yaşam serüveni olmuş, duygularıyla çocukluğundan itibaren uğraşması gerekmiş. Ailesi tarafından dışlanmış, hor görülmüş, şiddete ve tacize maruz kalmış. Koskoca dünyada bir Bülent Ersoy’un, bir de kendisinin olduğunu düşünürken ve de yaşamın kıyısında umutsuzca dolaşırken, yaşamın kıyılarının sandığından daha “umut” dolu olduğunun ayırtına varmış.

Dramanın Özel Dili

Ebru Nihan Celkan, insanın başkaları öyle söylüyor/düşünüyor diye kendini yok yere suçlamasının altını çizerek işe başlamış. Sevdalandığı delikanlının gözlerinin içine bakışını anlattırırken: “Gözlerim o zaman ilk defa benim gözlerim olmuştu” dedirterek, kahramanımızın kendine benzeyen birileriyle karşılaştığında mutluluğu yakalayışını anlatmış. Umut’un bu kişilere duyduğu bağlılığı da, yüceltilmiş sevgisini de aynen kanaviçe işler gibi renkli küçük çarpılardan yepyeni desenler oluşturarak nakışlamış. Edindiği ham malzemeyi eğmiş ezmiş, çekmiş çizmiş, tema’sına sanatsal bir biçim aldırmış. Ham karakteri dramatik karakter haline vardırmış. Dramanın kendine özgü iletim araç ve yollarından oluşan özel dilini pek güzel yakalamış.

Sumru Yavrucuk’un Yönetmenliği

Devlet Tiyatrosu’nda 30. yılını kutlayan Sumru Yavrucuk (1961), yazarının: “Bu oyun insanlığımızın trans bir kadınla imtihanıdır” dediği sert mi sert metni almış, malzemelerini hazırlamış, dağarcığındakileri birbirine katmış, sonra yoğurmuş da yoğurmuş. Elde ettiği hamurdan bezeler yapıp estetiğin incecik oklavasıyla içi dışı bir, saydam mı saydam “yufkalar” açmış. Birbirinden farklı mekânları ve geçmiş ile şimdi arasındaki geçişleri aktarmakta etkileyici teknikler kullanmış. Rolün yazılı yanını yönetmen olarak askıda bırakmamış; sözün söylenebilirliğini, rolün oynanabilirliğini araştırmış. Yazıya dökülmüş diyaloglara kendini bağlamamış; karakterin hareketlerini giysilerini, konunun akışını, atmosferi, ışığı, dekoru, müziği, efekti, sessizliği, tempoyu ve sahne düzenini uygunlukları ölçüsünde birbiri ardına sıralamış. Ebru Nihan Celkan’ın cımbızla seçtiği, yerli yerine oturttuğu sözcüklere, o sözcükleri bütünden kopartmadan bir de dramatik anlam ve değer katmış.

Başak Özdoğan’ın Sahne Tasarımı

Başak Özdoğan, transseksüel Umut’a toplumun dayatmasını, sapkınlıkla suçlanmasını, kötülenmesini, adeta bir böcek gibi dışlanmasını, kendinden olmaya zorlanmasını konu alan eserin mekân tasarımını üstüne almış, ama tasarımı hayli abartmış. Oyunu sokakla buluşturmayı istemiş, sahneden salonun merdivenlerine döşediği kumaşlarda eşcinsellerin “Gökkuşağı Bayrağı”nın renklerini kullanarak gönderme yapmayı denemiş. Ağırlıklı kırmızı kumaşla yaşamı simgeletmiş, sarıyla güneşi vermiş, yeşille doğayı tutturmuş tamam da, nedense cinselliği (Çingene pembesi), iyileşmeyi (turuncu), sanatı (turkuaz), uyumu (çivit mavisi) ve ruhu (mor) es geçmiş. Hal böyle olunca kumaşlar, salona girişte ve çıkışta seyircilerin ayaklarına dolanan, inerken tepetaklak merdivenlerden yuvarlanma riski yaratan “çaputsal abukluk” olmaktan ileri gidememiş. Yani Özdoğan, bezleri ustalıkla “oyun” haline getirememiş. “Gece Kulübü”nü ayıran siyah tül ise, oyunun gelişmesinde etkin bir rol oynamadığı için ister istemez işe yaramamış.

Sumru Yavrucuk Adında Bir ‘Fenomen’

Tiyatro izleyicisinin uzun zamandır televizyon dizilerinden bir nebze özlem giderdiği Sumru Yavrucuk’a gelince: Yavrucuk, “Umut” karakterine fevkalade incelikle yaklaşmış, hatta bir anlamda (sahne hasretiyle olsa gerek) kendini role adamış. Esasında, üstbilinciyle bir çeşit etkileşim oluşturabilmek amacıyla bir avuç dolusu düşünce almayı ve o düşünceleri bilinçaltı torbasına atmayı bilen, beceren enderlerden biri değil mi Sumru Yavrucuk? Üstbilincinin besinini, yaratıcılığının esas malzemesi olarak işte o “bir avuç düşünce” içinde damıtmış. “Bir avuç düşünce”sini bilgiden, deneyimden, zaman içinde depoladığı bütün malzemelerden yaratmış. “Umut” karakteri için yaptığı çalışmasında hiç kuşkum yok ki, canlı tutkuların doğmasını ve büyümesini, içinde uyumakta olan esin yeteneğinin dışa taşmasını amaçlamış.

Transseksüel Vücut Dili

Sumru Yavrucuk, diğer yandan oyununu doğaçlamalarla da beslemiş. Seyirciyle atışmalar yarattığında karakterin gerçekliğine daha bir gerçeklik getirmiş. Fizyolojik olarak var olan dişiliğini bir erkeğe yerleştirmiş, sonra bu erkeğin üstüne kadını bina etmiş. Bunu yaparken sahnede transseksüel betimlemesi yapmaktan titizlikle çekinmiş. Karaktere sahnede can üflerken, vücudunu en ince ayrıntısına kadar transseksüel Umut’un parçası halinde biçimlendirmiş.

Sonuç olarak: Sumru Yavrucuk, İlyas Odman’ın yardımıyla edindiği transseksüel vücut dilini oyun süresince mükemmel sergilemekte.

Ellerini, sırtını, ayaklarını neredeyse sözlü anlatımdan (bu kere de) daha verimli ve etkili hale getirmekte…

Sumru Yavrucuk bu!

Elli dakikalık iyi bir tiyatro metni, sayesinde “üstün oyunculuk” resitali haline gelmekte.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla