Yüzüm Kitap, Çok(kül)türlü Kitaperformans

Pinterest LinkedIn Tumblr +



“Okuma ediminin parçalandığı bir zamanda, yeniden okumaya başlamanın, yeniden tarif edilecek bir sevgi ilişkisiyle mümkün olabileceğine inanıyorum” diyor yazar Çiğdem y Mirol. Yüzüm Kitap, yazarın dörtleme/kuartet olarak adlandırdığı bütünün ilk parçası. Nermin Yazıcı’nın Çiğdem y Mirol ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.

Yazar: Çiğdem y Mirol kimdir?

1983’te Ankara’da doğdu. Bilkent Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı okudu. Bilkent Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı’nda yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans tezini Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı eseri üzerine hazırladı. Şu anda Ghent Üniversitesi’nde, “Performans Olarak Yazarlık” (http://www.rap.ugent.be/node/22) adlı bir proje dahilinde Gertrude Stein’ın yazarlığı üzerine doktora yapmakta ve kitapperformans önerisinin teorik inşası üzerine çalışmakta.  Yaklaşık dört yıldır çok kültürlü ve çok dilli bir şehir olan Brüksel’de yaşayan yazarın bir ayağı da Ankara’da.

Söyleyişi gerçekleştiren: Doç.Dr.Nermin Yazıcı ise, Başkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı’nda öğretim üyesi.

Nermin Yazıcı: Hem yurtdışında hem de Türkiye’de yaşıyor olmanın ilk kitabın Yüzüm Kitap’ın adında ya da içeriğinde bir payı var mı?

Çiğdem y Mirol: Kesinlike evet. Çünkü Yüzüm Kitap, ilk olarak yüz okumayı çağrıştıryorsa eğer, benim içine doğduğum, içinde büyüdüğüm, içinde şekillendiğim ve bir anlamda bakışlarımda bulunabilecek olan kendi çok kültürlü dinamiklerine sahip Türkiye kültürümle karıştığım Avrupa’nın, en azından, Brüksel’in çok kültürlülüğü bana dillerin olmadığı, yetmediği ya da bilinmediği anlarda yüzlerin nasıl da politik, mahrem ya da sosyal kaygıları, sevinçleri ya da değerleri anlattıklarını hep çok düşündürdü, hep de düşündürecek sanırım. Öte yandan, Yüzüm Kitap, facebook kültürünün, yazmak ve okumak üzerindeki etkisinin bir parodisi olarak da okunabilir. Dolayısıyla, Yüzüm Kitap kendini bu yeni kültürün araçlarıyla ve çağrışımlarıyla ifade ettiği ve ilhamını bu dijital platformdan da aldığı için de adı budur. Bu adın bir diğer ilham kaynağı ise, annemin bize her zaman söylediği bir sözdür: “Kalbinize iyi bakın, kalp yüze yansıyan bir şeydir”. Yüzüm Kitap’ın yazarının, okumaktansa bakmaya odaklanan günümüz okuyucularına aşık olduğu ve onları okuma aşkına ve kendine okur olmaya davet ettiği göz önünde bulundurulursa eğer, kitabın da kalbini yüzüyle anlatmak istemesi, Yüzüm Kitap ismini edinmesinin diğer bir nedenidir.

Nermin Yazıcı: O zaman sence herşey yüzümüzde yazılı mıdır? Alın yazısı ile Yüzüm Kitap arasında bir kadercilikten bahsedebilir miyiz?

Çiğdem y Mirol: Herşey yüzümüzde yazılı olmasa da yaşadıklarımızın yüzümüze yansımış hali, herhangi bir sohbette bahsedilen konular, herhangi bir ortamda içinde bulunduğumuz insan durumları ya da yaşantısal bağlamlar dahilinde görünür oluyor bence. Yüzüm Kitap bir dörtlemenin ilk parçası ve bir kitaperformans. Kitaperformans olması, Yüzüm Kitap’ın içinde de yayımlanan “Kitapeformans Manifesto”da da belirttiğim gibi onun doğrucu bir kurmaca kurmayı hedef edinmesi ve kendi yazını yazılır kılmaya çalışması gibi özelliklerini Yüzüm Kitap’ın iç dinamiklerinden ilham alarak ona geri yükledi. Dolayısıyla evet, yazarının yaşadığı ve yaşayacağı kaderini yazması açısından alın yazısı önemli bir anlatısal dinamik Yüzüm Kitap’ta.

Nermin Yazıcı: Yüzüm Kitap’ın içeriğinden bahseder misin biraz? Ne okuyor olacağız?

Çiğdem y Mirol: Yüzüm Kitap’ın içindekiler kısmına baktığımızda “Kayıp Yazar”, “Silik Defter” ve “Beyaz Kalem” başlıklarını göreceksiniz. Anlatılan diğer herşey ve alt başlıklar bu temel üç bölümü birbirine eklemleyen yapıtaşlarıdır. Bu yapıtaşları herhangi bir anlatı olabilir, mesela mektup, e-mail, öykü, şiir, not,  manifesto, resim, boşluk, hayal, rüya, zaman… Başlıkların yanısıra o başlıkların altındaki yazılar kadar önemli olan boşluklardan da oluşmuş olan bir kitapla karşılaşacaksınız. Konu olaraksa bir yazıcının yazar olma serüvenini okuyacaksınız. Bu serüvenin yazarın kendi, bireysel iç dünyasından içinde bulunduğu toplum ya da toplumlarla paylaştığı dış dünyası onun kalemini eline alıp yazmaya başlaması ya da yazamamasının yanısıra, yazdıklarını yayın dünyasına ulaştırması ya da ulaştıramamasını da içerir. Türkiye’nin ve Avrupa’nın yayımcılık konusundaki halleri bu yazıcının deneyimlediği çerçevede olduğu gibi anlatılmaktadır. Bu sırada, bu yazar olmak isteyen yazıcının okura olan duygularını, onunla paylaşmak istediği düşünceleri ve deneyimleri de yazıcının bu serüvenine başlarken kendine bir misyon olarak edindiği aşkı yeniden icat etmeye çalışması da onun (yani benim)  dünya görüşünün temelleri olarak karşımıza çıkar. Aslında Yüzüm Kitap kendi hikayesini “Kendime Yolculuk I”deki şu diyalogla çok bilmiş ya da çok bilinçli bir şekilde anlatıyor: “Kitap mı yazıyorsun? Evet. İlk kitabın mı yoksa? Evet. Hep aynı hikâye. Hayır, birbirinden farklı hikâyeler var. Hep diyorum aynı hikâye, ilk kitap hikâyesi yani. Yok, ben öykülerimi ve öykülerimin hikâyesini anlatıyorum. Bak işte gördün mü, hep aynı hikâye. Sonuçta evet hepsi bir bütün hikâyenin parçaları. Al işte aynı hikâyeye devam. Devamlılık olmasına gerek yok ki, kesik kesik de okunabilir. Kesin kendi hayatını yazıyorsundur. Nerden bildin? Hep öyle oluyor da, ordan bildim. Hayatımı yazıyorum evet, ama önemli olan ne yazdığın değil ki. Ne peki? Nasıl yazdığın! Nasıl yazdığım mı? Evet nasıl yazdığım. Hadi canım sen de, yazarmış bir de, nasıl oluyorsa. Nasıl yazacağımı biliyordum, ne yazacağımı tek başıma kalınca gördüm ve işte başkahramanım bir yazar oldu böylece. Nasıl bir yazar? Şimdilik kayıp bir yazar. Kayıp mı? Evet kayıp. İlginçmiş. Ben dedim sana. Dedin doğru, nerde bu yazar? Çok uzaklarda. Bir gün bulacaklar mı onu peki? Kitabımı okursan öğrenirsin. Peki nasıl şeyler yazıyor kendisi? İşte böyle yazıyor benim yazarım kendini, anladın mı? Anladım, çok keyifli demek ki. Öyle” (Yüzüm Kitap, 71-72).

Nermin Yazıcı: Peki Yüzüm Kitap neden bir kitapperformanstır? Kitapperformans nedir?

Çiğdem y Mirol: Edebiyatla hem sanatsal hem de bilimsel bağlamlarda uğraşıyorum ben. Bu da kendimi sanatsal anlamda yazı aracılığıyla ifade ederken teorik anlamda da yazıyı düşünmeden edememek oluyor. Benim durumumda, bu iki katmanlı ya da iki yanlı, belki de iki yönlü düşünme biçimi deneysellik açısından önemli bir noktada duruyor. Bu da kendi edebî ifade biçimimi yaratmamdaki kilit nokta. Burada altını çizmem gereken şeyse, benim bir kitaperformans kuramı icat edip daha sonra onun edebî örneklerini vermeye çalışmadığımdır. Çünkü, durum tam tersi bir seyir izledi aslında. Önce sadece yazdıklarım vardı. Daha sonra yazdıklarını kendi başına okuyan bir yazıcı olmaktan çıkıp yazdıklarını başkalarına da okutmak isteyen bir yazar olmaya geldiğinde, yani o yalnız ve bireysel dinamikleri olan iç dünyamdan bu sosyokültürel dinamikleri olan dış dünyaya çıkma aşamasında, onları bir türe dahil etmek gerekti. Ancak, edebî türleri yakından tanıyan birisi olarak, benim yazdıklarımın herhangi bir türe yazı olarak dahil olabilseler de yapı olarak sıkışmadıklarını görmek zor olmadı. Öte yandan, bugünün teknoloji bağımlısı ya da bağlantılı iletişim kültürlerindeki peformatif (bakmaya, seyirciye ve sözsel ya da eylemsel edimin sunulu paylaşımına bağlı) özelliklerin benim yazdıklarımda da, çağımın insanı olduğum için, kaçınılmaz bir yeri olması beni kitaperformansın olmadığını bulmaya ve onu icat etmeye kadar getirdi. Şüphesiz, kitaperformansa benzer yapılar var edebiyat tarihinde. Ancak, onu diğer yapılardan farklı kılan şey günümüzün teknolojik iletişim edimleri ve onlardan edindiğimiz alışkanlıklardır. Öte yandan, benim yazdıklarımınsa bir addan ya da sıfattan ziyade bir yapıya ihtiyaçları vardı. O yüzden de ben o yapıyı bana ihtiyaç dışı sunulan herhangi bir türde bulamadığım için,  kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda kendim kurmaya karar verdim.  Böylece çok(kül)türlü bir yapı olan kitapeformans ortaya çıktı. Bu yapının kitap kısmı metinselliği ifade eder. Performans kısmı ise faniliği. Benim kitaplarım ise fanilik ile metinselliğin birbirine ikiz olabileceğini anlatma çabasındadırlar. O yüzden de kitaplarımındaki yaşamın sahibi benimdir, kişilerin başında toplandığı kafa ve hayat da benimkidir. Bakma ve izleme kültürüne performatif yönüyle vurgu yapan kitaperformans türünün ilk örneğinin Yüzüm Kitap olması, bu kültüre (buna belki de facebook kültürü de diyebiliriz zaman zaman) ismen de yapılan bir vurgu olması sebebiyle okumaktan ziyade bakmakta olan okuyucuların dikkatini çekebilir.

Nermin Yazıcı: Yüzüm Kitap’ın, içinde de öngörülen, ilk tanıtım yazısını siz kendiniz yazdınız (bknz. Deliler Teknesi 34 ve Mimesis). Bu tanıtım yazısında kitabın girişinde yer alan yazardan okura gönderilen o mektubu kitabınızın “açılış sahnesi” olarak tanımlamıştınız. O yazıda kitaperformansa yeri geldiğinde “yazarokur performans” ya da “okuryazar performans” da diyebileceğinizi söylüyorsun. Bunlardan yazarokur performansları biraz açabilir misin, çünkü bu bağlamda etkinliklerin oluyor.

Çiğdem y Mirol: Tabii. Kitaperformans dışında, o kitaperformansla ilgili herhangi bir söz ya da yazı ona sonradan eklemlenme potansiyeline sahiptir. Örneğin bu söyleşi de, Yüzüm Kitap’ın kendinden dışarı taşan soru işaretleriyle kendine organik olarak bağlanan, dolayısıyla onun performansına katılan bir parçadır. Kitaperformans yazarı ve okurunu bir araya getirip kendini canlandırdığı okumalar sırasında yazaokur performans adını alıyor. Çünkü, kitap o anlarda, sevgili yazarının ve sevgili okurlarının doğaçlama ve teatral olabilecek yorumlamaları ile canlanıyor. Bir anlamda metinselliği gerçekliğine daha çok yaklaşıyor. Yüzüm Kitap yayımlandığı gün yazarokur performsları birbirinden farklı şehirlerde ve platformlarda devam etmek üzere başladı. Yazarokur performansların yazılı ve fotografik belgelerine hem bu performansları sunmak üzere kullandığım facebook hesabımdan hem de websitemden bakılabilir: (http://www.facebook.com/cigdem.mirol), (www.cigdemymirol.net).

Nermin Yazıcı: Nerede buluşmak istiyorsun okurla?

Çiğdem y Mirol: Aslında kitaperformans, yazarokur performansa dönüşmese de, okurunu ve yazarını ikisi için bir mekân ya da sahne olan kitabın içindeki bazı boşluklarda ya da sözcüklerde, duygularda ya da düşüncelerde buluşturur. Bu kaçınılmazdır. Bu kaçılınılmaz buluşmayı tahmin etmek çok da zor değildir. En basit ya da en yaratıcı okuma edimleri ile de gerçekleşebilir böyle bir buluşma.  Ancak, yazarokur performansların, okurlarla bir araya gelip kitabın bazı yerlerini, ortak bir şekilde, buluşulan mekânın da verdiği enerji ve bütün okurlar arasındaki (ben dahil) o ortak sinerji ile yeniden yazılması, sesli ve teatral olabilecek bu yeniden yazılma sürecine duygusal tepkiler, dış hikâyeler ve sesler ile biricik ve doğaçlama sağlanan bir yorumun okurlara okuma düşkünlükleri bağlamında yeni bir keyif kaynağı olarak sunabileceğini düşünüyorum. Mekân, değişken ama önemli bir etken tabii bu yazarokur performanslarda. Çünkü mekân ortamdaki duygu ve düşünce paylaşımını ya da tepki ve ses unsurlarını çeşitlendirebilir.

Nermin Yazıcı: Okuryazar performansları da açıklar mısın?

Çiğdem y Mirol: Tabii. Okuryazar performanslar, okuryazarların Yüzüm Kitap’a onun hakkında yazmış oldukları yazılar ile eklemlendikleri performanslardır. Bu yazılar, onların Yüzüm Kitap’ı kendi okurluk birikimleri ile nasıl algıladıklarının da bir anlamda resmidir. Çünkü, biraz önce de çıtlattığım gibi, şu anda yaptığımız gibi yazarla yapılan sohbetleri de içerebilecek olan bu okuryazar performanslar, okurun bakışaçısının, kitabı ve yazarı nasıl sorgulamak istediğinin, bazen de onu nasıl yansıtmak istediğinin göstergeleridir. En kısa haliyle okuryazar notlar dediğim bu performansları olumlu ya da olumsuz olarak tanımlamıyorum ben, çünkü okuryazar kişiye kendini yansıttığı gibi yer vermekten yanayım Yüzüm Kitap’ın performansında. Bunu websitemden (www.cigdemymirol.net) takip edebilirsiniz dilerseniz. Öte yandan bu performansları olumlu ya da olumsuz tanımlamak bir kitaperformansa kendi yazısı ile eklemlenen okuryazar kişiyi yargılamak olur. Buna karşıyım, çünkü okuryazar performanslar benim kitaplarım, yazarlığım ya da kurmak istediğim yazıdan çok, okuryazar kişinin okurluğunu açığa çıkaran performanslardır. Onların benim ve kitabımı yargıladıklarını düşünüp onlara karşı bir karşı yargılama yapamam. Örneğin, bir okuryazar Yüzüm Kitap’ı başka bir kitapla, beni de başka bir yazar ile karşılaştırıyorsa, olumlu ya da olumsuz duygularını da işin içine katıp, bu tamamen okuryazar kişinin okuma birikimini açığa çıkarır, Yüzüm Kitap’ın ya da benim edebî halim bu durumun ortaya çıkmasını sağlayan bir etkidir sadece. Daha belirgin bir örnek vermek gerekirse, kişiyle kitabı karıştıran bir okuryazarın performansı onun okurluk birikimiyle kişi ve kitabı ayrı göremediğinin ya da görmek istemediğinin ya da görebilse bile bunu başkalarına öyle göstermek istemediğinin bir göstergesidir sadece, kişi ile kitabın aynı olduğunun değil.

Nermin Yazıcı: Yüzüm Kitap neden bir kuartetin (dörtlemenin) parçası? Tek başına bir kitapperformans olamaz mıydı?

Çiğdem y Mirol: Olabilirdi tabii. Ama benim durumumda olmadı. Çünkü, bu kitabın, performatif yönleri gereği kendi başına belirlediği, yani benden bağımsız gelişen bir yazılma süresi var. Bu süre hem pratik hem de deneysel olarak bütün çeşitlemeleri ile birlikte kitaperformansın denenme süresidir de aynı zamanda. Kitaperformansa fâni gerçekleri olan benim (ki bu yüzden kitabın başkahramanın adı Çiğdem’dir) bu kitabı yazmak için başına oturduğum masa, elime aldığım kalemim, defterim, bilgisayarım, hepsi ilk kez Yüzüm Kitap’la dahil olan parçalarıdır. Bu araçları bir çeşit dekor ya da aksesuarlar gibi ele alabiliriz. Ve bu performansa, kitabın yayıncısıyla (!) [bu arada Kanguru Yayınları’ndan çıktı kitap]buluştuğu süreç, dizgi aşaması, baskı aşaması, kapak tasarımı gibi süreçlerde yazarın rolü ya da yazarın editörlük görevleri ve dağıtıma olan zorunlu katkısının yanısıra bu konudaki kaygıları gibi herşey de dahildir. Performans kitabın basılıp somut bir nesne olarak elimize ulaşmasıyla ya da okurlarına ulaşıp onların onu okuyup bitirmesiyle de tamamlanmaz, belki bu noktada zirveye çıkar ama elbette son bulmaz. Sizinle yaptığımız bu söyleşi de Yüzüm Kitap performansı kuartete yani diğer üç parçasına bağlayan bir dinamiklerdendir, aynı zamanda bir okuryazar performanstır.  Şu aşamada, artık bizden bağımsız bir şekilde var olan bu kitabın yaşayacağı tüm serüvenler onun performansıdır. Bu yüzden, kitap olduğu için gözlenerek ve okunarak anlaşılmasının/keyif alınmasının yanısıra, izlenerek takip edildiği için de performanstır, kitaperformanstır.

Nermin Yazıcı: Kuartetin diğer parçalarının temel unsurları nelerdir?

Çiğdem y Mirol: Öncelikle, onlar da birer kitapeformans. Diğer üç kitabı,  Yüzüm Kitap ile başlayan ve çeşitlenerek ilerleyecek olan bir serinin ve de serüvenin devamı olarak yazıyorum ve yapılandırılıyorum. Biraz önce de belirttiğim gibi bir yazıcının yazar olma hikâyesi devam ediyor, çünkü benim durumumdaki bütün iç yani yaratıcı ve dış yani sosyo-kültürel dinamikleri ile bir yazarlık performansının kendi dünya görüşümün bir parçası olan yazar ile okur arasındaki aşka vurgu yaparak devam edişi. Ancak, kuartetin her parçasının kendine özel yanları da var, çeşitlemlerinin farklı dinamikleri olacak tabii, onlardan vakti geldiğinde bahsetmek isterim. Sevgili okur(lar)a sürpriz olsun bu serinin geleceği.

Nermin Yazıcı: Okurla yazar arasında varolduğunu ileri sürdüğünüz aşktan bahsedebilir misin biraz da? “Aşkı Yeniden İcat Edelim Mi?” diye başlıyorsun Yüzüm Kitap’a, edebiyat tarihinde daha önce hiçbir zaman senin ele aldığın tarzda varolmadı bu aşk. Bu aşkın özellikleri nelerdir?

Çiğdem y Mirol: Evet, ben de edebiyat tarihinde böyle bir aşkın olup olmadığı konusunu epey bir araştırdım, (çünkü master tezimin de bir parçası bu aşk). Böylece dünya görüşümün bir parçası olduğunu sezdiğim bu aşkı bilerek icat ettim. Bu aslında olan bir şeyi ortaya çıkarmak daha çok. Ama yine de keşfetmek değil icat etmek sözcüğünü bu bulgunun yaratıcı bir arayıştan sonra ortaya çıtığını vurgulamak için kullanıyorum. Okura aşk konusuna odaklanmam, çağımız okuyucusunun okumaktan uzaklaşmasının çağımızın psikolojik gerilimleriyle de ilgili olduğunu düşünmemden kaynaklanıyor. Kısacası, okuma ediminin parçalandığı bir zamanda, bu parçalılık göz önünde bulundurularak tabii, yeniden okumaya başlamanın yeniden tarif edilecek bir sevgi ilişkisiyle mümkün olabileceğine inanıyorum. Benim durumumda bu ilişki okur ile yazar arasındaki o metinsel sevgi bağına bağlandı. O yüzden de, Yüzüm Kitap’ın içinde yayımlanan “Kitaperformans Manifesto”nun  maddelerinden yedincisi aşka/sevgiye vurgu yapan maddedir. Şöyle: “Aşk, şimdi ve burada, okur ve yazar arasında, fâni değil metinsel bir olgudur. Bu aşk, okuma edimini yazma edimine karıştırır. Bu aşkta boşluklar hayâllerle doldurulur. Bu aşkta olumsuzluklar gizlidir. Bu aşktan sabit anlam (!) çıkarmak imkânsız bir ihtimaldir. Bu aşk birbirinden farklı biçimlerde dışavurulabilir. Bu farklılık yazarı özgünleştirmeli, okuru özgürleştirmelidir”.

Paylaş.

Yanıtla