Kemal Başar'ın Beynini Oyun Sahnesi Yaptığı Oyun: Hamlet

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Babasını öldürüp annesiyle evlenerek Danimarka Krallığı’nı ele geçiren amcasına ve kendi korkularına karşı uğraş veren Danimarka Prensi Hamlet’in öyküsü, CEF Tiyatro yapımı olarak sahnelenmekte.

Ödenekli tiyatrolar dururken, bir klasiği sahnelediği için, bana sorarsanız CEF Tiyatro özellikle “özel” bir teşekkür hak etmekte.

Diğer taraftan, psikolojik bakımdan dünya edebiyatının en karmaşık karakterlerinden biri olduğu tartışmasız olan bu yoğun şiir ve düşünce yüklü tragedyanın dramaturgisini yapan ve çağdaş bir yorumla sahneye taşıyan Kemal Başar’a da aldığı alkışların helal edilmesi gerekmekte.

Kemal Başar’ın ‘Hamlet’i

Kemal Başar, gelmiş geçmiş “Hamlet” yorumlarını bir kenara itmiş, oyun alanını kendi kafatasının içinde yer alan “kendi beyni” olarak belirlemiş.

Beyninde oyunu kurmuş, Shakespeare’in (1564-1616) bu en uzun oyununu tek perde ve bir saat kırk beş dakikaya indirgemiş.

Tragedyanın yöneleceği hedefi olabildiğince açık seçik biçimde oyunun başında tanıtmış; Hamlet’e, tragedyaya yerleştirilmiş olan çelişkinin sürekli varolan birliğini kişiliğinde canlandırtmış.

Yani Hamlet’i iki karşıt yönü birleştiren ve iki karşıt duyguyu tek bir yaşantıda yoğunlaştıran güç olarak kullanmış.

Yüzeysel Çözüme Yer Yok

Kral öldürülür öldürülmez, izleyicilerin dikkatini yıldırım gibi başka bir ölüm olayına, asıl kahramanın ölümüne odaklamış.

Bu yeni ölüm olayını hayli renklendirerek, izleyicilerin tragedya boyunca bilinçlerini ve alt bilinçlerini rahatsız eden tüm ağır çelişkileri yeniden duyumsamalarını ve yaşamalarını sağlamış.

Metni, birbirlerinin ardına eklenmiş parçalardan oluşturmuş, ama her düzleminde mevcut olan parçalanmışlıkları da yok saymamış.

Kraliçe Gertrude ile Kral Claudius’lu ve Batista ile Gonzago’lu dans tablolarıyla görsel bir anlatım sağlamış, Laertes ile Hamlet’in kılıç düellosu tablosuyla oyuna mükemmel bir dinamizm ve renk katmış.

Yaratıcı Kadro

(Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisine laf etmek haddim mi?

Değil elbette!

O halde “pas” geçmeliyim.)

Diğer taraftan, Murat Gülmez’in fevkalade yalın sahne tasarımının oyuncuyu oynatan, rejiye yön veren bir konsept oluşturduğunun altını çizmeliyim.

Berna Yavuz’un kostümleri eleştiriye çok açık, ama en başta Ophelia’nın ve Kraliçe’nin kostümlerinin “matluba” hiç mi hiç uygun olmadığının altını çizmeliyim. Berna Yavuz deyince bir de merakımı tatmin etmeli, acaba Gonzago’nun ve Polonius’un ayakkabılarını dönemsel bulan çıktı mı diye sual eylemeliyim.

Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımına söz etmemeliyim, ama yahu o kadar çok “black out”a gerek var mıydı; ışık oyunu, ışık kaydırmasıyla o kısacık sürelerin geçiştirilmesini Yüksel Aymaz kotaramaz mıydı diye kendi kendime söylenmeliyim.

Can Atilla’nın müziği için, içe dönük yapısıyla öznel ruh durumlarını güzel sergiliyor, duygusallık duyarlılık açısından kulağa gelişte seyirciyi anında sarıp sarmalıyor, kendi dünyasına alıyor demeliyim.

Hugo Wolff’un şiirselliği olan koreografisinin, estetik açıdan da rejiye ciddi anlamda renk kattığını açıkça dillendirmeliyim.

Oyunculuklar

Osric’de Mehmet Emci, Batista’da Asena Ongan, Gonzago’da Balet Alkış Peker, Mezarcı’da Kosta Kortidis yönetmenin verdiği görevleri hakkıyla yerine getiriyorlar.

Guildenstern’de Hakan Eke, Rosencrantz’de Cemal Gönen ve Horatio’da Mesut Yılmaz pek zayıflar.

Laertes’de Sertan Müsellim ancak yöntemli oyunculuğun teatral başarıyı sağlayabileceğini biliyor, alkışı da anasının ak sütü gibi hak ediyor.

Usta Oyuncu İsmail İncekara, Polonius’a gene aklının ve duygularının uyumlu beraberliğinde can veriyor.

Esra Bereket

Bu arada, daha önce “Sürmanşet” ve “Şems! Unutma!” başlıklı oyunlarda izlediğim ve ümitler beslediğim Beste Bereket’ten Ophelia’da beklediğimi bulamadığımı hüzünlenerek söyleyeceğim.

Bereket’e, oyunculuğunun ön plana çıkması için gerekli olan “etkileyici olma” halinin bireysellikle gerçekleşmeyeceğini anımsatıp, tiyatro adına yapılan her şeyin, ama her şeyin ayırma, seçme, yöntem aşamasından sonra diyaloglara geldiğini hatırlatacağım.

“Uyumlu ve birbirini mükemmel oyunculuğa özendirici oyuncular sahnede tiyatro yapmış oluyorlar” diyeceğim.

Onu sevdiğimi söyleyip, söylediklerimi öğüt olarak ciddiye almasını önereceğim.

Arda Aydın’ın Yorumu

Lale Başar ise, yeteneğini kullanmaktan bu oyunda nedense “imtina” ediyor. Onun kadar deneyimli bir oyuncunun fiziksel anlamda Kraliçe Gertrude’un çizgisini yakalayamaması ne yalan söyleyeyim beni şaşırtıyor.

Kral Claudius’a can veren Hakkı Ergök, kassal hareketleriyle coşkuları, düşünceleri, duyguları izleyiciye aktarabiliyor.

Haaa bu arada, Hamlet rolünde Arda Aydın’ı izlerken, aklıma Ivan Gonçarov’un (1812-1891) Hamlet rolünün canlandırılamayacağını öne sürüşü geldiğini söylemem gerekiyor.

Gonçarov: “Hamlet tipik bir rol değildir, onu kimse oynayamaz ve bu güne kadar bu rolün altından kalkmış bir oyuncu da yoktur” diyor.

Demek ki oyuncu, yönetmeninin de yardımını alarak diksiyon, sahne rahatlığı, özü kavramışlık, takım çalışması, düşünceyi aktarma ve inandırıcı olmak gibi teknik açılardan donanımlıysa oluyormuş.

Kulakların çınlasın Gonçarov!

Demek ki, Hamlet rolü oynanabiliyormuş.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla