Robert Wilson'un Tiyatral Evreni

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Sessiz operalar yapmak ve Einstein on the Beach‘in [Einstein Plajda] nasıl Hitler hakkında olmuş olması gerektiği üzerine

Limelight. 6 Şubat 2013, Çeviri: Gökhan Gökçen

Tiyatro ile ilgili ilk çalışmalarımı 1960’ların sonlarında yapmaya başladım ve hepsi sessizdi. Bu çalışmaların neticesinde yedi saat süren büyük bir oyun ortaya çıktı – o da sessizdi. Oyun, hiç okula gitmemiş, tek bir kelime bilmeyen, sağır ve dilsiz 13 yaşındaki Afrikalı-Amerikalı bir erkek çocuk ile beraber yazıldı. Bu işi 1971’de Paris’te, sadece iki kere sergileyecektik ama çok büyük bir başarı elde etti ve kendimizi beş buçuk ay boyunca her gece kapalı gişe 2200 kişiye oynar bulduk. Altyapım mimari ve resim üzerine olduğu için tiyatro alanında bir kariyer en son beklediğim şeydi. İşin ismi Deafman Glance [Dilsizin Bakışı] idi ve Fransızlar ona “sessiz opera” ismini taktı. Bunu düşünmeye başladım ve gerçekten de bunun doğru olduğunu fark ettim: Bu, yapılandırılmış sessizliklerdi. Bu benim başlangıcım oldu.

Bugün, eğer Wagner’in Yüzük’ünü, Shakespear’ın Kral Lear’ini ya da Üç Kuruşluk Opera’yı yönetecek olsam yine eseri sessiz olarak yönetmeye başlarım. Biraz garip geleceğini biliyorum ama Yüzük serisini iki kez yönettim ve her seferinde tamamını önce sessiz bir şekilde sahneledim. Bu demek oluyor ki, Brunnhilde daha sonra şarkı söyleyeceği postürde beş dakika bekleyecek, böylelikle rolünü icra ederkenki fizikselliğini ve görsel imgenin neye benzediğini anlamaya başlayacak. Önce sessizlikleri dinlemeye ve nasıl yapılandığını anlamaya başlarız, ardından metni ve müziği eklerim.

Sahnede görülenin müziğin resmedilişi olması gerekmediğine inanıyorum –metnin resmedilişi de olmak zorunda değil. Kendi başına ayakta durabilen bir şey olabilir. Tiyatroda, özellikle operada, gördüğümüz duyduklarımıza eşlik eden bir dekorasyon gibi. Daha yeni Berlin’de Wagner hakkında büyük bir sergiye gittim. Wagner’in Yüzük’ünün 20. yüzyıldaki 25 civarı sahnelenişinin, biri hariç, hepsinde gördüğümüz şeyin duyduklarımızın resmedilmiş hali olması ilginçti. Wagner’in devrimciliği şundan kaynaklanıyordu; o hem bir müzikal skor, hem de metin skoru yazdı ve müziğin metni takip etmesi gerekmiyordu. Kimsenin bir Wagner operasının görsel skorunu ele alıp onu her zaman müzik ve metni takip etmek zorunda olmayan bir şey haline getirmemiş olması ilginç geliyor. Dolayısıyla Wagner’i yönetirken ben bunu yaptım. Görsel yönü üzerine ayrıca çalıştım ve sonunda her bir parçanın kendi başına ayakta duracağını ümit ederek hepsini biraraya getirdim – hiçbiri diğerini resmetmiyordu.

Bugün “opera” olarak adlandırdığımız şeyde, neden soyutlamanın neredeyse hiç var olmadığını merak ederim. Modern dansta bir hikaye anlatılmak zorunda değildir. Bir erkek ve bir kadının dans ettiğini görürsünüz ve bu bir aşk düeti olmak zorunda değildir; bu sadece bir zaman-mekan tasarımıdır. Çağdaş bir resme baktığımızda renkleri, biçimleri vb. beğenebiliriz. Operada hala bu anlatıyı istiyoruz. Philip Glass ile beraber yazdığım Einstein on the Beach [Einstein Plajda] operasında anlatı yok, bu soyut, herhangi bir şeyle serbestçe ilişkilendirebileceğiniz bir eser. Trenler görürüz, çünkü Einstein trenlerden bahsetmiştir. Bir mahkeme görürüz, çünkü Einstein’ın bilimi yargıladığı söylenir. Oyun boyunca bir çok referans var, bazıları çok spefisik, ama bir anlatı yok. İlk başta, ben Hitler üzerine bir sahneleme yapmayı planlamıştım, ama Phil kati bir şekilde buna karşıydı. O Ghandi üzerine çalışmak istiyordu, ben de bundan emin değildim. Einstein ikimiz için de tam uygun oldu.

Avustralya’ya gelecek olan yeni prodüksiyonum Üç Kuruşluk Opera benim için esaslı bir meydan okuma oldu, çünkü onu 1928’de Bertolt Brecht ve Kurt Weill’ın orijinal olarak sahnelediği tiyatroda çalıştım. Zaten iyi bildikleri bir oyunun sessiz bir şekilde kurulması oyuncular için garipti. Daha da garibi, 1968’de New York’ta ilk oyunumu sergilediğimde (o da sessiz bir parça idi) Berthold Brecht’in oğlu Stefan kulise geldi ve “Babamın oyununu yapmanız harika olur, öğle yemeğinde buluşalım mı?” dedi. O zamanlar Berthold Brecht’in kim olduğunu dahi bilmiyordum: Teksas’tan çıkma bir delikanlıydım ve Brecht bana çok yabancıydı. “Broadway’de bir Üç Kuruşluk Opera prodüksiyonu sergileniyor ve tamamen hatalı yönetilmiş.” dedi “Sizin gidip onu kurtarabilecek kişi olduğunuzu düşünüyorum”. Tiyatro hakkında gerçekten bir şey bilmediğimi söyledim. “Önemli değil, bunu yapabilecek doğru kişi olduğunuzdan eminim” dedi. Bu tartışma on gün sürdü ve sonunda yeterince yetkin olmadığımı düşündüğüm ve yeterli deneyime sahip olmadığım için reddettim. Dolayısıyla Berliner Ensemble’ın yıllar sonra beni, yönetmem için davet etmesi, işte, bu çok ironik, ama aynı zamanda da memnuniyet vericiydi. Ve ben de kabul ettim.

Robert Wilson’un yönettiği Üç Kuruşluk Opera, Berliner Ensemble tarafından Perth Festivali’nde  (Avustralya) 8-11 Şubat tarihleri arasında sergilenecek.

Paylaş.

Yanıtla