Muhsin (Ertuğrul) Hoca (3)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zafer Diper

İki yazıda toparlayamadım. Bitmiyor ki… Muhsin Ertuğrul deyince, onla birlikte ister istemez siz de bir yerinden takılıveriyorsunuz tarihsel sürece…

Ümran Avcı, Ayşegül Çelik’in kitabıyla ilgili yazısında: “Ezalı cefalı ama alacağı mesafe uzun olacaktı…” diyor, Muhsin Ertuğrul için: “Gerçekten de yalnızca bir kuru ekmek bulacaktı çoğu zaman… Ama üç padişah, altı cumhurbaşkanı görecek, gün gelecek gerek sahnede, gerekse de sahne için yaptığı yenilikler ve ilklerle ayakta alkışlanacaktı. (…)

Muhsin Ertuğrul, 2 mart 1927’de Baykuş adlı oyunda ihtiyar bir köylüyü canlandırıyordu. Veliaht Abdülmecit Efendi de oyunu izleyenler arasındaydı. Oyun muhteşem bir finalle sona erdi… Birkaç gün sonra Darülbedayi’ye saraydan bir haberci geldi. Veliaht, oyunun başrol oyuncusu ve yönetmenini köşke davet ediyordu. Gittiler. Veliaht onları görünce şaşırdı. Abdülmecit Efendi, oyundaki ihtiyar köylünün yüzünden çok etkilenmiş, onun bir portresini yapmak istemişti. Fakat beklediği ihtiyar yerine gele gele 24 yaşında genç bir delikanlı gelmiş, sahnedeki adamın kendisi olduğunu iddia ediyordu. Muhsin, kendini nasıl ihtiyarlattığını, bulduğu makyaj hilelerini anlatmaya başladı. Abdülmecit Efendi, bunların hiçbirine inanmadı ve o makyajla bir fotoğrafhaneye gidip birkaç poz çektirerek kendisine getirmesini söyledi. Ertesi gün fotoğraflar çektirildi… Baykuş’taki üstün başarısı nedeniyle Muhsin’in maaşına iki lira zam yapıldı…”

Şu oyunculuğun gücüne bakın; Veliaht’ın “gözlerine inanamadığı” o gerçekliğe…

Yaşlılık deyince de “yoksulluk-yoksunluk” acısı çöküyor içime…

1920 yılında Darülbedayi, Hüseyin Suat’ın Yamalar adlı oyununu Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosu’nda(şimdiki Reks sineması) sahneye koyuyor. Eliza Binemeciyan’ın topluluktan ayrılıp yurt dışına gitmesi üzerine Emel rolünü üstlenecek bir bayan aranıyor. Bu rol için seçilen de Afife Jale oluyor. O tarihi geceyi, altı yıl sonra Refik Ahmet Sevengil’e anlatırken “Hayatımda mesut olduğum ilk gece” diyordu Afife; “Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Ağlama sahnesinde taşkın bir saadetle ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; işte sen o fedaisin’ dedi.”

Afife sahneye çıktığı ilk günden başlayarak polisle köşe kapmaca oynar. Tiyatroyu sürekli basan polislere yakalanmaması için kaçırılır; evlerde saklanır, kılık değiştirir. Ancak 27 Şubat 1921’de Dahiliye Nezareti, Müslüman Türk Kadınlarının sahneye çıkmasını yasaklayınca, Darülbedayi yönetim kurulu 8 Mart 1921’de Afife’yi tiyatrodan çıkartma zorunda kalır. Artık ücretli görevine son verilmiştir; güvencesiz ve parasızdır… Bir süre sonra Fikret Şadi’nin Milli Sahnesi ile Anadolu turnelerine çıkar Afife. Ve giderek uyuşturucu girer yaşamına. Sağlığı bozulur. Yaşamının son yıllarını Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi’nde geçirir. 39 yaşındayken, 1941 yılının 24 Temmuz günü yaşamını yitirir. Ölümü gazetelere haber bile olmaz. Cenazesine 4 kişi katılır.

Gömütü nerededir bileniniz var mı, şimdilerde bile?!

Dediğiniz gibi “fedai miydi Afife,” Hüseyin Suat bey; “yoksa feda edilen mi?!”

Siz bunu düşünedururken biz de kopalım birazcık Muhsin hocalardan, bakalım azıcık yakın tarihlere…

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zafer Diper

Yorumlar kapatıldı.