Ortaçağ Dekorlu, Kadın Eksenli Bir Kara Komedi: 'Sessizlik'

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Sizleri bilmem, ama İngiliz oyun yazarı, yönetmen ve oyuncu Moira Buffini (1965)’yi bana, sadece “İngilizce” bilen değil, İngilizcenin tarihsel, sosyo-politik, kültürel-folklorik özelliklerini de sindirmiş bir çevirmen olarak, “Şölen-Dinner” oyunuyla 2010-2011 sezonunda Ahmet Levendoğlu tanıştırdı.

‘Şölen’den Sonra ‘Ölümüne’

Buffini ile Tiyatro Stüdyosu yapımı izlediğimiz “Şölen”in hemen sonrasında, 2011-2012 sezonunda Rus oyun yazarı Nikolay Robertovich Erdman (1900-1970)’ın oyunuyla bir kez daha rastlaştık.

Devrim için Kızıl Ordu’ya katılmış genç bir yazarın Stalin döneminde uğradığı hayal kırıklıklarını anlattığı ve Sovyet döneminde yazılmış en iyi oyun olarak tanımlanan “İntihar-The Suicide (1928)”ı “Dying For It” adıyla Moira Buffini Londra’daki Almeida Tiyatrosu için uyarlamıştı.

Buffini’nin çarpıcı tiyatro dilinin tadına, Ceren Yalçın’ın Türkçesi,  Mehmet Birkiye’nin rejisiyle Kent Oyuncuları’nda “Ölümüne”de bir kez daha vardık.

Ortaçağ Mihraklı Bildiri

Moira Buffini’yi 2012-2013 sezonunda; irademiz dışında dayatılan yazgılar karşısındaki sessizliği, tarihte “felaketler ve zorluklar” dönemi olarak tanımlanan Ortaçağ İngiltere’sinde tartışan bir kara komediyle, “Sessizlik (Silence)” başlıklı oyunu ile İstanbul Devlet Tiyatrosu, bir kere daha İstanbullu tiyatroseverlerin huzuruna getirdi.

“Sessizlik”, bana sorarsanız, şiddet ve gaddarlığın hüküm sürdüğü Ortaçağ “mihraklı” bir bildiriydi.

Konu

Buffini’nin 1999 yılında yazdığı “Sessizlik”, Cumbria Lordu Silence’ın, ağabeyinin sürgüne yolladığı Fransız Prensesi Ymma ile İngiltere Kralı Ethelred tarafından zorla evlendirilmelerini konu edinmekteydi.

Oyunu izledim, Moira Buffini, fevkalade incelikli yazın diliyle, kadının yüzyıllar boyunca erkek toplumunda sessizlik ekseninde var olabildiğini, oyun boyunca sürpriz paketleri içinde, gelişen olaylar zincirine dizdi, altını çizdi.

Epik bir dünya yaratarak, (Çevirmen Serdar Biliç’in dediği gibi) tarihsel olandan aktüel olanı damıtarak, politik bir altyapıyı ustalıklı bir incelikle fars mekanizmalarıyla boyutlandırıp lezzetlendirdi, cinsiyet algısının altını üstüne getirdi.

Dans Düzeni Var Da Dans Nerede

Oyunda Alpaslan Karaduman’ın dans düzenini hangi danslar için uyguladığını bilemedim, ama pek de fazla düşünmeden “Dans Düzeni” denilenin, Koro’nun hareketlerine düzen getirmek olduğuna karar verdim.

Çağrı Beklen’in oyun başlar başlamaz atmosferi yaratan müziklerini sevdim.

Önder Arık’ın oyundaki her tabloyu, her tablo içerisindeki oyuncuların mizansenlerini, duruşlarını saptamasını ve oyunun bütününü düşünerek en ideal tasarım tekniğini uyguladığını, hemen oyun sonunda, hiç değilse etrafımdakilere övmek istedim, ama nedense çekindim.

Dekor, Kostüm, Çeviri

Efter Tunç’un, eseri bu kadar güzel okumasını, sahne tasarımıyla antik trajedi çizgisi içinde kutlanası bir ilkel güzellik yaratışını ne yalan söyleyeyim yere göğe sığdıramadım, hangi mertebeye yerleştireceğimi bilemedim.

Şirin Dağtekin Yenen’in kostümleri için, lafı hiç uzatmadan: “Sahnelemenin tonunu giysileriyle tam eylemiş” dedim, başka da bir şey demedim.

Eseri dilimize kazandıran Serdar Biliş’in kendine özgü çeviri kuramlarını, giderek kendi içinde çeviri pratiği oluşturuşunu, yazarın çevirmene pek de açık olmayan yorum ufkunu ustaca aralayışını, deşişini, sabırla eşeleyişini çok sevdim.

Yönetim ve Oyunculuklar

Oyunu sahneye taşıyan Mehmet Birkiye ise; tarihsel, toplumsal, epik tiyatro ve içsel dünyanın coşkulu, şiirsel tiyatrosuyla; düş, iç durum ve varlık tiyatrosu arasındaki savaşı oyunda birleştirmiş, bu arada oyuncu yönetiminde de başarıyı enselemiş; yönetmen kazanında oyunculukları pek güzel eritmiş, birleştirmişti.

Rollere dönük tüm yaklaşımları oyuncularına sezdirmiş, bilgilendirmiş, anlatarak vermişti.

Duyguları sürekli harekete geçiren ve bu sayede fiziksel skorlara yaşam veren yönelimleri aratmış, buldurtmuş, edindirtmişti.

Oyunculuklara Gelelim

Sıra oyunculukları deşmeye gelince Yiğit Çelik, Tuğrul Karanfil, Suzan Sabancı, Gökçe Aktaş, Murat Usta, Can Bora, Ferhat Akgün, Ömer Utkan sadece dışsal fiziksel gerçeklikleriyle değil, sahne heyecanlarıyla da alınlarından birer birer öpülmeyi hak etmekte.

Agnes’te Nimet İyigün, duygularını, iradesini, aklını, tüm varlığını harekete geçirebilirken; Ethelred’de Münir Can Cindoruk, oyun boyunca hem fevkalade tempolu bir oyun, hem de çok da iyi “pas/lar” vermekte…

Van Devlet Tiyatrosu’ndan gelme Süleyman Atanısev’in, Papaz Roger’da kendine denk düşen içsel özlemleri mükemmelen açığa çıkartışı, böylece içsel oynama kışkırtıcılarını buluşu örnek oluşturacak nitelikte.

Savaş Özdemir, amacından sapmayan oyunculuğuyla Eadric karakterine hiç aşırılığa kaçmadan iyi yön vermekte.

2009-2010 sezonunda “İmparatorluk Kuranlar” oyununda izlediğim ve mercek altına aldığım Oya Uyar, Ymma’da gövdesini duyguların tamamen hizmetinde tutma yeteneğini, bir rolü canlandırmaya yönelik dışsal tekniğin temel meselesi olduğunu kimden öğrenmişse, “öğretene de, öğrenene de helâl olsun” dedirtmekte.

Silence’da Funda Eryiğit, beklenen uyarıcılara mükemmel tepki vermekte, kendisinden istenileni titizlikle ve ciddiyetle yerine getirirken, merceğimin altında alnının teriyle kendisine yer edinmekte.

“Sessizlik”, bence yılın en iyi yapımı olarak tanımlanmayı hak etmekte.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla