Yaratıcı Drama Köprüsü Sempozyumundan Eğitimci İzlenimleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Haber/ Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen Yaratıcı Drama Sempozyumu Köprüsü (http://www.yaraticidramakoprusu.com) Terakki Vakfı Okullarında gerçekleşti. Organizasyon açısından özenle organize edilmiş sempozyumda birbirinden farklı 8 atölye çalışması ve 5 farklı sunum yapıldı. Etkinliğe drama ve tiyatro ile ilgilenen çok sayıda eğitimci ve öğrenci katıldı. Sempozyum yürütücüleri tarafından 26 Şubat 2011 yılında yapılan birinci buluşmanın kitapçığı katılımcılara ücretsiz olarak dağıtıldı. Bu yıl yapılan sempozyum iki yıl sonra yayına hazır hale geleceği için, Mimesis Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu/drama editörlerine ulaşan bazı izlenim yazılarını ve yapılan çalışmalara dair katılımcı gözünden notları toplu halde yayınlıyoruz. Drama ve eğitimde tiyatro alanında bilgi paylaşımına dayalı bu tarz sempozyum ve etkinliklerin artmasının alana katkı sağlayacağına inanıyoruz. Farklı okullarda çalışan drama ve tiyatro eğitmenleri Nedim Buğral, Emine Kınacı, Nur Demir, Aylin Gül, Bülent Sezgin ve Özlem Ovalı’nın katkısıyla hazırlanan raporu aşağıda okuyabilirsiniz.

Terakki Vakfı Okullarının 2. Sempozyumunun Ardından

Nedim Buğral

İlkinden sonra ikincisine de katılma fırsatı bulduğum Yaratıcı Drama Köprüsü, Özel Şişli Terakki’de gerçekleşti. Tamer Levent’in açılış konuşması dramanın “durum” olduğunu kelimenin anlamı üzerinden izahı, pratiklerin paylaşıldığı bunun gibi köprülerin altından çok sular akmışken, bana hala işin kuramında patinaj yapıyormuşuz hissi uyandırdı.

Sempozyum açılışından sonra okulun sınıflarında gerçekleştirilen sunumlar eş zamanlı olarak başladı. Eğitim İçin Tiyatro, Haklar Sahnesi”: Çocuk Hakları Programı, Çift Dilde Masalların Yarattığı Döngü, Kültürel Mirasımızı Keşfediyoruz, Kurbağa Öyküleri sempozyum sunumlarının başlıkları idi ve ben bunların arasından “Eğitim İçin Tiyatro” sunumuna katıldım. Sunumu okulun drama öğretmeni Hafize Güner yaptı. Güner sunumuna drama ile tiyatroyu bazı yazılı kaynakların, akademisyen ya da alan çalışanlarının bir biri ile çatışan iki olgu gibi ele aldığını, bazen drama öğretmenlerinin okulda öğrenciler ile tiyatro yapmayı çok sakıncalı bir şeymiş gibi yorumlandığına dair görüşler olduğunu aktardı. Hafize Güner, benim de tamamen katıldığım bir biçimde tiyatronun doğru biçimde kullanılması durumunda eğitim için çok önemli bir araç olduğunu ve drama dersleri ya da okul programları içinde değerli bir yeri olabileceğini İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Öz Tiyatro” kavramı ile açıklamaya çalıştı. Buna göre Terakki Okullarında “sevgi, saygı öteki bilinci, sorumluluk, sanata karşı olumlu tutum kazandırmayı amaçlayan” hedefler doğrultusunda uygulamaların tüm aşamalarına çocukların aktif katılımı ile (Örn; hikâyelerini ya da kostümlerini vb. kendilerinin oluşturması) oyunlar bazen okul koridorunda, bazen de arkadaşlarına okulun diğer alanlarında sunuluyor. Öz tiyatro ile yaptıkları hem süreç odaklı, hem de sahnelemenin -bir şov unsuru ile kurgulanmama durumunda- sonuç odaklı yaklaşımında da çocuklara faydalar sağlıyor. Kabaca diyebiliriz ki okulun drama öğretmenleri bazı dramacıların! sakıncalı buldukları çocukların sahnede gösteri yapma meselesine “öz tiyatro” yaklaşımı ile bir çözüm üretmişler yada daha da iddialısı bir model oluşturmuşlar. Sunum süresinin 40 dakika olması yaptıkları işi anlatmak için yeterli olmakla birlikte, iş katılımcıların deneyimlerini aktarma ve tartışma aşamasına geldiğinde süre bitti. Şimdilik köprüde bilgi akışının tek yönlü görünmesi de sanırım bir sonraki sempozyum tasarımı yapılırken göz önünde bulundurulacaktır.

Öğle yemeğinin ardından atölyeler başladı ve ben Yrd. Doç. Dr. Nihal Kuyumcu’nun, Forum Tiyatro oturumuna katıldım. Forum Tiyatro’ya dair kısa ama etkili bir teorik bilgilendirme ile başlayan Kuyumcu, grup ile çeşitli ısınma ve alıştırma etkinliklerinden sonra grubun homojen (Kuyumcu forum tiyatro çalışılan grupların yapısının homojen olmasının önemine özellikle değindi.) yapısına uygun sorunları ele alabileceğimiz konuları katılımcılardan yine egzersizler yaptırarak aldı. Çalışmanın devamı müdür baskısı ile gösteri hazırlayan bir öğretmen arasındaki duruma odaklandı ve böylece katılımcılar hem bir forum tiyatroyu hem de forum tiyatro ile kendi sorunları olabilecek bir konuyu tartışma fırsatı buldu.

Terakki Vakfı Okullarının düzenlediği sempozyum tam da dramanın doğasına uygun bir etkinlik. Büyüyen bir aileyiz ve paylaştıkça derinleşmeye devam edeceğiz.

Tamer Levent’in Yaşamak-Öğrenmek, Rol Yapmak-Yaşamak adlı Atölye Çalışmasından İzlenimler

Bülent Sezgin

Türkiye’de 1980 sonrasında drama alanının popülerleşmesinde öncülük yapmış kişilerden birisi olan Tamer Levent, 4 saat süren atölye çalışmasında ilk olarak drama kavramının “durum ve durum bilgisi olarak” anlaşılması gerektiğinin altını çizdi. Drama kelimesinin acıklı olarak algılanmasının yarattığı sorunlara değindi.

İkinci olarak otokontrol, spontenlik ve yaratıcılık ilişkisi bağlamında düşüncelerini paylaşan Tamer Levent, otokontrol ve rol oynama sayesinde demokrasinin gelişebileceğine vurgu yaptı. Ancak bu noktada rol oynama kavramı üzerine tartışmalar yapıldı. Bu tartışmalar aynı zamanda çeşitli durum doğaçlamaları üzerinden pratik olarak yapıldı. Örneğin   kız kardeş ve erkek kardeş arasında kalemtraş yüzünden çıkan bir tartışmanın, anne ve babayı da etkileyerek aile durum çatışmasına dönüşmesi işlendi. Ayrıca aynı rolün farklı üsluplarda oynanmasının, durumu nasıl etkilediği üzerine denemeler yapıldı. Bir diş hekimi ve hastası arasındaki durum çatışması, rol oynama ve oyunculuk çalışmasında dikkat edilmesi gerekenler vurgulanarak yapıldı. İnsanın tiyatroda rol oynaması için gözlem ve bilgi sahibi olması gerektiği vurgulandı.

Dramanın bir sanat değil, bir çalışma yöntemi olduğunu belirten Tamer Levent, sanatın bir eylemin özenle yapılmasının felsefesi olduğunu belirtti. Bu anlamda sanat yapmak için özen gerektiğini ve dramanın başlı başına bir sanat olmadığını vurguladı.

Tamer Levent, 1985’li yıllarda Almanya’da Türkiye’ye drama tekniklerini öğretmek için gelen H. Nickel’in dramanın disiplinlerarası yönüne vurgu yaptığını söyledi. Drama çalışmalarını animatörlükten çıkaran şeyin farkındalık oluşturma ve disiplinlerarası bakış açısı olduğunu belirtti. Toplumdaki kaderciliğin ve vurdumduymazlığın aşılmasında, drama yönteminin etkili olabileceğini düşündüğünü belirtti. Örneğin drama dersi alan kişilerin, daha kolay adaptasyon yaşadığını, dramanın kişinin yaşamına olumlu etki yarattığını belirtti. Narkotik şubesinde çalışan polislerle yaptığı bir drama deneyimini aktardı. Tamer Levent, polislerle yapılan drama çalışmalarının da kişinin otokontrol sürecine destek verdiği için yararlı olabileceğini söyledi. Özelikle toplumsal eylemler sırasında öfke kontrolü sağlanmasında drama deneyiminin faydalı olabileceğini belirtti.

Bu bölümde, “drama yöntemini kullanan eğitimcilerin etik tavrı” ve “ırkçı-ayrımcı söylemlerin oluşmaması için liderlerin dikkat etmesi gereken durumlar üzerinde tartışma yapıldı. Tartışma esnasında farklı görüşler dile getirildi.

Yaratıcı Drama ve Duygusal Zekâ Atölyesinden İzlenimler

Aylin Gül–Özlem Ovalı

Terakki Vakfı Okulları Özel Şişli Terakki İlkokulu’nda gerçekleştirilen 2. Yaratıcı Drama Köprüsü Sempozyumunda, Eray Beceren liderliğinde “Yaratıcı Drama ve Duygusal Zekâ” adlı atölye çalışması gerçekleştirildi. Bu atölyenin amacı günümüzde yalnız IQ’nun değil, EQ’nun yani sosyal ve duygusal zekânın öneminin anlatılması ve bunun gelişimi için yaratıcı dramanın tekniklerinden yararlanılması gerektiğinin vurgulanmasıydı.

Eray Beceren’e göre eğitim, iş, sosyal ilişkiler gibi alanlarda IQ (Intelligence Quotient)’nun zekayı belirlemede tek ölçüt olmadığı görüşü 1980’li yıllardan itibaren yapılan psiko-sosyal ve bilimsel çalışmalarla hız kazanıp duygusal zeka kavramı ortaya atılmıştır. Sözel-sayısal zeka gibi ayrımların yerine çoklu-zeka kavramı gündeme getirilmiş ve özellikle çocukların duygusal, bilişsel, sosyal becerilerinin gelişmesinde önemli yeri olduğu vurgulanmaya başlamıştır. Atölyede bu becerileri geliştirmede öncelikle kişinin kendi duygularını tanımasının, başkalarının duygularını fark edebilmesinin (okuyabilmesinin) öneminden bahsedildi. Farkındalık, öz denetim, öz yönetim, iletişim, motivasyon ve empati gibi becerilerin gelişmesinde drama uygulamalarının en etkin yöntemlerden biri olduğu uygulamalı olarak çalışıldı.

Atölye yapılacak alanının dışında duygu gazetesi oluşturulmuştu. Alana giriş yapar yapmaz atölye süresince ve başlangıcında duygularımızı, hissettiklerimizi yazabileceğimiz söylendi.  İlk olarak Eray Beceren tarafından duygusal zekânın tanımı yapıldı. Çoklu zekâ teorisinin tablosu tahtaya çizildi. İnsan beyninin sayısal, sözel, görsel, işitsel, kinestetik, doğacı, kişisel ve sosyal olmak üzere sekiz kısmının olduğu kişisel ve sosyal kısmının EQ’yu oluşturduğu anlatıldı.

KİŞİSEL                      SOSYAL

Kişisel tanım
Kişisel farkındalık
Özbilinç
Sosyal farkındalık
Sosyal bilinç
Kişisel yönelim
Öz yönetim
Sosyal beceriler
İlişki yönetimi

Duygusal Zekâ               Sosyal Zekâ

Tanımlamalardan sonra ilk aşamada gözlerimizi kapattık ve ellerimizi, ayaklarımızı uzatarak rahat bir konum aldık. Bir dakika boyunca derin nefes alarak sadece kendi nefesimize odaklandık. Aşamalı olarak gözlerimiz kapalı haldeyken bedenimizi farkına varmaya çalıştık. Hafif müzik eşliğinde ayak parmak uçlarımızı, ayaklarımızı, ayak bileklerimizi, dizlerimizi, bacaklarımızı, belimizi, omuzlarımızı, dirseklerimizi, elimizi, boynumuzu, saçlarımızı hissetmeye çalıştık. Farkındalığın önemli olduğundan söz ederken önce kendi bedenimizi fark etmemiz gerektiğine karar verdik. Sloganımız şuydu: “Farkındalık önemlidir ama önce kendi bedenini fark et.”

İkinci aşamada ise kısaca herkes kendini tanıttı. Tanıtmaları yaparken eğitmen Eray Beceren herkesin duygu durumunu on üzerinden puanlandırmasını ve verdiğimiz puanları gerekçelendirmemizi istedi.  Bu tanışmadan sonra mekânda kimse birbiriyle göz göze gelmemeye dikkat edecek şekilde dolaştı. Evrende tek olduğumuzu ve bizim dışımızda kimsenin olmadığını düşündük. Daha sonra etrafımızda bizim dışımızda dolaşıp duran varlıkları algılamaya çalıştık. Artık birbirimizin gözüne kaçamak olarak bakabiliyorduk. Bu kaçamak bakışlardan sonra herkes karşısına ilk çıkana gülümsedi. Gülümsemenin ardından ise merhabalaşarak karşılaştıklarımıza istediğimiz bir soruyu soruyorduk. Tüm bunlardan sonra kızgın, korkmuş, öfkeli gibi çeşitli duygu durumlarını canlandırarak yürüdük. Bu yürüyüşler esnasında örneğin kızgın yürüyorsak kızdığımız bir anı düşünüyorduk. Aralarda durduğumuzda isteyen kişiler neye, neden kızdığını paylaşıyordu.

Üçüncü aşamada kalıp diyaloglar üzerinden canlandırma çalışması yapıldı. Bu çalışmada bir kadın ve erkeğin aynı diyalogları farklı duygular ve olaylar karşısında nasıl tonlandırdığı ve duyguların konuşmalara nasıl etki ettiği üzerine farkındalık kazandırıldı.

Dördüncü aşamada ise herkese büyük kâğıtlar dağıtıldı. İkili eşler olduk ve kâğıdın üzerine yatarak eşimizin yardımıyla siluetimizi çizdik.  Çizilen siluetlerimizi güçlü, gelişime açık, fırsatlar ve riskler olmak üzere dörde ayırdık. Bu ayrılan bölgelere özelliklerimizi yazdık. Sergi olabilecek şekilde yazılan özellikler yan yana dizildi ve katılımcılar tarafından gezildi.

Sergiden sonra çember halini alarak kısa bir ısınma çalışması yaptık. Bu çalışmada herkes çemberde sırayla bir adım öne geçerek adını ve adının baş harfine uygun olarak bir özelliğini istediği bir jest ile gösterdi.

Son aşamalarda doğaçlama çalışmalarına geçildi. Mekân olarak bir park yaratıldı. Bu parkta yaşlı kadın, simitçi ve kız çocuğu olmasına karar verildi. Peki, bu parkta, bu kişilerle nasıl duygular olabilirdi? Duygulara, katılımcılar tarafından karar verildi. Seçilen duygular mutlu, düşünceli, endişeli, sinirli, huzurlu, umutlu, yorgun, meraklı, korkulu, heyecanlı, kaygısız, neşeli ve melankolik idi. Doğaçlama çalışması içerisinde oyuncularımız duygularının ne olacağına karar veremiyordu. Çünkü oyuncu koçları seçilmişti. Her oyuncu, koçunun seçtiği duyguya göre oynamakla yükümlüydü. Örneğin Yaşlı Kadın’ın koçu sinirli oynamasını söylerken, Simitçi’nin koçu neşeli, Kız çocuğu’nun koçu korkulu oynamasını söylüyordu. Duygular sürekli değişiyor ve farklı duygularla doğaçlamaya devam ediliyordu. Doğaçlamanın sonunda herkesin duygusunun farklı olmasının, karşımızdakinin bizden farklı duygu yaşamasının bize ne hissettirdiği soruldu. Ve en çok duygularımıza başkaları tarafından karar verilmesi yani koçların müdahale etmesinin rahatsız edici olduğu söylendi.

Diğer doğaçlama çalışmasında gruplara ayrılarak kısa senaryolar oluşturduk. Bu senaryolarda gerginlik durumu yaratılması önemliydi. İki kişinin çatışması şeklinde gerçekleşmesi söylendi. Ve olayın kırılma noktasının neresi olduğu tartışıldı. Oluşturulan ve ardından doğaçlanan senaryolardan birinin çıkış noktası şöyleydi: Bir kadının kocasının mezarı başında eşinin sevgilisiyle karşılaşması.

Atölyenin sonunda tekrar çember biçimini aldık ve çalışmanın üzerimizde yarattığı duygular üzerine kısaca fikirlerimizi belirttik.

Okul Öncesinde Yaratıcı Drama Atölyesi İzlenimleri

Nur Demir-Emine Kınacı

Bu rapor Burçak Karaboğa Güney’in liderliğinde yapılan çalışmanın katılımcı gözünden algılanmasına dair tutulan notları içermektedir.

Atölyenin başında ritm ile tanışma oyunu oynandı. Kuş kafeste oyunu tanışma oyunu formatında oynandı. Kuşlar gittiği farklı kafesleri oluşturan kişiler ile sözel olarak tanıştı.

Hareketli tanışma oyunları sonrasında lider aynı gölge oyunlarında yapıldığı gibi elleriyle kuş şekli oluşturdu. Bunun ne kuşu olduğu üzerine katılımcılar ile konuşmaya başladı. Çoğu kişiden farklı kuş isimleri geldi. Gelen cevaplara göre (kartal, papağan, kelebek, karga, serçe vs.) cevabı veren kişinin söylediği kuşu ortaya gelerek taklit etmesi istenir. Fakat cevapların hiçbiri doğru değildir. Liderin yaptığı imge bir kuştur ama ne kuşu?  Lider bunun cevabını hep birlikte daha sonra bulacağımızı söyleyip yeni bir oyuna geçti.

Kuş Kafeste: Üçerli guruplar oluşturulur. Salonun köşelerine dağıtılır gruplar. Daha sonra üçlü gruplardan iki kişi karşılıklı durarak el ele tutuşarak kafesi oluşturur. Üçüncü kişi ise kuş olarak kafestedir. Kişi sayısına göre açıkta kalan kişiler salonun ortasında kuş olarak yer alır. Liderin el çırparak “cik cik” demesiyle kuşlar kafes değiştirir. Ortadaki kuşlar ise kendilerine kafes kapmaya çalışır. Açıkta kalanlar tekrar ortaya geçer ve oyun böyle devam eder. Daha sonra çeşitlendirilerek, kafes olan kişilerin de farklı kişilerle kafes oluşturmaya çalışmasıyla oyun zorlaşarak devam eder.

Dans eden balık oltası olarak adlandırdığımız oyun kuşların hikâyesine dönüştürülmüş bir şekilde oynadı. Mevsimlerden sonbahardır kuşlar sıcak ülkelere gidecektir ve bu yüzden de hep birlikte göçmeleri gerekmektedir. Bir kişi göçü başlatan kuş olur ve oyun başlar. Göçü başlatan kuş kimi yakalarsa o da göç olayına katılır. Uçlarda olan kişiler etrafta uçuşup göçmekten kaçan kuşları yakalayıp, etrafta uçuşan kuş bitene kadar oyun tamamlanır.

Hareketi ve enerjiyi arttıran göçmen kuşların yolculuğu oyunundan sonra lider az önce elleriyle oluşturduğu kuştan katılımcılara bahsetmeye başlar. Herkesin elini göğsünün sol kısmına koymasını ister. Oradaki sesi duyduğumuzu ve bu sesin sahibinin gönül kuşu olduğunu söyler. İşte liderin bize anlatmak istediği kuşun adı GÖNÜL KUŞU’dur.  Herkesin içinde sakladığı bir kuştur gönül kuşu. Gönül kuşu bizlerin duygularımızı dışa yansıtmamızı sağlayan bir kuştur. Okul öncesinde çocuklara özellikle duyguları anlatmanın soyut olarak ne kadar zor bir şey olacağı bilinmektedir. İşte gönül kuşu sayesinde okul öncesi çocuklara duygular somut bir şekilde çok iyi anlatılmaktadır.

Gönül Kuşu içerisinde bir sürü kutuları barındıran bir kuştur. Bu kutuların hepsinde ayrı ayrı duygular vardır. Sabırsızlık, mutsuzluk, mutluluk, kızgınlık, korku, merhamet… Gönül kuşu bu kutuları kendi özel anahtarı ile açar. Biz doğduğumuzdan beri bizim içimizdedir o.  Ölünceye kadar da orada olacaktır. Biz ne hissedersek hayatımız boyunca o da aynı şeyleri hissedecektir.

Lider gönül kuşu hakkında bu bilgileri verirken GÖNÜL KUŞU adlı öykü kitabından yararlanmıştır. Bu kitap gönül kuşunu tüm ince ayrıntılarına kadar bize anlatmaktadır. Gönül kuşunun hangi nasıl davranışla karşılık verdiğini görsel olarak da kitapta görmekteyiz.

Gönül kuşu hakkında kısa bir bilgilendirmeden sonra lider müzikle birlikte herkesin istediği bir kuş gibi uçmasını istedi. Müzik durduğunda herkes heykel olacak,  liderin söylediği duygu şekline bürünecek ve uçuşunu da o duygulara göre şekillendirecektir. Çok mutlu bir şekilde özgürce uçuyorsunuz, yavaş yavaş karnınız acıkmaya başlıyor ve etrafta yiyecek aramaya başlıyorsunuz. Arayışlarınız boşuna çıkıyor yiyecek bulamıyorsunuz. Fakat tam umudunuzu kaybetmişken bir anda yiyecek buluyorsunuz, şimdi ise sizden mutlusu yok.

Duygular kullanılarak oynanan bu müzikli heykel çalışmasından sonra katılımcılar yerlerine oturuyor. O sırada lider sürpriz bir şekilde parmak kuklası şeklinde bir kuş ortaya çıkartıyor. İşte bu gönül kuşunun kendisidir. Gönül kuşu katılımcılarla tanışmak ister. Her katılımcı onu eline alıp kendini ona tanıtır. Sonrasında ise gönül kuşu katılımcılarla bir oyun oynamak ister. Gönül kuşu der ki…. adlı şaşırtmacanın da içinde olduğu eğlenceli bir oyun oynanır.

Lider daha sonra yere çizilmiş değişik bir figür üzerine katılımcıların dikkatini çeker. Bu figür oldukça değişik ve herkesin farklı yorumlara bulunduğu bir figürdür. Bir nevi hayal gücü çalıştırma etkinliği yapılır. Daha sonra bunun bir ağaç figürü olduğu söylenir. Gönül kuşlarının başı olan kuş burada yaşamaktadır.  O sırada katılımcılar arasından biri gönül kuşlarının başı olarak oyuna katılır. Aksesuarlarla o role girer. Boynunda da bir sürü anahtarlar asılıdır. Etraftaki gönül kuşları duygu kutularının anahtarlarını gelip ona emanet ederler. Fakat gönül kuşlarının başı olan bu kuşu kaçırıp bütün duygulara sahip olmak isteyen kibirli bir kraliçe vardır. (Katılımcılar arasından bir kraliçe ve iki muhafız oyuna katılır.) Kraliçe bir gün muhafızlarını yanına çağırır. Onlardan gönül kuşlarının başını ne yapıp edip kaçırmalarını ve yanına getirmelerini söyler. Tüm duygulara sahip olmak istediğini söyler. Muhafızlar da istenileni yapıp gönül kuşlarının başını kandırıp kaçırırlar. Gönül kuşlarının başı kaçırıldığı için artık tüm canlılar hissiz kalmıştır. Lider katılımcılardan duygusuz bir insan olarak yürümelerini, hareket etmelerini ister. Böyle bir hayatın ne kadar anlamsız olacağını vurgular.

Kraliçe tarafından kaçırılan gönül kuşlarının başını katılımcılar aramaya çıkar. Yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar mevsimleri gelir geçer. (O sırada çeşitli materyaller ile yaz, sonbahar, kış, ilkbahar mevsimlerinin görüntüsü ortaya çıkartılıp, fonda da hangi mevsim yaşanıyorsa ona özgü bir şarkı çalar. Katılımcılar grup grup çıkarak mevsimleri pandomim şeklinde canlandırır.) Gönül kuşlarının başı mevsimler geçer hala bulunamaz. Tam umutlar yok olurken gökkuşağının altından geçilirse kraliçenin yanına ulaşılacağı haberi gelir. Lider kraft kağıtlarından kesilmiş yarı yuvarlak 7 parçayı yere farklı noktalara koyar. Her kâğıdın üzerinde 7 ayrı renk yazmaktadır. Bunlar gökkuşağının renkleridir. Kâğıtların olduğu yerlere de boyalar konulur. Sonra lider bir müzik başlatır. Katılımcılar istedikleri gibi dans eder, müzik durduğunda katılımcılar hangi kağıdın orada bulunuyorsa o kağıdı rengine göre boyamaya başlar. Oyun tüm kağıtlar boyanana kadar bu şekilde devam eder. En sonunda parçalar birleştirilir ve bir gökkuşağı ortaya çıkar. Gönül kuşlarının başını kurtarmak isteyenler bu gökkuşağını aşıp kraliçenin yanına geçer. Onu ikna etmeye çalışırlar. (Bir çeşit ikna oyunu) Sonunda kraliçe ikna olur ve gönül kuşlarının başı kurtulur. Eğlenceli bir müzik ile birlikte mutluluk dansı edilir.

Atölyenin sonuna doğru gönül kuşu ile ilgili başka bir oyun oynandı. Bir A4 kâğıdı ortadan kesilir. Kesilen parça ikiye katlanır. Katlanan kısmın ön yüzüne bir duygu yüzü çizilir. Bu şaşkınlık olabilir, mutluluk, üzgünlük istenilen bir şey. Sonra kâğıdın iç kısmına da o ifadenin neden oluştuğuna dair bir hikâye resmedilir. Sonra katılımcılar sahneye çıkıp kâğıdını izleyenlere gösterir ve çizdiği hikâye, izleyenler arasından seçtiği kişiler ile sahnede canlandırılır. Bu canlandırma yapılırken her oyuncunun gönül kuşunun sahnede olup duyguları somut bir şekilde göstermesi istenir.

Atölyenin sonunda bir rahatlama çalışması yapıldı. Katılımcıların bir kısmı isteğe göre oturduğu yerden bir kısmı da minderlere rahat bir şekilde yatarak bu çalışmaya katıldı. Lider arka fonda dalga seslerini andırıcı bir müzik kullandı. Sonra herkesin gözlerini kapatmasını ve şu an bulundukları mekândan kısa bir süreliğine ayrılmasını gökyüzüne doğru bir yolculuğa çıkmasını istedi. Bu yolculukta bulutlar da bizlere eşlik etmekteydi. Bulutların üzerine yatarak yaptığımız bu yolculukta oldukça huzurluyduk. Sonrasında bir gökkuşağına rastlayıp onun altından geçtik. O sırada içimizi bir sevinç kapladı. Lider daha sonra gözlerimizi açmamamız gerektiğini ve birazdan elimize bir şey bırakacağını, sadece bıraktığı şeyin dokunarak ne olduğunu, renginin ne olduğunu hissetmemizi istedi. Hepimizin eline bir tüy parçası şeklinde bir şey bırakmıştı. Bıraktığı nesne elimizdeyken olmasını en çok istediğimiz bir şeyi dilememizi istedi. Sonrasında gözlerimizi açmamızı söyledi. Gözlerimizi açtığımızda her birimizin elinde farklı renklerde kuş tüyleri olduğunu gördük. Bu tüyler bizler gökyüzüne yolculuğa çıktığımızda gönül kuşumuzdan elimize kopup düşen bir tüy parçasıydı. Atölyenin sonunda yapılan bu çalışma tüm atölye boyunca yaptığımız gönül kuşu ile ilgili çalışmaların en somut olanıydı aslında. Gönül kuşumuz bu tüy sayesinde bizim düşüncemizde artık somut bir hale bürünmüştü.

Kimimiz gönül kuşumuzu hep duyarız, kimimiz ise hiçbir zaman duymayız.

Öylelerimiz vardır ki, onlar gönül kuşu’nu hayatlarında sadece bir kez duyar.

Bu yüzden harika bir önerim var size:

Belki geceleyin, uykudayken herkes,

Bir kulak verin gönül kuşu’nuza…..

Mimesis Haber/Bülent Sezgin

Paylaş.

Yanıtla