Emek Işınlanır Mı?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zafer Diper

Lisedeyken derslere değil de tiyatroya yoğunlaştığım için; 1965’te kurulan, benzersiz bir sinema okulu denli görev yapan-110’uncu üyesi olarak kayıtlı olduğum Sinematek’te hiçbir gösterimi kaçırmadığım için; başta Enis Rıza, Fehmi Gerçeker, Ahmet Tonak’la birlikte sokaklarda film çekmek adına koşuşturduğum için; okulu zar zor sürdürebiliyordum ancak, çift dikiş…

Sinematek, o özenci yönetmenlik çalışmaları ve sonradan üç beş filmde oynamamla hani kendimi biraz sinemacı saymam, 1964 yılında Romeo Juliet uyarlaması Batı Yakasının Hikayesi filmiyle Emek Sineması’nda buluşmamla başladı sanırım… Geç vakte kalmadan evde erken olma zorunluluğuyla, gündüzleri okuldan kaçıp kaçıp da bir film 15 kez izlenir mi acaba Emek’te? Loş bir ışıklandırmayla o geniş oylumlu sanatsal iç mekanın erişilmez yükseklere uzanan tavanına “acaba oraya nasıl nereden tırmanılır?” diye düşünedururken, ulaşamayacağınız o noktalardan “Maria… Maria…” sesleri bir oradan bir buradan gelmez mi filmin o şarkısında… Böyle bir şey görülmüş duyulmuş mudur o yıllarda? Emek’te filmin özgün yapısına uygun ‘süper panavizyon 70’ görüntü ve ‘manyetik stereo’ ses sistemleriyle gösterilebilmesinin, bir ilk olanın etkiselliği de yadsınamazdı; her gösterim sonrası İstiklal caddesinde yürürken ben Tony (Romeo) olmuş, bir Maria (Juliet) bulma istemiyle seviyi ararken her bir köşe bucakta?!..

Böyle donanımlı başka bir sinema var mıydı İstanbul’da yarım yüzyıl önce; yakın geçmişe dek yaşamını sürdüren; filmler, festivaller, konserler etkinliklerle…

Şimdilerde durum ne?

Taksim-Beyoğlu yanı sıra genelde İstanbul’a yıkımlar kenti diyebilir miyiz artık, diğerleriyle birlikte… Salt Emek’le sınırlı değil çünkü. Gidenler sürüsüyle: Alkazar, Fitaş, Dünya, Lüks, Yeni Melek, As, Konak, Site, Gazi, Kent… Hele bir de Saray Sineması vardı ki… ”Benim Beyoğlu’na dadandığım 50’li yıllarda, Saray’da sayısız etkinlik olurdu,” diyor Atilla Dorsay; “Öncelikle sinema: İngiliz ve Fransız filmleriyle… İki balkonuyla sanki göğe doğru kat kat yükselen bu görkemli salonda, aynı zamanda yerli yabancı konserler olurdu. Kenti ziyaret eden çeşitli müzik, tiyatro ve dans sanatçıları da burada sahne alırlardı…”

Emek Sineması’nın 120 Yıllık Hikayesinde (29 Nisan 2010) araştırmacı yazar Gökhan Akçura şöyle diyor: “Geçen yıl tam 35 sinema kapatılmış. Bunların birçoğunu da İstanbul’daki sinemalar oluşturuyor. Yani farklı kültürlerin buluştuğu İstiklal Caddesi’nin, muhteşem eski klasik salonları… Dün Alkazar Sineması, bugün Beyoğlu Yeşilçam Sokağı’nda Emek Sineması.(…)Dev alışveriş merkezleri kurmakla ünlü bir şirket tarafından dış cephesi korunarak yıkılıp yeniden yapılacak ve Emek Sineması’nın bir örneği en üst katında bir yere kondurulacak…”

Ne taşırsan taşı, anlarım; ev taşınır, anlarım; dükkan taşınır onu da anlarım; ama koskoca sinema taşınır mı?.. Yerini değiştirirsen tarihsel kimliğini yok etmiş sayılmaz mısın hem?.. Denildiğince “aynısı altta değil de yukarıda olacak” ise, aynı olan bir şey neden yer değiştirir de aynı yerinde durmaz, gereken onarımları yapılarak?! Bir şeyin kendisi varken o şeyin kendisini yeniden başka bir yerde yapmak neyin nesi?.. Sen yoksa mucit bir nakliye şirketi misin birader?! Yoo, sen AVM’sin…

DİSK basın duyurusu yayınlıyor ”AKP Ekonomik, Sosyal, Hukuksal, Kentsel Yıkım Politikalarını Şiddetle Uyguluyor!” başlığı altında: “Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto gösterisinde, polisin demokratik haklarını kullanan sinemaseverlere yoğun biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edip, insanları tekme-tokat coplayarak gözaltına alması görüntüleri, AKP iktidarının her türden muhalefete karşı sergilediği gerçeklerden biri. (…)Neoliberal ekonomik politikaları baskı ve zorla insafsızca uygulayan AKP hükümeti için ‘ticaret’ elbette ki ‘kültür’den çok daha önemlidir. Emek Sineması’nı yok etmek ve konseptini değiştirmekle kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’de sinema tarihinin büyük bir bölümüne adını veren bir sokağın ortadan kaldırılması bunun örneklerinden yalnızca biridir…”

Kendimce düşünüyor ve soruyorum: Benim de 50 yıldır tanığı olduğum bu Emek Sineması tarihsel bir yapı mıdır, değil midir; bir kültür varlığı-mirası mıdır, değil midir? Böylesi bir geçmişiyle kentin en önemli salonlarından biri ancak yerinde onarılır mı, onarılmaz mı?.. Ya da bir seçenek daha kalıyor geriye ki onu da sorayım birader, içimde kalmasın: “Bu Emek dediğin, zaman tünelinden geçerek uzayda bir yere ya da hadi sizin dediğinizce dokusu mokusu korunarak birebir aynı kopyası bir AVM’nin üst katına ışınlanabilir mi, ışınlanamaz mı?!” Yanıtlıyor, “bırak bu alayı, uçmuş lafları!” diyor. “Nedir o zaman bu?” diyorum: “Operan yok, tiyatron yok sinemaların da AVM’lerde; kültür kenti İstanbul deyince neyin var be birader?” Yanıtlıyor hazır cevap birader: “Işınlanma mışınlanma laflarınla varamazsın bir yere” diyor, “Sen gelene bak, gelene…” “Ne?” “Çamlıca’da boğaza nazır manzaralı bir cami… Bir kurulalım şöyle en tepeye, eşsiz olacak vallahi de billahi de…” Daha soru sormam gereksiz. Amaç belli: kültür sanat yapılarının un ufak edildiği, yerlerine yeniden ve yeniden yapılanan “erkin dinsel egemenliği”, ışınlanmakta olan gerçekte…

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zafer Diper

Yorumlar kapatıldı.