Orhan Asena Bu Yıl Da Konya’da: “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Konya Devlet Tiyatrosu yapımı olan Orhan Asena (1922-2001)’nın “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe” başlıklı oyunu, 2012-2013 sezonunda da Konya’da sahnelenmesini sürdürmekte. Bengisu Gürbüzer Doğru sahneye koymuş ve oyunu Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucunda Şehzade Mustafa’nın boğdurulmasını perdeye projeksiyon ile yansıtarak başlatmış. Sonrasında, Hürrem Sultan tahtın kendi çocukları olan Şehzade Bayezid ile Şehzade Selim’den birine kalacağını düşünüyor,  ancak iki şehzadenin bu uğurda birbirlerine düşeceklerini ve daha Kanunî Sultan Süleyman öbür tarafa intikal etmeden taht kavgasına başlayacaklarını hesap edemiyor.

Spektaküler Bir Yapım

Yönetmen Bengisu Gürbüzer Doğan, spektaküler (göze hitap eden anlamında kullanıyorum) bir yapım için kollarını sıvadığında, hiç kuşkum yok ki, işe doğal olarak oyun metnini mizacının özelliği olan kişisel açıdan görerek başlamış. Oyuncular üzerindeki etkisini denektaşına vurmuş, büyültmüş, bağrına basmış, beslemiş, değiştirmiş. Oyun metni ağacın gelişmesi, şıranın mayalanıp şaraba dönüşmesi, hamurun kabarması gibi Bengisu Gürbüzer Doğan’ın beyninde canlanmaya başlamış, sürükleyici bir güç edinmiş. Bu güçle oyuncularını da sarıp sarmalamış, oyuncuların da güçlendiğini anbean gözlemlemiş. Zamanı gelmiş, bütün buyruklarını saman çöpleri örneği havaya fırlatıp atmış, buyruklarının havada çiçek açtığına, doğum yoluyla yaşama kavuştuklarına bizzat tanıklık etmiş. Ondan sonra: “Perde,” demiş. Hürrem Sultan’ın analık duygusunun ardında yatan iktidar hırsını, kurnazlığını, savaşımcılığını, kadınlığını bu kez çocuklarının tahta oturmaları için kullanışının altını pek güzel çizmiş. “Ezmesem ezilirim. Bir gün dahi gevşememem gerek” diyen Hürrem Sultan’ı oyun içinde küçük fırça darbeleriyle daha da sivriltmiş. Bir “dönem oyunu”nun nasıl sunulması gerektiğinin somut örneğini sahneye sermiş.

Yaratıcı Kadro

Melih Karakurt, siyah fon perdeleriyle sahneye korkutucu bir derinlik kazandırırken tahtı ışıklandırarak oyunun alımına güç katmış. Dekorun sahnede yüklendiği anlamı belirginleştirmek için Kanuni’yi güç olarak betimleten tuğrasını amaca hizmet eden materyal olarak kullanmış. Döner taht, black-out gereksinimini ortadan kaldırmış. Repliklerin vuruculuğunu Can Atilla’nın güzelim müzikleri perçinlemiş, repliklerin seyircideki etkisi pekiştirilmiş. Dekor ve müzik rejiyle mükemmelen örtüşmüş. Esra Selah sarayın parıltısını, pırıltısını sahneye başarıyla yansıtırken ince zevkini kostümlere işlemiş. Hakan Özdemir’in ışığı, tıpkı sıcak bir odaya giren insanın sıcaklığı görmediği halde duyumsaması gibi…

Oyunculuklar

Oyunculardan Mehmet Kızagül, Gülesin Gelenbevi, Seher Uysal, Oğuzhan Kanmaz, Seyit Mehmet Akbaba, Sait Gürbüz, Gökhan Akdeniz, Tolga Erişkon, Aykut Öncel sahne üstündeki görevlerini “bihakkın” yerine getirmekteler.

Yiğit Gümüşada, Dulkadiroğlu’nu yaratıcı bir biçimde ele alıp, yaratıcı irade ve hayal gücüne giden yolu rahatça bulmuş. Yaşar Özboz, Pertev Paşa’yı seyircilere aktarırken sesini hiç mi hiç kullanmıyor. Neveser’de Ayşe Seval Ersu, yaratıcı durumu yakalayabilmek için zerre kadar çaba sarf etmiyor. Mihrimah’da Meva Küçükakyüz karakterlerin ne istediğini, bu istek uğruna ne yapması gerektiğini ne yazık ki saptayamıyor. Diğer taraftan O. Umut Çobanoğlu, Düzmece Mustafa’nın ruh halini anlatıma kavuşturabiliyor. Bu arada Özgür Baş, Sokollu Mehmet Paşa’da olamazcasına isteksiz. Ahmet Çökmez de, Lâla Mustafa Paşa’ya can verirken derhal düzeltilebilecek küçük aksamalar gözlemlenmekte. Ferdi Dalkılıç, Rüstem Paşa’yı hayal gücünde o denli güzel yetiştirmiş ki, Rüstem Paşa’nın karşılıklı ilişkiler yardımıyla kesin çizgilerle çizildiği seziliyor.

Şehzade Selim’de Alpay Aksum, gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarını pek güzel kullanıyor. Sesi, sözcükleri, tınıları, tonlamaları çok iyi… Ebru Erbaş, kendini uyarlayarak Hürrem Sultan’ın içine dâhil olamamış, dolayısıyla Hürrem Sultan ile (ne kadar çabalarsa çabalasın) buluşamıyor.

Doğan Doğru’nun Oyunculuğu

İnandığım şu ki sanatsal istek, yaratıcılıkta harekete geçirici bir gücü oluşturmakta. İsteğe eşlik eden heyecan verici büyülenme, burada titiz bir eleştirmen, açıkgöz bir araştırmacı niteliğinde. Şehzade Beyazıt’ı canlandıran Doğan Doğru için, Şehzade Beyazıt’ın derinliklerine giden yol göstericiyi, sanatsal şevki ve şevkine eşlik ettirdiği heyecan verici büyülenmesiyle bulmuş diyeceğim. Doğan Doğru sanatsal isteğinin, hevesinin, sevincinin, neşesinin dizginlerini kapmış koyuvermiş. Bengisu Gürbüzer Doğru da, bu koyuvermenin başını bilinçli olarak serbest bırakmış. Doğan Doğru, kimi yerde isteği, hevesi, sevinci, neşeyi birbirine bulaştırıyor; yeri geliyor oyundan uzaklaşıyor, oyunu ya da parçalarını yeniden okuyor; özel olarak hoşuna giden yerlerde yoğunlaşıyor; yeni keşfettiği cevherlerini, güzelliklerini göstermek istiyor ve heyecanlanıyor… Heyecanını hep canlı tutuyor. Rol yapmıyor, heyecan duyuyor.

M. Asım Tuncay Aynur, Kanuni’ye duygu katmış ve ne yalan söyleyeyim bu duygunun anlatımına aracılık eden özgün bir yol dahi tutturmuş.

Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki, “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe”, Konya Devlet Tiyatrosu’nun yıllar sonra da açık yüreklilikle övünebileceği dört dörtlük bir yapım olmuş.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla