"Sanat Ahlakla İlgilenirse İleri Gidemez"

Pinterest LinkedIn Tumblr +

indir[İnternet Haber’den Derya Demir Memet Ali Alabora ile bir söyleşi gerçekleştirdi Birçok konuda soruların sorulduğu bu söyleşinin bir bölümünü paylaşıyoruz.]


Kadına yönelik şiddet olayları medyada yer buldukça olayların sayısının arttığına da dikkat çekiliyor. Haberlerde yer almasının bile özendirici olduğu düşünülüyorken çarpık ilişkilerin konu edildiği oyun ya da filmlerin de özendirici olabileceğini düşünenler biraz da haklı sayılmazlar mı?

Daha az haber yapıldığında şiddet olayları azalacak mı yani. Gerçekten benim aklım almıyor. Bunlar meselenin kendisi ile ilgilenmiyorlar. Asıl mesele ensestin kendisidir. Asıl mesele kadına şiddet olayıdır. Önce bunları dikkate almak gerekiyor. En sert yasalar çıkarılmalı bunun için. Af çıkarmasınlar karısına şiddet uygulayanlara. Ondan sonra haber yapılınca artıyor mu artmıyor mu olayların sayısı, sonra düşünsünler.

Dizilerde de çarpık ilişkiler konu ediliyor. Sizin meslektaşlarınız da bir öz eleştiri yapıyor. Dizilerin toplum ahlakını dejenere ettiği konusunda sektörün içinden de görüşler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Sanat toplum ahlakını bozmak için çalışır zaten. Sanat ahlakla ilgilenemez. Sanat ahlakla ilgilenirse ileri gidemez ki. Sanat ahlakı dinlemeyen, ahlaka aykırı işler yapmaktır. Ahlak insanları belli bir yerde tutmaya çalışır. Ahlak değişkendir. Biz bugün 300 yıl öncesinin ahlak anlayışıyla yaşamıyoruz. Bugün biz bambaşka bir ahlakla yaşıyoruz. Ahlakın sınırları sürekli değişir ve insana göre belirlenir. Sanat hiçbir dönemde ahlaka uymaz. Sanatın ahlaklı olmak gibi bir derdi yoktur. Sanat ahlaklı olma zorunda değildir. Sanat kendini toplumun değerlerine göre ayarlamaz. 21. yüzyıla gelene kadar düşünce, ifade özgürlüğü kazanmadık mı. İfade ve düşünce özgürlüğünün olduğu bir toplumda sanatın kendisini topluma göre organize etme yükümlülüğü yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bununla ilgili kararı vardır. “Söylenen bir söz toplumun bütün değerlerine aykırı olabilir, kimi kesimleri rahatsız edebilir, çok ajitatif ve provakatif olabilir, şiddete davet etmediği sürece söylenmelidir.” Bu kadar. Bunun üzerine Türkiye’nin aldığı bir sürü ceza var.

Osmanlı tartışması yaşanıyor. Kimi zaman gündem oluyor. Osmanlı’yı tanımayan, ecdadı olarak görmeyenler var. Siz?

Osmanlıyı inkar edemezsiniz. Ben Türk tiyatrosu oyuncusuyum. Türkiye’deki ilk Türkçe tiyatro 1840 yılında oynandı. Galatasaray Lisesi’nin karşısında köşede, sarayın desteği ile yapılan Naum Tiyatrosu’nda oynandı. 1840 yılında Ermeni bir topluluk ilk kez Türkçe tiyatro oynadı orada. Türkiye’nin ilk kurumsal tiyatrosu 1870 yılında Güllü Agop olarak tanınan tiyatrocu Agop Vartovyan tarafından kurulan Tiyatro-i Osmaniye’dir. Güllü Agop tiyatro sanatı alanında benim ecdadımdır. Bu topraklarda Türkçe tiyatro yapmışlardır. Ermeni kökenli Güllü Agop ile Rum kökenli Teodor Kasap Türkçe tiyatronun nasıl olması gerektiğini tartışıyorlar. Onlar benim öncelerimdir. Sonra Muhsin Ertuğrullar var. Şimdi ben kendimi nereden itibaren koparacağım. Nereden sonrası bize, nereden sonrası bize ait değil. Benim büyük dayım Klasik Türk müziği bestecisi Selahattin Pınar, babamın dayısıdır. Selahattin Pınar’ın da ecdadı Dede Efendi, Itri’dir. Onlar olmasa o olmaz. Ben mimari hayranıyım. Mimar Sinan ya da Pir Sultan Abdal. Pir Sultan Abdal Osmanlı devlet yönetimiyle mücadele eden ve muhalif duran bir değer. Tarih istediğiniz yerinden alıp, istediğiniz yerden kesebileceğiniz Bir şey değil. Kültürel kodlarınız, kültürel üretimizni içinde var olan, varlığını sürüdren bişey. Evliya Çelebi, Nasreddin Hoca’dan kendinizi nası koparacaksınız. Yediğiniz yemekleri ne yapacaksınız? Hünkar Beğendi, İmam Bayıldı, Vezir parmağını yemeyelim mi. Nereden koparabilirim ki kendimi. Osmanlı denilince üç beş padişahla sınırlanmamalı.
Emek Sineması’nın kapatılması kararı sanatçıların büyük tepkisini çekti. Yerine sinema salonları yapılacak. Neden tepki gösteriyorsunuz diyenlerde var?

Şimdi çok basit bir şey söyleyeceğim. Buradaki mesele üç beş sinemaseverin bir tiyatro salonuna sahip çıkması değil. Buradaki temel mesele bir kenti kent yapan buranın sadece tarihi, denizi, balığı değil. Bu bütüncül bir meseledir. Gerçi biz bu şehrin hiçbir şeyine sahip çıkamıyoruz ya. Bakın, bu kentin ormanına sahip çıkılıyor mu. Bir kenti kent yapan öncelikle doğası ve insanıdır. İstanbul’u boşaltın, yeni insanlar getirin. Artık aynı İstanbul’dan söz edilebilir mi. Doğa ve insanın yanında kültürde bir kenti kent yapan unsurdur. Kültürün, sanatın temel öğesi de mimaridir. O kentin mimarisidir. Sonra o mimarinin içerisinde cereyan eden şeyler unsurlar vardır. Yeme içme kültürü bunların başında gelir. Şimdi bu kentin doğasına sahip çıkılıyor mu. Hayır. Yol yapılacak diye kentin son ormanlık bölgesi Kuzey ormanları yok edilecek. Birçok ağaç inşaatlara feda ediliyor. Lüfer için kampanya yapıyoruz. Birşeyler yapılıyor ama bu da tam anlamıyla kapsamlı olmuyor. Tam olarak sahip çıkılan bir meseleye dönüşmüyor. Son 20 yıl içinde Türkiye’de yapılmış ve dünyaya da kültürel bir değer olarak gururla gösterebileceğimiz, bir projemiz varsa bana göstersinler. 36 yaşında bir adam olarak benim çocukluğumdan bu yana sürekli gittiğim bir yer kalmadı. Restaurant, kültür merkezi, sinema, spor salonu da dahil. Bir kent bu kadar da dönüşmez. O zaman biz Londra, Paris, New York gibi olduk diyemeyiz. Çünkü biriktirdiğiniz bir şey kalmaz. Emek Sineması’na Beyoğlu’nda büyümüş biri olarak 1983 yılında her hafta sonu gitmeye başladım. Galatasaray’da basketbol oynuyordum. Altı yaşından itibaren her hafta sonu Beyoğlu’na giden, ayağı Beyoğlu’ndan çekilmemiş biri olarak benim Beyoğlu’na gitmem için neden giderek azaldı. Dükkan, pastane yok. İnci Pastanesini başka bir yerde Allah’tan açtılar. Şimdi Emek sineması da olmayacak. Beyoğlu başka bir kimliğe bürünecek. Bir bellekten söz ediyoruz. Aynı şey İnönü Stadyumu için de geçerli. İnönü Stadyumu’nun yenisini yapmayın. Orası İtalyan bir mimarın, modernist mimarinin çok önemli estetik değeri olarak oraya yapılmış bir eserdir. Beşiktaş’ın bir stadyuma kesinlikle ihtiyacı var. Galatasaray gibi kentin dışında konumlandırılacak, kolay ulaşımı olan bir yere çok rahatlıkla yapılabilir. Aynı tartışma Atatürk Kültür Merkezi için de yapıldı. Bu bina çirkin denildi. Kime ve neye göre çirkin? Yarın öbür gün Büyük Postane için de “bu ne kadar çirkin” diyerek onu da ortadan kaldıralım. Neye göre daha güzeli ve daha iyisi yapılıyor. Burada başka bir problem daha var. Türkiye’de kültür alanını ya devlet yapacak, ya özel sektör yapacak diye algılanıyor. Oysa kamu var. Devletin değil, kamunun olması gerekiyor. Serkıldoryan binası bize ait bir bina. Emekli sandığının ve daha sonra sosyal güvenlik kurumna devredilmiş yani kamuya ait bir bina. O zaman sadece ve sadece kamu yararına kullanılması gerekir. Bir firmanın insiyatfine bırakılmamalıdır. Burası çok rahatlıkla yine özel sektörün de içinde yer alabileceği çeşitli şekillerde, ama kamu yararına yapılacak kamu finansmanın da öne çıkacağı, bağımsız bir yapı olarak, kamuya doğrudan hizmet verecek bir kültür merkezi haline getirilebilirdi. Niye bu kadar inat edildi ben anlamıyorum.

Devamı için: internethaber

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.