Evrim, Ya Geriye Doğru Da İşlerse: 'Kaplumbağa'

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Açık yüreklilikle itiraf etmeliyim ki, Ali Poyrazoğlu’nun tiyatro oyunculuğuna, dahası tiyatro anlayışına özel bir ilgim ve titreşim yapan bir saygım vardır. Nedenine gelince; onun oyunculuğu kendi özlemlerini, kendi varlığını anlamlama biçimi oluşturur. Zannım o ki, bu oluşuma bir anlamda tepe noktadaki yeteneği olanak sunmuştur.

Ali Poyrazoğlu kendini ifade etmek için özlemlerini, kaygılarını, toplumumuzla ve dünyayla ilgili sevinçlerini seçmiştir ve de sanırım işte o nedenledir, onun insanı insan yapan bütün değerleri elittir.

Seyircinin Beyin Yapısı

Ali Poyrazoğlu, bazı meslektaşları gibi bağlı olduğu kurumdaki ya da kafasının içindeki repertuar havuzuna olta atıp sahneleyeceği oyunun iğneye takılmasını beklemez.

Atlar gider, araştırır, sorar soruşturur, bulur.

Bu kere de öyle yapmış, nereden bulup buluşturduysa, Türkiye’de pek tanınmayan İspanyol yazar Juan Mayorga (1965)’nın iki yıl önce yazdığı “La Tortuga de Darwin”ini almış, “Kaplumbağa” başlığıyla dilimize çevirmiş, Hazal Gül’e dramaturgisini yaptırmış, uyarlamış, yönetmiş.

Özgün haliyle bir odada geçen oyunu, 20. yüzyılda gelişen tarihsel sürecin giderek günümüze kadar nasıl “tekerrür” ettiğinin altını çizen haliyle sahnelemiş. Sırrı Topraktepe’nin bir “vahşet sirki” olan dünyayı simgeleyen ve oyuna anlam katan dekoru içinde, tarihsel kısır döngüyü simgeleyen yuvarlak halı parçası üzerinde dönen/dönüşen olayları, Galápagos Adaları (Büyük Okyanus’un doğusunda bir takımada)’nda doğmuş dev kaplumbağanın tanıklığında, tarihsel olayları ters yüz ederek seyircinin kulağının, gözünün derinliklerinden beyninin içine itmiş.

Seyircinin Tanıklığı

“Kaplumbağa”da 20. yüzyılın, insanlık tarihinin en kanlı dönemi olduğu gerçeği, hayatın çeşitliliği üzerine birleştirici bir mantıksal açıklamaları bulunan, evrim teorisinin ağababası Darwin (1809-1882)’in 200 yaşındaki kaplumbağasının ağzından işleniyor. Bu yüzyılda dünya savaşı, soykırım, toplama kampı, kimyasal silahlar, nükleer silahlar, bombardıman, gerilla savaşı, terör eylemleri gibi, daha önceki yüzyıllarda duyulmamış ve görülmemiş vahşet yöntemlerinin ortaya çıktığı gözler önüne seriliyor. Bu yüzyılda, saydığım yöntemlerle öldürülen insanların sayısının yüz milyonlara ulaşmış olduğunun altı çiziliyor. Anlatım, rakamlarda değil tarihsel detaylarda kaynak arıyor.

Oyunda, Galápagos Adaları’da Darwin’den bir yıl önce doğmuş kaplumbağa Harry Robinson, 20. yüzyılın bu kadar kanlı olmasının iki nedeninden birinin, gelişen teknolojinin eski devirlerdeki silahlara göre çok daha öldürücü silahların yapımına izin verilmesi olduğunu anlatıyor. Okul kitaplarında öğrenmediğimiz bu gerçek dışında, anılan silahların kullanılmasına neden olanın ideolojiler olduğu da beyinlerimize “nakşediliyor”.

Tanıksınız

20. yüzyılda rejimler ya da örgütler tarafından öldürülen insan sayısının yaklaşık 120 milyon olduğunu işittiğinizde insanlığınızı içinize sindiremiyorsunuz. İnsanların ideoloji uğruna idam edildiklerini, toplama kamplarında ölesiye çalıştırılarak katledildiklerini, “sürgün” adı altında evlerinden toplanıp yok edildiklerini, kasten oluşturulan kıtlıklarla açlıktan öldürüldüklerini, en korkunç hapishanelerde en korkunç işkenceler sunucu yok edildiklerini, kurşuna dizildiklerini, boğulduklarını, boğazlandıklarını, parçalandıklarını oyundan çıkarken artık biliyorsunuz! Vahşetin, önce yeni kurulan Sovyetler Birliği’nin geneline, ardından Doğu Avrupa’ya, Çin’e, Kore’ye, Vietnam’a, Kamboçya’ya, Latin Amerika ülkelerine, Küba’ya, Afrika’ya yayılışına tanıklık ediyorsunuz.

Oyunculuklar

Ali Poyrazoğlu, bu kere ödüllü kostüm tasarımcısı Şirin Dağtekin Yenen’in titizlenilmiş giysileri, kimin olduğu belli olmayan, ama eleştirilecek yanları bulunmayan ışık, müzik, VTR tasarımlarıyla ve kalabalık sayılabilecek bir kadro ile 2013-2014 sezonu için izleyici ummanına açılıyor. Ali Usta ile aynı sahneyi paylaşabildikleri için muhtemelen “Kadir Gecesi” doğmuş (!) olan genç oyuncular Faruk Öksüz’ün, Anıl Ayvalıoğlu’nun, Günce Mutlu’nun, Ünal Hoşhal’ın, Temel Yapıcı’nın, Damla Gerçekler’in, Arif Diren’in, Kıvanç İvriz’in, Alize Ertem’in (adım atışındaki estetikten yakalanmış, merceğim altına alınmıştır) emeklerine minnet.

Özdemir Çiftçioğlu, Doktor karakterinin buğdayını ve samanını çok iyi ayırmış, ayıklamış, artistik benliğinin süzgecinden geçirdikten sonra elde ettiği özneyi seyirciye aktarmayı başarmış. Nur Gürkan’ın ses kontrolü yok. Betty’nin duygularını duygusal olarak sahiplenmemiş ve onu sezgisel olarak oyunun temel hedefi boyunca sürüklemeyi başaramıyor. Bülent Kayabaş, Tarih Profesörü’ne can üflerken yılların birikiminden, ustalığından yararlanıyor.

Saf Emek

Ali Poyrazoğlu’nun oyunculuğuna gelince, o tepeden tırnağa bütün vücut yapısını da; sahnede temsil ettiği karakterin parçası olduğunu da; eylemin belirli anlarında yüzünün, ellerinin, gözlerinin, saçlarının, parmaklarının, ayaklarının, sırtının herhangi sözlü bir anlatımdan daha etkili ve verimli olduğunu da biliyor.

Yalnız “Kaplumbağa”yı izlemenin bir sakıncası var!

İzlerken, içimizde barındırdığımız vahşi hayvanın ta kendisi olma yolunda nasıl da hızla ilerlediğimizi tiyatronun aynasında görmek doğrusu sinir bozuyor.

Bu oyundan ders çıkarmak gerekiyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla