Hakikatle Yüzleşmeden Barış Olmaz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

hatice-çiftçiYüzleşmeden barış olabilir mi? Hatice Çiftçi’nin yazıp yönettiği “Yüzleşme” adlı oyun bu temel sorudan yola çıkıyor ve çatışan tarafları temsil eden Türk ve Kürt iki çocuk üzerinden seyircilere barış sürecini neden-sonuç ilişkileri içinde irdeleme imkanı sunuyor. “Savaşı gören barışı ister” diyen Çiftçi, Kürt halkının yaşadığı tüm acılara rağmen barışa çok güçlü bir şekilde sahip çıkmasının en önemli nedeninin bu olduğunu söyledi. Ancak Kürdistan’da yaşanan vahşetle yüzleşmeden ve failler yargılanmadan gerçek bir barıştan söz edilemeyeceğini vurgulayan Çiftçi, “Yüzleşme şart” dedi. Barış konusunda hiçbir mevcut siyasi otoriteye inanmadığını belirten Çiftçi, sadece Kürt halkının önderi Abdullah Öcalan’ın samimiyetine güvendiğini söyledi.

Hatice Çiftçi ve oyundaki tarihsel boyutu temsil eden “Kafesteki İnsan”ı oynayan Erdal Ayna ile “Yüzleşme” oyununu ve barış sürecini konuştuk.

TOPLUM BALIK HAFIZALI

-Neden “Yüzleşme” ?

Toplum balık hafızalı. Sadece şu an olanlara bakıyor. Bir barış süreci var ama neyle barıştığını bilmiyor toplum. Dağa gitme süreçleri, 40 bine aşkın insanın ölümü, köy yakmaları bunların hiç biriyle barışık değil, bunların hiç birini hatırlamıyor. 90 yıllarını hatırlamıyor, neler olduğunu hatırlamıyor. Bir İsmet Sezgin’in, Kürt halkına yönelik “Gerekirse onları bir gecede yok ederiz” sözlerini hatırlamıyorlar. Bir barış var ama bu barışı anlamıyor toplum.

-Toplum derken?

Türk toplumu anlamıyor. Kürt toplumu zaten bunun farkında. Acılarla yaşayanın acıları hep tazedir. Hiç bir zaman yok olup bitmez. Ama Türk toplumu unuttu, ya da bu savaşın niye başladığını unuttu. Neden sonuç irdelenmemiş. Oysa bütün köy yakmalara, bütün faili meçhullere, toplu mezarlara, ölen o kadar gerillaya rağmen yine de Kürt halkı barışa büyük bir umutla koşuyor. Son Newroz’da insanlar barış için ağladı. Analar ağladı, babalar ağladı, gerillalar ağladı. Herkes ağladı. Barış bizim için çok değerli. Zaten Kürt halkı için bu savaş barışa giden yoldu. Savaşı gören barışı ister. Barış savaşanlar arasında olur, başkasıyla olmaz, bu yüzden bugün sadece belirli bir kesim barışa sahip çıkıyor. O nedenle bu oyunu yaptık. Bakın görün barış ne kadar değerli demenin bir yoluydu.

HER ŞEY ÇOCUKLUKTAN BAŞLIYOR…

-Yıllarca ana akım medya olsun siyaset sınıfı olsun Kürt halkının yaşadığı inkar ve imhayı hep gizledi. Sizce insanların barışın ne anlama geldiğini fark etmemesi biraz da bundan değil mi?

Türk halkı kendi yaşadıklarının da farkında değil. Bu oyunu yazarken iki ana benim için çok önemliydi. İnternetten özellikle araştırdım. Birincisi, bir Türk annenin oğlu öldükten sonra “Bana vatan sağolsun diyorlar benin vatanım sendin oğlum. Sen yoksan benim vatanım da yok” demesi. Ben bu noktadan hareketle Türk annelerini inceledim. Sonra Kürt annelerini araştırdım, bir Kürt annesi gerilla olan oğlunun cenazesinde, “Dağa gittiğin gün ben senin yasını tuttum, gitsen de ölecektin kalsan da” diyordu. Ve çok metanetli bir şekilde söylüyordu bunu. Biz de oyunu anneler üzerinden kurmaya çalıştık.

-Başrol olarak çocukları tercih etmenizin belli bir sebebi var mı?

Çünkü her şey çocukluktan başlıyor. Bir Kürt, bir Türk çocuğu var. Kürt çocuğumuzun köyü yakılmış, boşaltılmış, bölgesini, yurdunu vatanını terk etmek zorunda kalmış. Sonra büyük bir şehre geldiğinde hiçbir suçu yokken, sırf Kürt kimliğinden dolayı işkencelere maruz kalmış ve o çocuk orada kalsa da öleceğini fark etmiş, ben gideyim kimliğim ve halkım için bir şey yapayım, diyor. Bir de Türk çocuğumuz var. Çok fakir bir ailenin çocuğu. Bir maden işçisinin oğlu. Kürt çocuğu dağa çıkmasa ölecek; Türk çocuğu ise askere gitmese vatan haini ilan edilecek. Ben Türk çocuğunu daha ziyade günümüzden örnek aldım. Mesela bedelli askerlik çıktı ama sadece zengin çocukları bundan faydalandı. Önümüzde bir Suriye savaşı olursa yine fakirlerin çocukları gidecek ve ölecek. Çünkü hep fakirler ölür savaşta. Bu savaşta hiçbir zenginin, bir başbakanın, veya Koç’un oğlu ölmedi.

-Sistemin halkın çocuklarına çocukluktan itibaren militarizmi aşılaması, mecburi askerliğe tabi tutup, yarattığı kirli savaşa dahil etmesi, iki halk arasında kan davası kışkırtmak anlamına da gelmez mi?

Tabii kesinlikle. Her Türk asker doğar vurgusu var çocuklarda. Bu eğitim çocukluktan aşılanıyor beyinlere. Oyunda biz iki bölümde bu hususu açıyoruz. Biz oyunun ilk bölümünü Kürt çocuğunun “Türküm, doğruyum, çalışkanım” deyişiyle açıyoruz. İkinci bölümde ise Türk çocuğunun gururla aynı andı içtiği görülüyor. Daha sonra Türk çocuğu öldüğü vakit ne için öldüğünü fark ediyor. Şöyle sorguluyor: “Ben niçin öldüm? Yoksuldum savaşın en ön saflarındaydım. Askere gitmek istemedim ama mecbur edildim” diyor. İlkokula giden bir Türk ve Kürt çocuğuna ant içirmeleri militarist bir şekilde yetiştirmenin bir ön ayağıdır. Kürt çocuklarını asimile etmeye çalışırken, Türk çocuklarını da militarize etmeye çalışıyorlar. Savaş iki kardeş halkın arasında sistemin oyunuyla başlatıldı ve “Yüzleşme” artık bu sisteme dur diyelim mesajını taşıyor. Dikkat ederseniz barışa karşı çıkanlar hep elitist bir kesimdir. Bu sistemin devam etmesini isteyen insanlardır. Şu anda barışa karşı duran MHP ve CHP zihniyeti hep milliyetçi ve ulusalcı bir kesimin sesidir. Vatan Millet Sakarya diyerek kendini var edenler ve hiç acı çekmemiş olanlardır bunlar. Acıyı yaşamayan insan acının ne olduğunu bilmez. Empati duygusu da körelmiştir bu tarz kesimlerin.

SORGULAYAN İNSAN HEP KAFESTE

-Oyunda kafesteki insan neyin göstergesi?

Kafesteki insan bu oyunun tarihsel boyutunu temsil ediyor. Neolitik dönemden bu yana düşünen insanı, sorgulayan insanı, farkında olan ve karşı çıkan insanı hep dışlamaya çalıştıklarını anlatmak istedik. Bu sadece bölgesel bir sorun değildir. Evrensel bir sorundur. Dünyada devletler oluştuğundan beri düşünen insan hep bu kafeslere zorla sokulmuştur. Bizim kafesteki insanımız buna karşı duruyor. Irkların, kimliklerin, cinsiyetin hiçbir şeyin insanlıktan üstün olmadığını söylüyor. İnsan olmanın gereğini vurguluyor.

-Peki kafesten hiç çıkamıyor mu?

Oyunun sonunda çıkıyor. Kürt ve Türk çocuk en son çatışma esnasında birbirini vurmadan önce birbirlerini sorguluyorlar. Kürt çocuk ,” Askere gitmeseydin” derken, Türk çocuk, “ Sen de gerillaya gitmeseydin ” diyor. İki genç öldürmesem öleceğim diyerek birbirini vuruyor. Kafesteki insanımız ise izleyiciye “ Bakın sizin yüzünüzden öldüler, yeter artık bu kadar ölüm, barış gelsin artık” diyor ve şunu da soruyor: “ Akan kan kimindi?” Kürdün, Türkün, Alevilerin, Ermenilerin, Rumların, Türkiye ‘de Osmanlıdan bu yana katledilen halkların isimleri söylenirken, kafesteki insan hayır diyor, insandı öldürülen. İnsandı dediği anda iki ana kafesin kapaklarını iki yandan açıyor. Çünkü savaşı ancak anneler durdurur. Savaşın önünde ancak anneler, kadınlar durabilir. Erkeklerin savaşını kadınlar durduruyor.

-O kafes ancak barış geldiği zaman mı yoksa hiçbir etnik kimliğe vurgu yapılmadığı, ötekileştirme yaşanmadığı zaman mı açılıyor?

Kafesteki insan şunu söylüyor: İnsan olma noktasında ben varlığımı barışa armağan edeceğim ve bu barış noktasında ben ölüme gidiyorum. Yani kafes insana ve barışa açılıyor.

SAVAŞI KADININ ZILGITLARI DURDURUR

-Bugün kadınların barış sürecinde yeterince rol alabildiklerini, katkı sunabildiklerini düşünüyor musunuz?

Hayır, yeterli değiller. Kadınların bu barış sürecinde en önde olması gerekiyor. Mesela akil insanlar diye bir heyet oluşturuldu ve kadın sayısı orada bile çok az. Halbuki savaşı kadının çığlıkları, zılgıtları, öfkesi, acısı durdurur. Kadınlar en önde durmalı. En önde onlar barış diye haykırmalı. Ama yeteri kadar önde değiller. Yine erkekler düşünüyor barışı.

-Yüzleşmeden barış olur mu?

Ben Kürdistan’da yapılan vahşetin hesabının mutlaka sorulacağını düşünüyorum. Devlet sormasa bile gerillanın buna müsaade edeceğine inanmıyorum. O acıyı yaşayan ailelerin buna müsaade edeceğine inanmıyorum. Ben inanıyorum ki anayasa değişecek, ben inanıyorum ki hepsinden hesap sorulacak ve ben inanıyorum ki masada bunlar konuşulmuştur. Hakikatleri araştırma komisyonu kurulacağına inanıyorum. Çünkü bu çok trajik bir olay. Bir halkın yok edilmeye çalışılması söz konusu. Bu nedenle yüzleşmek şart ve devlet özür dilemeden asla bir barış gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü barış gelse de halkın geçmişte yaşadığı bu vahşeti unutacağını sanmıyorum. Bu sadece lafta kalmamalı, bütün failler cezasını çekmelidir. Mesela bugün Ergenekon davasından içeri alınan generallerin hiçbiri Kürt bölgesinde yaptıkları katliamlardan ötürü yargılanmış değiller.

AKP’NİN DEĞİL ÖCALAN’IN SAMİMİYETİNE İNANIYORUM

-AKP hükümetinin bu süreçteki samimiyetine inanıyor musunuz?

Ben AKP hükümetinin değil PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın samimiyetine inanıyorum. Söylediklerine güveniyorum. Öcalan cezaevindeki açlık grevlerinde bitirin açıklaması yaptığında aynı gün grevler sona erdi. Türkiye’nin en önemli liderlerinden biri olduğunu gördüm. Siyasi lider olduğunu gördüm. Bu nedenle ben bu barış sürecine Abdullah Öcalan’dan dolayı inanıp güveniyorum. Gerçekten bugün gerilladan çekilmesini istiyorsa kesin bu katliamcıların yargılanacağı sözünü aldığı, Kürt kelimesinin anayasaya gireceğine ve gerillanın her şekilde Türkiye’ye geri döneceğine inandığı içindir. Yoksa ben hiçbir siyasi otoritenin bu süreçte samimi olduğuna inanmıyorum.

BUGÜN KAN DURMUŞSA ÖDENMİŞ BEDELLER SAYESİNDEDİR

-Erdal Ayna, bu sizin çalıştığınız ilk politik oyun mu?

Ben sürekli politik oyunlarda oynuyorum, bu ilk değil. Daha önce kendi ürettiğimiz Kürtçe oyunlar da oynadık. Kürtçe dizi çektik Diyarbakır’da. “Axu Jiyan” dizisinde Ermeni karakteri canlandırdım. “Mavi Ring” sinema filminde oynadım. Hatice ile ilk kez bu oyunda birlikte çalıştık. Aslında ben başta oynamak istemedim. Çünkü barışa inancım kalmadı. Bu ülkede ne zaman barıştan söz edilse Kürtler hep çok büyük kayıplar vermiştir. En son Sakine Cansız arkadaşımızı da bu şekilde kaybettik. Barışın artık bir oyundan ibaret olduğunu düşünüyorum. O nedenle ilk etapta sıcak bakmadım projeye. Hatice’ye bu oyunun sonu barış ile değil, barışa verilen bir bedel ile bitecek se o zaman varım dedim. Çünkü bu barış bedel ödeyenlerin sonucunda var oldu, AKP hükümetinin çabasıyla değil. Kürt halkının çabasıyla barış konuşulur oldu. Bugün kan durduysa Sakine Sancız’lar gibi ödenmiş onca bedel sayesindedir. Oyunda kafesteki insan “ Varlığım barışa bir şey kazandıracaksa varlığımı barışa armağan ediyorum” diyerek kafesi tekrar üzerine kapatıyor. Çünkü bu ülkede artık barış bir handikap olmuş, bir paradoks olmuş.

BARIŞIN MİMARI ŞU AN CEZAEVİNDE

-Oyunda kafesteki insanı oynamak sizin için ne ifade etti?

Barışın mimarı olan insan, sayın Abdullah Öcalan şu an İmralı’da. Barışın mimarı o, ancak şu anda cezaevinde. Kafeste yatan insan o nedenle bizzat Kürt önderi Abdullah Öcalan’dır, barış sürecini taşıyan on binlerce tutsaktır. Barışı konuşanlar şu anda toprak altında, cezaevinde, dağlarda. Onlar bu barışın esas kahramanları. En son Habur’dan gelen barış elçilerini de hemen kafese koymak istediler. Çünkü barış hiçbir zaman devlet eliyle gelmez. Devlet barışı sevmez. Çünkü barış yoksulun, emekçinin yararınadır. Devlet de bunu istemez. Devletin kendi doğasında barış diye bir olgu yoktur. Devlet çıkarı olmadan barış sunmaz. Ancak öyle bir güç çıkacaktır ki devleti bu barışa mecbur edecek. Bu güç de benim açımdan bilge tutsaklar ve dağlarda savaşan insanlarımızdır. Onların uzun soluklu mücadelesi devleti mağlup edip barışa zorlamıştır.

12 Mayıs’ta Seyr-i Mesel Tiyatrosu’nda galasını gerçekleştiren “Yüzleşme” 19 Mayıs Pazar günü saat 19.00’da aynı salonda ikinci kez seyirciyle buluşuyor.

Firatnews

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.