İngiliz Modeli Nedir ve Türkiye'nin Sanat Dünyasını Nasıl Etkiler?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

1369724653_arts_council_webAKP Hükümeti, yasalaştırmaya çalıştığı Türkiye’deki sanat kurumlarının işleyişi hakkındaki tasarıyı İngiliz Modeli’nden esinlenerek oluşturdu. Serhan Bali sanat kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan tasarının esinlendiği Anglosakson sistemini, bu sistemin Türkiye’ye uygun olup olmadığını ve bu yasa kabul edildiği takdirde ülkemizin sahne sanatları alanında yaşanacak gelişmeleri yorumladı.  

Hükümetin Meclisten bir an önce geçirmeye çalıştığı tasarıdan anlaşıldığına göre Türkiye’de bundan böyle ‘devlet eliyle’ tiyatro-opera-bale-dans sahnelenmeyecek, senfoni orkestrası konserleri düzenlenmeyecek. Mevcut düzenin yerine kurulacak yeni sistemin çekirdeğinde ‘TÜSAK’ adı verilen ‘Türkiye Sanat Kurumu’ ve buna bağlı olarak ‘Türkiye Sanat Kurulu’ yer alacak.

Bu noktaya nasıl geldik? Geçen yıl Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Günlük Müstehcen Sırlar’ adlı oyunun ‘müstehcenlik’ ile suçlanmasıyla birlikte durumdan vazife çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tiyatroların işleyişinde yaptığı esaslı değişikliğe karşı başkaldıran tiyatroculara Başbakan Erdoğan çok sert tepki göstererek ‘Tiyatroları özelleştireceğiz, gidin istediğiniz gibi oynayın’ demeciyle ilk şok dalgasını yaratmıştı. Yürüyüş yapan sanatçılara karşı öfkesi dinmeyen Başbakan, ‘Bunlar ellerinde içki kadehleri, halkı küçümseyen elitistlerdir’ diyerek sahne sanatçılarını marjinalleştiren tavrını sürdürmüş ve çok konuşulacak şu cümleyi sarf etmişti: ‘Dünyanın hiçbir ülkesinde devlet tiyatro işletmez.’
Bu net tavırla birlikte Ankara’da çalışmalar hızlandı. Yeni sahne sanatları yasasıyla ilgili başkentten gelecek haberleri endişeyle bekliyorduk. Köklü olacağı anlaşılan değişikliklerle ilgili kamuoyuna bilgi verilmediği gibi tarihe karışacağı söylenen devlet sanat kurumlarının başındakiler de süreçten soyutlanmışlardı. Geçen yılın sonlarında Kültür Bakanlığı müfettişinin konuyla ilgili hazırladığı rapor elimize geçtiğinde, yeni sistemle ilgili fikirlerimiz netleşmeye başladı. Müfettişin, İngiltere’deki sanat kurumlarının yapısı ve işleyişi hakkındaki ayrıntılı raporunun özet mahiyetindeki hükmü şuydu: ‘İngiltere’de ‘devletin sanatçısı’ yoktur’. Tanıdık geldi, öyle değil mi?
Yine kulislere yansıyan bilgilere göre, yeni yasayla ilgili çekinceleri bulunan eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bu yüzden yasanın çıkmasını geciktiriyordu. Başbakanın bu konuda ne kadar kararlı olduğunu, Günay’ın yerine sağ kolu Ömer Çelik’i bakanlığa getirmesiyle anladık zira Çelik’le birlikte yasalaşma süreci birden hızlandı. Ve geçtiğimiz hafta Radikal’in haberine yansıdığı kadarıyla, yeni tasarıyla birlikte, devletin sahne kurumlarının kapısına kilit vurulmasının ve Başbakan’ın ‘Bunlar’ diye tabir ettiği sahne sanatçılarının il kültür müdürlükleri hizmetine verilmelerinin ve peyderpey emekli edilmelerinin önünde hiçbir engel kalmadığı anlaşılıyordu.
Erdoğan’ın ‘Dünyanın hiçbir ülkesinde devlet tiyatro işletmez’ cümlesi elbette doğru değil. Almanya-Avusturya-Fransa üçlüsünde geçerli olan ‘devlete bağlı sanat kurumları’nın işleyiş mekanizmasını Başbakan’ın önüne koymak yeterli. Şurası artık çok açık ki AKP Hükümeti ‘toplumun marjinal kesimleri’ olarak gördüğü tiyatro-opera-bale-dans-orkestra sanatçılarının devletin kültüre ayırdığı bütçeden her yıl önemli miktarda pay alıp da ‘ülkedeki milyonlarca insanın anlamadığı-hoşlanmadığı-ahlak dışı bulduğu’ sanat ürünleri ortaya koyup üzerine bir de hükümetin icraatlarını yüksek tondan eleştirmesini içine sindiremiyor. Ülkede ‘milli ve muhafazakar sanat anlayışı’nı kültürün her alanında yerleştirmek isteyen Hükümet ‘bunlar’ diye ayrıştırdığı sahne sanatçılarının ortaya koyduğu bu ‘kökü dışarıda ve gayri ahlaki’ ürünleri milletin kesesinden finanse etmenin önüne geçmeyi, soyunduğu toplum mühendisliği işlevinin bir parçası olarak görüyor.
Peki bu tasarı, sanatçıların tepkilerine ve orta yol bulunması tekliflerine rağmen, beklendiği üzere, meclisten bu haliyle çıktığı takdirde bizleri neler bekliyor?
Sanat kurumlarının işletilmesi alanında ‘Kıta Avrupası Modeli’nin tam aksine ‘İngiliz Modeli’nde Hükümet sanat kuruluşlarının patronajı ve işletilmesinde pay sahibi olmayıp sadece ‘maddi destekçi’ rolünü üstlenir. İngiliz Sanat Konseyi-Arts Council of England (Kısa adıyla ACE olan bu kurumun İskoçya, Galler,  Kuzey İrlanda için kurulmuş olanları da vardır), Türkiye Sanat Kurumu-TÜSAK’ın esin kaynağını oluşturuyor. ACE’nin, İngiltere’nin önemli sanat profesyonellerinin oluşturduğu 17 kişilik bir ‘Ulusal Konsey’i var ki bu da kurulması beklenen ‘Türkiye Sanat Kurulu’nun esin kaynağı. Ulusal Konsey üyelerinin, bizzat Londra Belediye Başkanı tarafından atanan Londra temsilcisi dışındaki tüm üyeleri İngiltere’nin Kültür-Medya-Spor Bakanı tarafından 4 yıllığına göreve getiriliyor (TÜSAK üyeleri Bakanlar Kurulu kararıyla 2 yıllığına atanacak). ACE’nin Ulusal Konsey üyeleri aynı zamanda İngiltere’nin 9 ayrı bölgesinde kurulan yerel konseyleri de yönetiyor ama TÜSAK’ta böyle bir ademi merkeziyetçilik gözükmüyor şu an için. ACE’nin ayrıca tüm işleyişi yürüten 9 kişilik bir de yönetim kurulu var. ACE’nin hesaplarını İngiliz Sayıştayı olan National Audit Office denetliyor.
ACE, İngiltere’de quango (quasi-autonomous non-governmental organisations-özerk benzeri hükümet dışı kurum) statüsünde bir oluşumdur. ACE türünden quango’ların iç işleyişine bakanlık karışamaz, bunların bakanlarla çalışmaları ‘arm’s length’ (dirsek teması) esasına göre şekillenir. Ama Bakan quango’ların faaliyetlerinden parlamentoya karşı sorumludur.
ACE’nin bütçesi iki ana kalemden oluşuyor: Kültür Bakanlığı üzerinden gelen Hükümet desteği ve İngiliz Piyango İdaresi gelirlerinden ayrılan pay. ACE’nin 2010-11 dönemi faaliyet raporunda Hükümetin ACE üzerinden İngiltere’de sanata ayırdığı maddi desteğin rakamla ifadesi 439 Milyon Sterlin olarak gözüküyor. Piyango İdaresi’nden gelen rakam ise 180 Milyon Sterlin. (TÜSAK’ın gelir kalemleri arasında genel bütçeden aktarılacak hazine yardımları, Başbakan tarafından ihtiyaca binaen diğer kaynaklardan yapılacak transferler, ayni ve nakdi bağış ve yardımlar, yapım ve yayın gelirleri sayılmış). Öte yandan, ‘Harcama yönteminin Başbakan tarafından belirlenecek olması’, TÜSAK’ın çok tartışılacak muğlak yönlerinden biri.
İngiliz Sanat Konseyi-ACE 2010-11 döneminde Londra Senfoni Orkestrası’nı 2 Milyon 356 Bin, İngiliz Ulusal Operası’nı 18 Milyon 594 Bin, Birmingham Operası’nı 688 Bin Sterlin ile fonlamış. Yine bu dönemde maddi destek için ACE’ye başvuran İngiliz sanat kurumlarının sayısı 1.300 olurken, aralarından destek verilenlerin sayısı 848’de kalmış. ACE 2008-11 yılları arasında İngiltere’de sanata 1.6 Milyar Sterlin’lik fon tahsis etmiş. ACE’ye maddi destek başvurusunu kişiler (sahne sanatçıları, yazarlar, küratörler) olduğu gibi kurumlar (limited şirketler, vakıflar) da yapabiliyor. ACE en fazla 3 yıl sürecek proje dönemi için kişilere 1.000-30.000, kurumlara ise 1.000-100.000 Sterlin fon sağlayabiliyor.
AKP Hükümeti’nin örnek aldığı ‘İngiliz Modeli’nde tiyatro-opera-bale-dans kurumları, senfoni orkestraları ve konser salonları ‘kamu yararına çalışan hayır kuruluşu’ (registered charity) statüsündedir. Charity Commission’a bağlı olan bu kurumlar mütevelli heyetleri tarafından yönetilir ve sezon programlarına ACE’den yüklü maddi destek alabilmek için ciddi bir yarış içine girerler. Londra Senfoni, Londra Filarmoni, Kraliyet Shakespeare Kumpanyası, Rambert Dans Kumpanyası, Kraliyet Operası (Covent Garden), İngiliz Ulusal Operası, Southbank Centre, Barbican Centre… Aklınıza gelebilecek olan tüm önde gelen büyük İngiliz sahne sanatları teşekkülleri devletten bağımsız, kar amacı gütmeyen (non-profit) vakıf yapılanmasına sahip kurumlardır.
Bu tür kurumlardan biri de, Covent Garden adıyla bilinen İngiliz Kraliyet Operası’dır. Covent Garden’ın 2010-11 dönemi faaliyet raporunda kurumun 109.5 Milyon Sterlin’lik bütçesinin 27.9 Milyon’u ACE’den gelen destek, 37.7 Milyon’u gişe geliri, 20.7 Milyon’u sponsorluklar, 22.9 Milyon’u ise turne-hediyelik eşya geliri olarak gözüküyor. Yine aynı statüdeki Kraliyet Shakespeare Kumpanyası 2011-12 döneminde 50.1 Milyon Sterlin olarak açıkladığı cirosunun 16.4 Milyon’unu ACE’den, 18.1 Milyon’unu bilet satışlarından, 5 Milyon’luk kısmını ise sponsorluk yoluyla elde ettiğini duyurmuştu.
Rakamların büyüklüğü dikkatinizi çekmiştir. ACE çıkalıberi kendi ayakları üzerinde durmaları beklenen İngiliz sahne sanatları kurumları yaşamlarını sürdürmeyi, prodüksiyon kalitelerini üst düzeyde tutmayı ve uluslararası rekabette daima ön sıralarda saf tutmayı, ACE desteğine olduğu kadar son derece güçlü bilet, sponsorluk, turne ve ticari meta gelirlerine de borçludurlar. Bu kurumların sahneledikleri performansların bilet fiyatları, web sitelerinde çarşaf çarşaf listelenen destekçi kişi ve kurumlar incelendiğinde şu iki nedenden dolayı ayakta kalabildikleri anlaşılıyor: Sanat tüketicisi-hamisi olan güçlü orta sınıf ve yüksek burjuvazi.
Türkiye’de bu sınıflar kapılarına kilit vurulacak devlet sahne sanatları kurumlarının yerine ikame edilmeleri beklenen kurumları yaşatacak olgunlukta ve kapasitede midir? Bu soruya olumlu yanıt vermek zor. Türkiye için ‘İngiliz Modeli’ni örnek almak, maksatlı değilse eğer abesle iştigaldir. Radikal’de Erkan Aktuğ’un yazdığı gibi, yasa bu haliyle çıkacak olursa, Türkiye’de önümüzdeki dönemde senfoni orkestraları ve tiyatrolar küçülerek ve dönüşerek de olsa yaşamlarını sürdürebilirler ama opera-bale-dans sanatlarının bu ülkede cenazesi kaldırılır. Senfoni orkestraları ve tiyatroların sivil inisiyatif, belediye, üniversite, vakıf, holding çatısı altında yaşamlarını sürdürmelerine yetecek sermaye-kültür birikimine bugün sahibiz ama opera-bale-dansta kazın ayağı öyle değil. Bir değil birkaç kez sahnelenmesi gereken bir opera prodüksiyonunun toplamda kaç liraya mal olduğunu biliyor mu bu yasayı yapanlar? Bu sanatların devlet tarafından ciddi biçimde sübvanse edilmesi gerektiği gün gibi ortadadır. İngiliz Sistemi’nde bugün sadece Covent Garden ve İngiliz Ulusal Operası 20-30 farklı opera-bale-danstan oluşan sezon programları yapma gücüne sahipken diğer İngiliz opera-bale kurumları yılda ancak bir, haydi bilemediniz iki yapım çıkartacak bütçeye sahiptirler. Ülkenin en önemli sanat kurumlarından Kent Opera’nın 1989’da ACE ödeneğinin kesilmesiyle tarihe karıştığı bilinir. Desteği azaltılan İskoç Operası ise son yıllarda ciddi sarsıntılar geçiriyor.
Tasarı yasalaşırsa, büyük şehirler senfonik müzik ve tiyatro bakımından kendilerini bir ölçüde kurtarırlar ama zaten sanat yönünden fakir olan Anadolu hepten çöle dönecektir. Bölgelerine yıl içinde turneler yapan devletin tiyatro, senfoni, opera-balesinin yerini kim alacaktır? Günay zamanında Gaziantep ve Van’a da opera açılacağı haberlerine sevinirken şu geldiğimiz nokta hüzün verici…
Kabul, devlete ait sahne sanatları kurumları, yapılarında ve işleyişlerinde yıllardır çözülememekten kangrene dönmüş sorunlarla malul. Hepsinden öte, ‘memur sanatçı’ ayıbından yıllardır kurtulamadı bu ülke. Sanatçılarının performansını ölçemeyen, bir kere kadro verdikten sonra düzeylerini kontrol etmeyip onları tembelleştiren bir sistemin, zaman içinde, sıradan sanatçılardan oluşan topluluklar yaratması kaçınılmazdır. Dünyanın en fazla tatil yapan ve en az konser veren senfonik orkestraları bizdedir. Kaç gelişmiş ülke dilinde ‘bankamatik sanatçı’ tabirinin karşılığını bulabiliriz?   Bu sistemin böyle yürümeyeceğini ve çağdaş normlara göre revize edilmesi gerektiğini müzik profesyonelleri, müzikseverler ve doğruyu gören müzisyenler yıllardır söyler durur ama konformizm, adam sendecilik, 657’li olma prangası, örgütlenememe zaafı türünden ciddi sıkıntılarımız var bizim. Sorunlarınızı size ayrılan süre zarfında çözemediğiniz takdirde sizin yerinize bunları kökünden ve işlerine gelecek tarzda çözmeye kalkanlar çıkacaktır, tıpkı bugün yaşadığımız gibi.
TÜSAK yasalaştığı takdirde Türkiye’de son dönemde devletin başıboş bıraktığı sanat dallarındaki faaliyetleriyle öne çıkan kurumların yükü daha da artacak. Vakıflar, büyük sermaye grupları, üniversiteler, belediyeler sahne sanatları oluşumlarının kurulmasında ve bunların gerek TÜSAK gerekse bağışlar yoluyla yaşatılmasında daha fazla inisiyatif almak zorunda kalacaklar. Örneğin Doğuş Grubu ‘CSO ile Anadolu Kampüslerinde Senfonik Akşamlar Turnesi’nin çapını genişletecek, Siemens yılda bir opera yarışması yapmak dışında belki oda operası prodüksiyonlarını da destekleyecek, İstanbul Oda Orkestrası gibi bir sivil toplum yapılanması Anadolu’da benzer nitelikte oluşumlara esin kaynağı olacak, Günay’ın giderayak kurduğu ama kendisinden sonra tarihe karışan Anadolu Filarmoni Orkestrası tarzı gezici orkestralar yeniden kurulacak. Önümüzdeki dönemde, elbirliğiyle böyle vahalar yaratıldığı takdirde, belki o zaman Anadolu tümden çöle dönüşme tehlikesinden uzaklaşabilir.
Yeni yasayı şu an için tüm ayrıntılarıyla bilemiyoruz ama en büyük korkulardan biri 11 kişilik konsey eliyle ‘iktidar güdümlü sanat’ anlayışının yerleşmesi. Bakanlar Kurulu hangi kıstaslara dayanarak seçecektir bu kişileri? Bu konseyin kararlarını denetime tabi tutan bir üst merci olacak mıdır yoksa o üst merci de mi Başbakandır? Kurul üyeleri için ‘yüz kızartıcı bir suçtan mahkum olsa bile ancak Başbakanın onayıyla görevden alınabilir’ ibaresinin konulmasına neden gerek duyulmuştur? Başbakan TÜSAK konusunda kendisini neden bu kadar fazla yetkiyle donatmak istemiştir?
Ve belki de en önemli ama günümüz ortamında galiba en gereksiz soru: Neden hiçbir sanatçıyı ve sektör insanını muhatap kabul etmeden, onlardan görüş almadan, adeta yangından mal kaçırır gibi yapılmaktadır, on binlerce kişinin kaderini etkileyecek bu köklü değişiklikler? Bu ülke ve yurttaşları için sahnede bugüne kadar sayısız estetik değer üretmiş olan sanatçılar neden bugün Ankara’da herkese kapalı yapılan çalışmaların ardından hoyrat biçimde kapının önüne atılmak istenmektedir?
TÜSAK yasası alelacele çıkartılmaya çalışılmadan önce sanat profesyonellerinin de görüşleri mutlaka alınmalı ve bu ülkede sahne sanatlarının hangi yöntemlerle yeniden yapılandırılacağı sorununa ortak akılla çareler bulunmalıdır. Tabii eğer maksat üzüm yemekse…
Serhan Bali
serhanbali@andante.com.tr
Andante
Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.