Oyunculuğu Gerilla Usulü Yapıyoruz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

yesim“Ne şan, ne para, en çok istediğim oyunculuk okulu açmaktı” diyen Yeşim Ceren Bozoğlu Atölye 1314 isimli bir oyunculuk okulu açtı. Radikal Gazetesi’nden İpek İzci’nin röportajını okuyucularımızla paylaşıyoruz.

“Arkeoloji müzesinde bir bütün gün geçiriyor, oradan seçtikleri objelerin fotoğraflarını, videolarını çekiyorlar. Sonra o videolarla ilgili sunumlar hazırlayıp o sunumların üstüne, seçtikleri nesne, obje veya hikâyeyle ilgili doğaçlama yapıyorlar.”

Zormuş.

“Çok kolay olmadığını söylemiştim.”

Başka?

“Rol gereği çok yakışıklı ya da çok çirkin olmayı bilebilmeleri gerektiği için dilenci kostümüyle İstiklal’e çıkıyorlar. Yüzleri-gözleri kir pas içinde sokaktaki insanları ikna etmeleri gerekiyor. Ve tabii bunu videoya çekip, atölyede bize gösteriyorlar. Birinin saçı, makyajı, kostümü olağanüstüydü, 15 dakikada, 25 lira para topladı mesela.”

Daha başka?

“Sokakta, kafede, garda, artık kendi seçtikleri bir yerde, çift olup çevresindeki insanları partner ilişkisinde ikna etmeleri gerekiyor; bu aşk da olabilir, kavga olabilir, kendileri seçiyor ve onun üzerinden doğaçlama yapıyorlar. Üçüncü bir öğrenci de onları kameraya çekiyor.”
Oyuncu Yeşim Ceren Bozoğlu, Karaköy’de oyuncu yetiştirmek için açtığı atölyede, öğrencilerine verdiği ödevlerden bazılarını böyle anlatıyor. Bozoğlu’yla, çalışmaları yaklaşık 2.5 yıl süren atölyesi 1314’ü konuşmak üzere bir araya geldik…

Hemen yanımızdaki duvarda yazıyor gerçi ama siz anlatın, atölyenizin adı neden 1314?

Bir kere bu benim 16 senelik hayalimdi okula girdiğimden beri. Ne şan ne şöhret ne para, en çok istediğim şey bir oyunculuk okulu açmak, özellikle de burslu öğrenci okutabilmekti. Bu binanın bize gelişi de bir mucize oldu ve çok isim düşündük. Burası tarihi podesta binası, ortaçağdan günümüze kalan İstanbul ’daki üç binadan biri. 1314’te Cenevizliler tarafından yapılmış. Şimdi bize emanet, o yüzden onun hatrına atölyenin adının 1314 olmasına karar verdik.

“Ne şan ne şöhret” dediniz. Oyunculuğu ego işi diye biliriz, dışarıdan…

Bu, çoğu oyuncunun da yanlış anladığı bir durum aslında; oyunculuk mesleği ego açma-kapama işidir. Egonuz yüksekte takılı kaldıysa o kötü oyuncu olduğunuz anlamına gelir çünkü mesleğin erbabı olan, yerle yeksan olmayı da becerir, dünyanın en arş-ı alâya da çıkmayı da. Bunu yapabilene oyuncu denir.

Atölyeye dönelim. Diyelim ki biri oyuncu olmaya karar verdi ve çaldı kapınızı, onu neler bekliyor?

Öncelikle bir ahlaki şartname bekliyor çünkü Atölye 1314’ün birtakım kuralları ve prensipleri var: Disiplin, adanmışlık ve mesleki anlamda bir aynı yerden bakma gibi. Aynı hedefe ait hissetmiyorsak, birlikte yol almamız çok mümkün görünmüyor. Temel amacımız sektörde bireysel devrim yapabilecek oyuncular yetiştirmek. O oyuncu o devrimin bir parçası olamayacaksa bizimle çalışamıyor.

Devrimden ne anlamalıyız burada?

Birçok oyunculuk okulu, kursu var ama bu çocukları hiçbir sektör realitesine göre yetiştirilmiyor. Ben 9 Eylül Üniversitesi oyunculuk mezunuyum, tez yazarak okul bitirdim, oyun sahneledim ama İstanbul’a geldiğimde televizyon ve sinema sektörüyle hemhal olduğumda; Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları ya da özel tiyatrolarda çalışmaya başladığımda okulda sektör realitesine hiçbir şekilde hazırlanmamış olduğumu gördüm.

Bu sorun hâlâ devam ediyor mu?

Elbette. Çünkü biz sektör anlamında da sinemada da, tiyatroda da, televizyonda da Türkiye ’de oyunculuk sanatını gerilla usulü yapıyoruz.

Gerilla usulü derken?

Şöyle; 48 saat uyumadığınız halde, sette o sinema filminin en önemli sinir krizi sahnesini oynamanız gerekiyor. Uykunuzun olması, hasta olmanız veya eksi 10 derecede oynuyor olmanız sektörün problemi olmuyor; sizden bunu başarmanız ve orada da en yüksek performansı vermeniz gerekiyor. Dolayısıyla o devrimin bir parçası, her şeye rağmen oynayabilen, bahane üretmeyen oyuncular yetiştirmektir. Onun dışında da ‘temiz star’ diye bir kavrama inanıyorum. Seçimleriyle, duruşuyla rol model olabilen, mesleğinin gerekliliklerini evrensel ölçüde yerine getirip proje üretebilen, hayata karşı bir tavrı olan; bunu işine yansıtan ve kendini sürekli geliştiren, kalifikasyonları zengin ve hayatını bu mesleğe adamış mutlu oyunculardan bahsediyorum. Devrimden kastettiğim bu. Genel olarak bir kafa karışıklığı hâkim. Sektör, sanat kurallarıyla değil, çok ciddi ticari kurallarla işliyor, birçok oyuncu dediğim manada kendini geliştirmezse beş sene içinde yine sektör tarafından sektör dışına tükürülüyor. Kendini geliştirmediği ve yenilemediği takdirde sektör ondan alacağını alıyor, tüketip bir kenara atıyor. 3-4 sene başrollerde oynamış, sonra kaybolup gitmiş oyuncular atlasıdır Türkiye. Geride kalan, klasik olan isimler, ancak bu dediğim şeyleri yaptıkları için böyleler. Atölye 1314’te bunun ilmini öğretmeye çalışıyoruz.

Sorumuza dönelim, kapınızı çalan kişiyle aynı yerden bakıyorsunuz?

Diyelim oyunculuğun prensipteki şartlarından antant kaldık, o zaman onu fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak ciddi bir çalışma ve değişim süreci bekliyor. Bu dört aylık bir süreç. Burada atölyede, kamerayla yaptığımız çalışmanın dışında hedeflediğim, oyuncu adayının oyuncuya dönüşme sürecinde hayata bakış açısı ve oradaki algısını yönetebilme becerisi kazanması. Olaylara tek bir açıdan değil, prizmatik açıdan bakmayı becerebilen, sorgulayabilen, soru soran, bu soruları işine ve oyunculuğuna yansıtabilen oyuncular yetiştirebilmek…

Kaç öğrenciniz var, kurslarınızın içeriği nedir?

Şu anda 24… Kurslarımız dört aylık, dramera diye bir kavram üretti Atölye 1314: Drama ve kamera önü oyunculuk tekniklerinin birleşiminden oluşan bir kelime bu. Bir konservatuvar hazırlık sınıfı var, 12 burslu öğrencimizin olduğu… “İmdat audition’ım var”, öğrencimiz olsun olmazsın, rolünü çalışmak isteyen oyuncular için oluşturduğumuz bir ders. Birebir oyunculuk koçluğu var. Eylülde hobi sınıfları oluşturmayı düşünüyorum. Hocalarımız da Harlem Dream Team gibi: Kerem Kupacı, Galata Perform’un kurucusu ve yönetmeni Yeşim Özsoy Gülan, Şehir Tiyatroları’ndan Semah Tunsel, Türkiye’de hareket ve dans tiyatrosu ve reji dendiğinde en önemli isimlerden İlyas Odman’la çalışıyoruz.

Bir yandan da dizi setine koşturuyorsunuz değil mi?

Evet, ‘Aldırma Gönül’ devam ediyor. Orada canlandırdığım Petek, hayatıma fırtına gibi girdi. Çünkü Petek, kendi tariflemesiyle Reşitpaşa sosyetesinin orta yerinde bir güneş gibi parlayan biri. Kadının ne olduğunu önce Reşitpaşa’ya, sonra bütün insanlığa anlatan, leopar desensiz tuvalete bile gitmeyen; hayatta olmadığım ne varsa olan bir kadın, o yüzden de ışıltılı bir avize gibi. Onu oynamak yaşayamayacağım bir hayat tecrübesi.

Başka ne var gündeminizde?

Eylülde Galata Perform’da bir oyunda oynayacağım. Ayrıca iki sinema filmi projesi var önümde. ‘Dersimiz Oyunculuk’ kitabının ikincisini yazmam gerekiyor, boş bir arada. Bir de yönetmenliğini yapacağım bir belgesel projesi var; Alzheimer üzerine.

‘En iyi siyasetin sanatla yapıldığına inanıyorum’

Biraz eskilere gidelim. Sadrazam torunuymuşsunuz, öyle mi?

Evet.

Çok havalı.

Evet (Gülüyor). Bir dedem devrim arabalarını yapan mühendis ekibinden Emin Bozoğlu, diğer dedem Çorlulu Ali Paşa. Ailede siyasetçi de bol. Ama ben en iyi siyasetin sanatla yapıldığına inanıyorum.

Siyasetin konuşulduğu bir evde büyüdünüz tabii.

Tabii, çokça. Bizimkiler X kuşağıydı; ‘adanmışlık’ kelimesinin hayatımı tarif eden kelime olması çok da tesadüf değil. İnsan ailede ne görüyorsa, onu görüyor, onu alıyor. Siyasetten ziyade, idealizm ve “Başkasına faydam var mı yok mu?” önemliydi ailemizde, bir ciddiyet vardı. O noktada da sanatın içinde aradığım, yine aynı şeyler; disiplin, adanmışlık ve başkasına fayda. 16 senedir oyunculuk yapıyorum, kendi kariyerim odaklı bakamadım meseleye o yüzden. Beni hep yanımdaki oyuncunun bilemediği, çözemediği, yapamadığı, acı çektiği yer çok ilgilendirdi. Atölyenin benim için bu kadar aşk olmasının nedeni de odur. Ben şimdi burada eğitim alan çocukların, ilk 10 senede çektiğim acıları çekmesine asla müsaade etmeyeceğim. Sektöre silahlarını donanmış olarak girecek, sette benim kadar ağlamayacak ve kendilerini hak ettikleri yerde değerli ve önemli hissedecekler.

Bu kadar sıkıntı yaşarken vazgeçmeyi düşündüğünüz oldu mu?

Binlerce kez hem de. Oyunculuk mesleği kimya değiştirme sanatı ve buna bir kere başlarsanız iş bitti. Adrenalin bağımlısı oluyorsunuz, normal bir hayat sistematiği size yetmiyor. Oradaki tansiyon size yetmemeye başlıyor ve sürekli başka hayatları da yaşamak istiyorsunuz. O yüzden oyunculuk virüsünü kapmış birinin iyileşmesi imkânsız. Ben de binlerce kez başarısız oldum, yenildim, çok işsiz kaldım, parasız kalmak vakayi adiyeden ama vazgeçemiyorsunuz işte. Oyunculuk, nefes aldığım yer. Her insanın da aldığı nefesin bir hakkı olduğuna, o hakkı dünyaya geri vermenin bir yöntemini bulmak zorunda olduğumuza ve bundan sorumlu olduğumuza inanıyorum. Benimkisi oyunculuk, o yüzden de oyunculuktan vazgeçtiğim nokta, benim kendimden vazgeçtiğim nokta olur.

‘Biz survivor kuşağıydık, Y kuşağı daha sakin’

Gezi’nin çok ciddi bir kuşak çatışması olduğunu düşünüyorum. Buradaki en temel sorun, iletişim kopukluğu. Kuşaklar arasında dil, teknolojinin ilerlemesiyle daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar büyük bir uçurum şeklinde birbirinden koptu. Önce bir şekilde bu iletişim problemini çözmek lazım. Atölye 1314’e gelen öğrencilerimizin yaş ortalaması 19-20. Gözlemlediğim şu: Çok açıkyürekli, önyargısız ve sevgi dolular. Onlardan öğrenmemiz gereken çok şey var. Biz survivor kuşağı, hayatta kalmak için her şeyi feda eden bir kuşaktık. Y kuşağıysa hayatı daha sakin, daha tatlı, daha zarif yaşamayı beceriyor. Onlardan bunu örnek almamız lazım. Onun dışında da bu ülkeyi seven herkesin kardeş olduğunu, aile olduğunu unutmaması gerektiğini düşünüyorum. O noktada baktığım yer şu: “Cevap: Sevgi. Soru: Önemli değil.” Doğru iletişim yöntemiyle çözülemeyecek problem yok. Biz bunu öğrenmedikçe hayat onu öğrenmemiz için bize sırasıyla gereken durum ve olayları yaratmaya devam edecek.

Radikal

Paylaş.

Yanıtla