Şarkı Söylemek, En Ağır Tiyatro Oyunundan Bile Zor!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

aksam[Emine Bıyık’ın Mustafa Avkıran ile gerçekleştirdiği, Akşam Gazetesi’nde yayınlanan röportajı aktarıyoruz…] Oyunculuğunu tiyatro sahnesinde de beyazcamda da kanıtlamış bir oyuncu Mustafa Avkıran… Şimdi hiç bilmediğimiz bir yönüyle karşımıza çıkıyor. Oyunculuğunda sakladığı şarkıcılığını bir süredir sahneye de taşıyan Avkıran, ‘muhabbet’ konseptiyle bir albüm yapıyor. Avkıran, “İtiraf ediyorum ki şarkı söylemek, en ağır tiyatro oyunundan bile daha zor” diyor.

Çocukluk yıllarınızdan başlayalım… O yıllar size neler kattı?
Çok beslenmişim çocukluğumdan. Önce oyuncu, sonra yönetmen olarak içinde olduğum her işte etkilerini görüyorum. Babam astsubaydı. Çocukluğumda Konya, Zonguldak, Şemdinli de var Trabzon, Diyarbakır, Van da… Bütün buraları teneffüs etmiş biri olarak içimde Şemdinli’de hapishaneden kaçmış şimdinin teröristi dediğimiz eşkıyanın kaçışını görmek de var; Kozlu’da grizu başında bekleyen Mustafa da var.

Sizinle ilgili en temel algı ‘ağır ağabey’lik. Neden? 
Oynadığım rollerin getirdiği bir algı ya da ben o rolleri çağırdım bilemiyorum. Bir şeyde başarılı olunca o algı biraz daha genişliyor, çevresi büyüyor. Ben öyle miyim, değil miyim onu da bilmiyorum. Bazen çok eğlenceli olurum, bazen de sustum mu saatlerce susarım. Bazen çok keyiflidir sohbetim, bazen nemrutun Allah’ı olurum.

İÇİMDEKİ ŞARKICIYI KEŞFETTİM
‘Sabahlar Olmasın’ adında bir sahne programınız var. Müziğe olan sevginiz nereden geliyor?

İtiraf ediyorum ki hiç bilmiyorum. Ama çocukluğumdan beri çok sıkı bir müzik dinleyicisiyimdir. Konservatuvarda kulağım yıkandı tabii… Aldığım dersler, solfej, şan, ritim hepsi öğretildi. Ben de çok iyi bir öğrenciydim ama… Okulda içinde olduğum her projede şarkı söylemişimdir. Müzikle aram hep iyiydi. İçimdeki şarkıcıyı keşfetmem ‘Sabahlar Olmasın’ projesiyle oldu. İtiraf ederim ki en ağır tiyatro oyunundan daha zor şarkı söylemek. Sahnede üç saat oyun oynarım, iner hayatıma devam ederim. Bunda öyle değil. Şarkı söylediğim gecelerin sabahı, asla kalkamıyorum yataktan.

Peki, bu proje nasıl doğdu?
Eşimin (Övül Avkıran) doğum gününde Viyana’ya gitmiştik. Çok yakın bir arkadaşımızın evinde kalıyoruz. Doğum günü masasındayız, Tanju Okan çalıyor… “Ben bu şarkıyı söylemek istiyorum” dedim. Eşimle birlikte mırıldanmaya başladık. Üç gün sonra da ‘Sabahlar Olmasın’ adlı bir proje yapmaya karar verdim.

MUHABBETTEN KORKMAYIN!
‘Sabahlar Olmasın’ neyi hedefliyor?

Çok güzel bir soru… Muhabbetten korkmamayı hedefliyor. Muhabbet, bu ülkenin en eski, en kaybetmekten korkmamız gereken değeridir bence. Aslında İslam öncesinden beri bu topraklarda muhabbet hep alkolle bir şekilde ilişkilendirilmiş. Özellikle halk müziğinde, halka ait olan halkın ürettiği eserlerde buna şiir de dâhil; çok acayip şeyler var. Tabii ki alkol sağlığa zararlı, buna ben de imzamı atarım. Muhabbet meselesi bu… Muhabbetin içindeki alkolden korkmamak gerektiğini düşünüyorum. Hedefim alkolik toplum yaratmak değil. Özendirmek asla değil. Sadece bu şarkılara ‘tu kaka’ demek, dinlemekten imtina ettirmek, sansürlemek iyi gelmiyor bana. ‘Sabahlar Olmasın’ sabahlara kadar şarkı söylenmesini isteyen bir proje (gülüyor). Sabahlara kadar muhabbet edelim, eğlenelim, kendi kendimizi iyileştirelim projesi.

Ve şimdi bu projeyi bir albüme dönüştürüyorsunuz. Nasıl bir albüm olacak?
Albümüm olsun diye bir rüyam yoktu. Hâlâ da yok. Ama proje kendi küçük dünyamızda çok ses getirdi ve Hasan Saltık bu sahneyi albüm yapmak istedi… Hazırlık sürüyor. Kalan Müzik’ten çıkacak. İkili albüm oluyor, şaka gibi… 34 tane şarkı var içinde. Çok acayip bir proje oldu. Bu yaz oturdum külliyatı gözden geçirdim. Aziz Nesin, Ömer Hayyam, Neyzen Tevfik, Özdemir Asaf, Cahit Sıtkı, Can Dündar gibi şairlerin, albümün konseptine uygun şiirlerini buldum. Onları bestecilere ısmarladık. Üç tanesi geldi ve inanılmaz şarkılar olmuş. 6-7 tane de bildiğimiz şarkı var ama hiç birini tanıyamayacaksınız.  Bunun yanı sıra albümde sürpriz müzisyenler ve şarkıcılar da yer alacak.

İNSİYAKİ SEÇİMLER YAPARIM
Sahne ve albüm çalışmasının dışında bir de yeni diziniz başladı. ‘Kaçak’ adlı dizide yine sert bir rolünüz var; mafya babası İsmet Ali… Size gelen projeleri neyi baz alarak değerlendiriyor ve tercih ediyorsunuz?

Tamamen insiyaki ama son zamanlarda hesaplamaya başladım. O kadar çok proje vardı ki menajerimle bana en doğrusu ‘Kaçak’ geldi. Şimdi yapım şirketine, oyuncu kadrosuna, yönetmen ve senaristine baktığım zaman ne kadar doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Vurmalar, kırmalar, dökmeler… Aksiyon dolu bir dizi. Bazı sahnelerin çekimi sabah başlayıp akşam bitiyor ama siz 20 saniye kadarını izliyorsunuz. Bu projede yanlış yapmadım diye düşünüyorum.

Cabbar Ağa, Sami Tekinoğlu hep adından sıkça söz ettiren roller oldu. Diğer rollerinize kıyasla ‘İsmet Ali’ karakterini nasıl anlatırsınız?
İsmet Ali, hepsini dövecek (gülüyor). Hem dişi, hem dişli bir rol. Hırslarından az da olsa arınmış bir adam. Ununu eleyip eleğini asmışken uyuyan devi uyandırıyor… O uyanmasaydı belki sonsuza kadar bir huzur mümkün olacaktı İsmet Ali için ama zamanında hurmaları yemiş, şimdi onun derdiyle uğraşıyor. Her bölüm bir yanını keşfedeceksiniz. İsmet Ali’den çok korkacaksınız ama bir yandan da onu anlayacaksınız.

Nasıl bir set ortamınız var?
Çok eğlenceli. Gürkan Uygun sayesinde çok eğleniyorum. Halı saha maçlarından tenis maçına kadar bir eğlencedir gidiyor. Bu kadar uzun çalışma saatlerinin içinde eğlenecek zamanlar yaratamazsanız o iş çekilmez bir hale geliyor. Oyuncular, Gürkan başta olmak üzere hepsi o kadar eğlenceli ki. Film zaten yeteri kadar gerilimli (gülüyor). Kendimize terapi yapıyoruz.

BU DİZİ EFSANE OLABİLİR
‘Mafya Babası’nı canlandırıyorsunuz. Bir role hazırlanma süreciniz nasıl geçiyor?

Zor bir dönemdi ama şimdi bunu rahatlıkla söyleyebilirim, ‘Sami’ gibi güçlü bir karakterden sonra daha güçlü bir karakteri oynamak çok kolay bir şey değil. Aradaki farkı anlamaya ve çıkarmaya çalışıyorum. Rolü kabul ederken başlıyor o süreç zaten. Mesela Sami de ilk bölüm oğluna tokat atıyor, İsmet Ali de… Bir ton şey birbirine benzeyebilir. Fark, nüans, kalite hep bunlarla uğraşıyorsun. Aynı adam olmadığına göre aynı şekilde bakamaz, yürüyemez, konuşamaz diye başlayıp aslında adamın hikâyesini yazıyorsunuz önce. Sonra da fiziki görüntüsüne bürünüyorsunuz. Ki ben bunu yapmaya çalıştım. Sakal bıraktım, saçlarım ilk defa uzun; yürüyüşle, sesle ilgili bir iki şeye çalıştım.

Bir röportajınızda ‘Kaçak’ için, “Erkek dizisi gibi gözükse de aslında aile dizisi yaptık” demişsiniz. İzleyici neden bu diziyi izleyecek?
Biz bugüne kadar çekilen tüm mafya, aksiyon, gerilim gibi bu türde çekilen işlerde olmayan bir şeyi keşfettik. O da aslında mafyanın da bir aile olduğu. Bir ailenin değil, birkaç ailenin hikâyesini seyredeceğiz. Her ailenin hikâyesi kendi içinde çok ilginç. İsmet Ali’nin temsil ettiği bir statü var. Mafya babası ama baba, hatta dede, bütün düzeni sağlayan adam. Bir yandan ailenin içindeki, bir yandan da sahip olduğu işin entrikalarıyla uğraşıyor. Bütün bunlara baktığınızda aslında bence başka dizilerde olmayacak kadar derinlemesine bir aile hikâyesi izleyeceğiz. Erkek dünyasının kavgalarının dışında oradaki kadınların ve çocukların dramları da seyirciyi çekecek. Hikâye böyle devam ederse, bozulmadan bir efsane olabilir.

DİZİLERİ KÜÇÜMSEMEM
Dizi oyunculuğu mu, tiyatro oyunculuğu mu; böyle bir ayrım yapabilir misiniz?

Hiç öyle bir ayrım yapmadım hayatımda. ‘Diziyi elimin tersiyle yaparım, tiyatro benim mabedim’ diyenlerden değilim. Kaldı ki ne kadar fanatik bir tiyatrocu olduğumu ve tiyatro için neler yaptığımı da herkes bilir. Ama ‘yediğin sofraya tükürmek’ bana çok kötü geliyor.

Peki, sizi en çok ne öfkelendirir; bilmediğimiz yönleriniz var mı? 
Haksızlığa, adaletsizliğe ve şiddete çok öfkeleniyorum. Bir de bu aralar hep şunu düşünüyorum: “Daha iyi bir dünya için çalışıyoruz” deyip kendimizi mi kandırıyoruz? Aslında kimse daha iyi bir dünya için çalışmıyor mu? Gerçekten sıkıntılarım var bu konuda. Çok seviyoruz ülkemizi, çevremizi, dünyayı, ama sürekli bir vandallık içindeyiz.  Şu an en çok buna kızıyorum sanırım.

Akşam

Paylaş.

Yanıtla