Canova: ‘Yüreğinizde, Canlandırdığınız Rolün Karşılığı Olmalı”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

926112_detay[Habertürk’ten Ece Saruhan’ın Civan Canova ile gerçekleştirdiği söyleşiyi aktarıyoruz.]

Uzun zamandır kendisiyle tanışıp konuşma fırsatını yakalamak istiyordum. Bizi SHOW TV’de yayınlanan ve ilgiyle izlenen ‘Her Sevda Bir Veda’ adlı dizisi buluşturdu. Buluşur buluşmaz yazdığı oyunları topladığı kitaplarını hediye etti bana. Haliyle ağzım kulaklarımda başladım kendisiyle konuşmaya. Sohbetimiz boyunca sık sık hayatta da sanatta da çıkış noktasının duygu olduğunu söyledi… Sözleriyle eşzamanlı olarak gözleri kah ışıl ışıl güldü, kah hüzünlendi… Samimi, dobra ve derindi… İşte bana söyledikleri…

‘Her Sevda Bir Veda’ proje tasarımını çok başarılı işlere imza atan Tomris Giritlioğlu üstleniyor. Bu, dizide oynamanızda ne kadar etkili oldu?

Tomris benim çok eski dostumdur. Çok iyiişler yaptı, çok da güzel kast yapıyor. Yeni oyuncular çıkarma konusunda usta. Beren (Saat) bunun başlıca örneğidir. ‘Her Sevda Bir Veda’ için aradığında, “Oynar mısın?” diye sormadı. “Böyle bir proje var, hayırlı olsun” dedi. Dostluğumuz diziye dahil olmamdaki başlıca faktör oldu. Hikayeyi ve kastı da sevdim tabii.

Dizinin merkezinde bir zengin kız fakir oğlan aşkı var. Her şeyin paranın etrafında döndüğü bir dünyada böyle buluşmalar sadece dizilerde kaldı bence. Ne dersiniz?

İçinde yaşadığımız dünyada sınıf farkını önemsemeden ilişki yaşanabileceğine inanmıyorum. Bir uzaylı gelse, insanoğlunun halini görse; nefret eder bizden. O kadar bencil ve yok ediciyiz ki… Okyanusta durmadan ilerleyen yosunlar gibiyiz, gittiğimiz her yeri imha ediyoruz. Kapitalizm de bu vahşi bencilliğin bir sonucu. O yüzden böyle aşkların bu dünyanın gerçeğine aykırı olduğunu düşünüyorum. Dizilerde böyle aşkları görmek hoşumuza gidiyor, duygularımız depreşiyor. Bir yandan da dizilerle yaşayan bir topluma dönüştük. Güzel yapıldığı sürece diziler iyi ki var ama bunun dengesini kaçırmamak lazım. Şu anda Türkiye’de çok fazla dizi çekiliyor ve insan ister istemez bunun yöneten kesimin işine geldiğini düşünüyor. İnsanlar dizilerle uyuşturuluyor, diziyi kendi gerçekleri kabul edip esas gerçekleri unutuyorlar. ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’de Fatmagül tecavüze uğradı diye herkes üzüldü, Türkiye’de her gün tecaüzler yaşanıyor ama kimsenin gıkı çıkmıyor. Hayallerle şizofrenik bir yaşamın içine giriliyor. Bu çok tehlikeli! Tomris’in dizilerinde gerçek hayata dokundurmalar var, bu yüzden farklı. Masal anlatırken biraz da gerçekleri sorgulamalıyız.

‘ÇIKIŞ NOKTAM BU DUYGU’

Dizilerde dikkatimi çeken bir şey de zenginlerin çoğunun kötü ve karanlık olması. Hulusi Kentmen gibi babacan zenginlere ne oldu? 

Evet, bütün zenginler kötü ve karanlık. Maalesef artık eski Türk filmlerindeki temiz dünya yok, dolayısıyla Hulusi Kentmen gibi zenginler de yok. Onlar nostalji olarak bir köşede kaldılar. Özlemekle yetiniyoruz onları.

Bu kadar dizide oynadınız, hala televizyon izleyicilerinin çoğu sizi ‘Çiçek Taksi’ ile özdeşleştiriyor. Rahatsız ediyor mu bu durum sizi? 

O, oyuncunun elinde olan bir şey değil. Bazı şeyler insanın üzerine yapışıyor. Ben 80’lerde Türk filmlerinde tecavüzcü çocuk olurdum. O dönemde sokakta yürüken bana “Allah seni kahretsin” diye laf atarlardı. İnsanlar seni bir rolde başarılı bulursa öyle hatırlıyorlar. Yapımcılar da genelde hep aynı tür rolleri teklif ediyor. Ben hangi rolü canlandırırsam canlandırayım; samimi olmaya bakıyorum. Yüreğinizde, canlandırdığınız rolün karşılığı olmalı. Bu yüzden tiyatroda bir rolü benden önce biri oynadıysa ya da o rolün filmi varsa izlemem, etkilenmek istemem. Ne çıkacaksa benim içimden çıksın isterim. Özü yaşanmşılıktan gelen şey samimidir. O yüzden aktörler yaşlandıkça daha iyi aktör oluyor. Keşke herkes yazarken de oyuncu olarak da içinde olanı aktarsa.

“Bazı oyuncular kendini pazarlamayı çok iyi biliyor, ben o konuda kazmayım” demişsiniz…

Öyleyim. Rahmetli babam bize hep “Öyle işler yapın ki siz tiyatroyla iftihar etmeyin, tiyatro sizinle iftihar etsin” derdi. Ben böyle yetiştim. Bir insanın kendini ya da yaptığı işi övmesi bana ters geliyor.  Ben sadece kitaplarımın okunmasını istiyorum. Herkesin bir reyting kayısı vardır; benimkisi sadece bu konuda. Hiçbir zaman oyuncu olarak ön plana çıkma egosuna kapılmadım.

Twitter’a “1. sınıf insanlar 1.sınıf insanları yanına alıp çalışır. 2. sınıf insanlar 3.sınıf insanları alıp çalışır. yazmıştınız. Türkiye’de sanat açısından 1. sınıf olan insanlara, gerçek sanatçılara pek değer verilmiyor maalesef… 

Keşke herkes ne demek istediğimi böyle anlayabilseydi. Öyle tepkiler geldi ki, beni sınıf ayrımcılığı yapmakla bile suçladılar. Oysa dikkat çekmek istediğim şey kaliteydi. Kaliteni iş yaparak geliştirirsin ama maalesef bu ülkede 2. sınıf insanlar 1. sınıf insanların yerini aldı ve bu nedenle piyasa 3. sınıf insanla doldu.

‘Yazdığım oyunlar beni tedavi etti’ 

Yazmak kişinin kendisiyle yüzleşmesi için en etkili yöntemlerden biri? Bu anlamda size neler kattı?

Yazmak, terapi gibi; yazdığım oyunlar beni tedavi etti. İnsan yazarken kendini tanıyor, kendiyle barışıyor, kabullenmeyi öğreniyor. Ben yazarken duygudan yola çıkıyorum, “Bu duygunun kelime olarak karşılığı nedir?” diye düşünüyorum. Kelimeden yola çıkıp duyguyu ararsan şablon olur, yapmacık olur. Oysa yazarken de oynarken de yapmacık bir hale bürünmemek lazım. İçten yazmak oyunculuğuma da yansıdı, gelişmesini sağladı. Yazarak çok mutlu oluyorum.

Yazdığınız replikler birçok kalbe dokunuyor, kendimden biliyorum bana yol arkadaşlığı eden çok replik oldu. Bu, ne hisettiriyor size? 

Dediğin gibi bir yol arkadaşlığı oluşuyor ve bu beni çok mutlu ediyor. Bir duygu yaşıyorsun, onu yansıtacak kelimeleri buluyorsun ve bunu insanlarla paylaşıyorsun. Onlara dokunduğunu görmek çok kıymetli. Sen içindeki duyguyu samimi bir şekilde anlatırsan, anlattıkların mutlaka karşı tarafa geçiyor, dokunuyor. Bazı replikler uzun uzun tiratlardan çok daha etkili olabiliyor.

‘Devlet Tiyatrosu ticarethane değil’ 

Devlet Tiyatrosu’nun kapatılması gündemde. Bu çağda muhafazakâr sanattan bahsediliyor. Bunlar size ne hissettiriyor?

Ben babamdan dolayı Devlet Tiyatrosu’nun içinde doğdum. Kurumun bu günlere nasıl geldiğini çok iyi biliyorum. Böyle güzel inşa edilmiş bir yapıyo yok etmenin bir piramidi parçalamaktan farkı yok! Elbette değiştirilmesi gereken yanları var ama lağvetmek, “Bizim bu sanata ihtiyacımız yok” demek. Kurumun Anadolu’da bir sürü sahnesi var, lağvetmek insanları tiyatronun iyileştirici gücünden mahrum etmek demek. Gelir getirmiyormuş! Orası ticarethane değil! Eğitime bile gelir kapısı olarak bakılırken sanata böyle yaklaşılması beni şaşırtmıyor. Biz bu ideal uğruna çok aşağılandık, çok savaş verdik, vermeyi sürdüreceğiz. Muhazafakâr sanata gelince; muhazafakâr bir insan sanatı sevebilir ama sanatın içinde muhazafakârlık olamaz. Hayatı anlatırken “Bunu söylemeyeyim ayıp olur” diyemezsin!

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.