9 Eylül’ün Genç Yeteneklerinden Hitler Eleştirisi!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yaşam Kaya

Geçtiğimiz ay yine İzmir’de bulundum bir hafta kadar. Teatral anlamda şehrin sistematik bir dokusu var. Devlet Tiyatroları’ndan özel tiyatrolara, hatta üniversite tiyatrolarına kadar geniş yelpazede birçok oyun her akşam seyircilerinin karşısında. Türkiye’de yetişen yetenekli oyuncuların buradaki konservatuardan çıkması tesadüf değil. Tabi tüm bunların içinde, kaliteli isimlerin yetiştirdiği oyuncuların ilk deneyimleri de çok önemli. Özellikle 2009 yılından şimdiye kadar Üniversite Tiyatroları hakkında detaylı tiyatro kritiği yazmamıştım. O alanın çevresinde dolandığım için, biz eleştirmenler için asıl olan mezun oyuncuların sahne yolcuklarıdır. Fakat tüm bu noktaları bir kenara bırakıp, son bir buçuk ay içinde Lonra’da iki özel tiyatro topluluğu, İzmir’de bir üniversite tiyatro grubu ve iki amatör topluluk izledim. İstanbul’da izlediklerimi saymıyorum bile. 150’nin üzerinde izlediğim oyunların tamamı hakkında kritik yazmam söz konusu olamaz. Zaten hepsini yazmaya kalksam sanırım yemeden içmeden tüm yıl bilgisayar başında yazı yazmam gerekir.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Deneme Sahnesi, Joshua Sobol imzalı ‘Getto’ adlı oyunu seyircilerine sunmuş. Gösteri, üniversitenin üçüncü ve dördüncü sınıfında okuyan öğrenciler tarafından sahneleniyor. Londra´da 1989 yılının ‘Yılın En İyi Oyunu’ seçile eser, Hitler döneminde bir işgalin yarattığı trajediler içinde, bir grup sanatçının ‘Getto’da saklı kalan hayatlarını, Gestapo Subayları’nın acımasızca sanatı, halkı yok eden tutumlarını detaylı biçimde işlemiş. Olaylar Nazi işgali sırasında, Litvanya’daki Vilna Gettosu’nda geçiyor. Özellikle yarattığı ters algı sebebiyle oyunun kurgusu önem arz ediyor. Getto’da toplanan sanatçıların kendi kaderlerine karşı oyun oynamaları, bunun neticesinde her birisinin bu durumu canlarıyla ödemesi dikkat çekici. İnsanın kendi doğasına karşı sanat yapması ya da yaptırılması konunun özet noktası olabilir.

Gösteriyi Kerim Dündar yönetmiş. Konu içinde konu fikri oluşturma adına, duygusal sahnelerin olayların içine yerleştirilmesi düşünce olarak güzel olmasına güzel, ama oyuncuların karakter psikolojisi analizi zayıf kaldığı için, yönetmen anlatmak istediğini uygulamakta zorluk çekiyor. Sahne kullanımında ortaya çıkan eksikleri saysam sanırım yüzlerce noktada eksik tespit ederiz. Giriş çıkışlar, sahnenin dolaylı kullanımı, oyuncuların durdukları noktalar… büyük problem oluşturmuş. Yönetmen elbette, etkileyici konuyu dönemim şartlarına uygun bir dille sert işlemek istemiş. Sahnede kullanılan silahın sesi bizleri oturduğumuz koltukta sarsarken, Getto’da hayatta kalmaya çalışan sanatçıların aciz görüntüsü, Hitler’in subayını mutlu etmek için uğraşılan çabalar insanı düşündürmekten öteye geçmiyor. Bunlarda yönetmenin suçlu olduğuna inanmıyorum, sadece sahnedeki öğrencilerin metni okur gibi oynaması anlatının hissiyatını seyirciye kadar ulaştırmıyor!

Oyundaki kalabalık kadronun sahne uğraşı takdire değer. En azından şöyle diyebilirim, grup içinde bazı oyuncuların sivrildiğini gördüm. Mesela Nazi Subayı ‘Kittel’ rolünde Mert Arat’ın etkileyici duruşu, ‘Chaja’da Simge Nalbant’ın büyüleyici sesi insanı cezbediyor. Daha önce Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda izlediğim Name Önal’ın ekibe kattığı enerji net görülüyor. Grubun eksik kaldığı noktalarla beraber, Deneme Sahnesi’nin ‘Getto’ oyunu, gelecekte sahnelerde yer alacak oyuncuların kimliklerini bizlere gösterdi. İzmir’de iseniz, gidin bu gençleri görün, derim. Sahne heyecanını yaşayan öğrenciler, Nazi faşizmini göstermek adına büyük uğraş göstermiş.

Sanat Haberlerimiz

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yaşam Kaya

Yanıtla