Bir Yapıntı Olarak “Sessizlik”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Volkan Çıkıntoğlu

“Sessizlik”, Moira Buffini’nin 1999 yılında yazdığı bir oyun. Devlet Tiyatroları’nda Mehmet Birikiye rejisiyle sahnelenmekte. Oyun, Viking tehdidi altındaki Ortaçağ İngilteresi’nde geçiyor. Metnin diyalog yoğunluğu, hikâyesinin tarihselliği ve bizim için farklı bir kültürün temalarını barındırması, rejisi yapılırken seyirciyle kurulacak ilişkinin nasıl olacağı meselesinin daha bir özenle ele alınmasını gerektiriyor. Ayrıca metnin ataerkilliğe karşı önermelerinin de iyi yapılandırılması lazım. Kısacası; hikâyesinin sürükleyiciliği kadar, onun nasıl anlatılabileceği meselesiyle de heyecan verici bir metinle karşı karşıyayız. Sanırım, Mehmet Birikiye’nin rejisinin ve oyuncuların performanslarının bizde bıraktığı etkileri irdelerken, sırf “Sessizlik” için değil benzer metinlerin de nasıl sahnelenebileceğini dair önemli ipuçları elde edebileceğiz.

“Sessizlik”in yazarı Buffini, kalemini cömertçe kullandığı için hikayenin sürükleyici ve derinlikli olması için sahnenin imkanlarını zorlayacak ölçüde hızlı değişen, farklı mekanlar ve mizansenler gerektiren, Lord Silenceve İngiltere Kralı’nın hikayelerinin birbirini keserek ilerlediği komplike bir kurgu yaratmış. Böyle bir metni sahnelemek istediğinizde, hele bir de gerçekçi üslup kaygınız varsa metni sadeleştirmekle hantal sahne geçişleri arasında kalmanız çok mümkün. Mehmet Birikiye ise, metnin yarattığı bu soruna yine metnin içinden bir çözüm bulmuş. Ymma, oyunun başında kralın adamlarından bahsederken “Söyle şunlara bakmasınlar ve beni yüz metre arkamdan takip etsinler” der. Bu repliklerle anılan ama metinde hiç gözükmeyen ‘kralın adamları’, oyunda tüm dekor ve mizansen değişimlerini gerçekleştiren koro şeklinde sahneye konmuş. Bu koro, taşıdıkları tahta platformlar, nesneler, yaptıkları ışıklar ve efektlerle tüm sahneleri bizim gözümüzün önünde kurar. Tahta platformların üzerinde veya birkaç küçük nesneyle oluşturulan mizansenler sayesinde hem metin akıcılık kazanmış hem de oyunun kurmacasını teşhir ettiği bir biçim ortaya çıkmış.

Metinin tarihsel bir hikâye ve derinlikli bir anlatım barındırması konvansiyonel bir sahneleme yani gerçekçi bir üslup talep ediyor gibi görülebilir. Fakat metin de önemli bir ayrıntı daha var; karakterler yer yer anlatıcı pozisyonuna geçiyorlar ve seyirciyle direk ilişki kuruyorlar. Dolayısıyla Buffini’nin, metnin yapıntı olduğunu karakterler üzerinden hatırlatan bir biçim oluşturduğu söylenebilir. Yönetmenin, gerçekçilik tuzağına düşmeyip, yazarın tercihini pekiştirecek bir sahneleme yapmasının, seyircide de hemen karşılığını bulan, çok doğru bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Bu noktada, platformlar taşınırken müzik girmesinin ve oyuncuların platform yerleşene kadar beklemelerinin ise sahne geçişlerinin pratikliğini biraz bozduğunu ve çok konvansiyonel bir tercih olduğu için de bu rejiyle çeliştiğini söyleyebilirim. Çünkü farklı bir şey tasarlandığı düşünülürken sahnede görünmez kulisler oluşturmaktan öte gidilemiyor.

Peki izlediği şeyin bir illüzyon olduğunu seyirciye devamlı hatırlatmak ne işe yarar? Seyirci, böyle bir durumda, gerçek bir olaya tanık olma pozisyonundan çıkar ve bir müzedeki resim, heykel gibi diğer yapıntı nesnelerle kurduğu ilişkiye benzer şekilde değerlendirmeye başlar. Bu değerlendirme de büyük ölçüde estetik algı ve sembollerin, eylemlerin yorumlanması şeklinde olacaktır. “Sesizlik”te sahne geçişlerinin, ışıklandırmanın, efektlerin çok özenli tasarlanmasıyla, estetik açıdan çok etkili anlar yaratılmış. Bir illüzyonla karşı karşıya olduğuna dair sözleşme yaparak seyircide estetik bir beklenti yaratması ve bu beklentiyi karşılaması açısından çok tutarlı bir ilişki kurulduğu aşikâr. Böylece, seyirci, gerçekçi bir sunumda olabileceğinden çok daha rahat şekilde oyunun atmosferine giriyor.

Oyun, bir yapıntı olduğunu teşhir ettiği anda karakterlerin eylem ve davranışlarının önemli göndermeler taşıdığını da söylemiş oluyor. Seyirci de rol kişisinin doğal gidişatını takip etmiyor, onu yorumlama gayretine giriyor. Bu yüzden, oyuncuların seçtikleri aksiyonlarla, rol kişilerini doğallaştırmaktan ziyade, karakterlerin alt metnini doğru şekilde taşıyan bir mevcudiyet ve eylem çizgisi kurmaları daha önemli. Hatta repliklerin çok yoğun olduğu ve edebiyat eserlerindekine benzer bir alımlamaya yol açabilecek derinlikte bir metin olan “Sessizlik”te bu önem, daha da ortaya çıkıyor. Bu hususta da “Sessizlik” oyunun tutarlı olduğunu ve oyuncu mevcudiyetlerinin ve enerjilerinin, seyircinin zihninde karakterin alt metnine dair direk yorumlar oluşturabilecek şekilde doğru kurulduğunu söyleyebilirim. Misal, kralın hastalıklı ve histerik varlığını ve ya Lord Silence’ın toy ama cüretkar halini, oyuncular repliklerine yaslanmadan bedenleri ve eylemleriyle sahneye taşımışlar. Sahnede onlarla ilk karşılaştığımız anda her karaktere dair önemli bir izlenim oluşuyor.

“Sessizlik” oyunu, metnin ihtiyaçlarını karşılama ve kendini seyirciye nasıl sunacağı konularında çok doğru tercihler yapmış. Sanırım, böyle bir çıkış noktasından sonra yönetmenin ve oyuncunun yapması gereken en kritik şey, bu doğru sözleşmenin her sahnede bozulup bozulmadığını kontrol etmek olmalı. Ancak bu şekilde, seyircinin anlatıyla ilişkisinin hep canlı kalması sağlanabilir. Fakat, izleğin nasıl geliştiğinin iyi tespit edilmediğini düşünüyorum. Oyunun başında reji buluşlarının aldığı vurgu, kendi kodlarını sunması ve seyirciyle kurulacak ilişkinin yönlendirilmesi bakımından kabul edilebilir. Fakat oyun ilerledikçe reji buluşlarının hala çok vurgu alması, getirilip, götürülen platformlar ve bu geçiş sırasında yukarıda bahsettiğim hantallık, uzun araba sahnesi, her mizansenin ayrı ayrı kurulmaya başlanması, oyunla aramda bir mesafe oluşmasına neden oldu. Oyunun sonlarında Peder Roger ve Hizmetçi Agnes’in flörtleştiği sahnede, koronun birkaç oyuncak kuş getirerek mizansen yaratması gibi sade biçimlerin seyirci için çok güçlü ve izleği arttıran bir etki yarattığı ortada ama birçok yerde bu basitlik tercih edilmemiş. Böylece doğru reji yaklaşımına rağmen, şaşalı dekor ve gerçekçilik kaygılarla tasarlanan oyunlarınkine benzer bir hataya düşülmüş. Bu da seyirciyle başta kurulanın tam aksi bir ilişki demek. Tüm estetik gücüne rağmen, bu ilişki korunmadığında metnin önermelerini takip edebilmek, Lord Silence ve Ymma üzerinden gelişen, kadının ataerkil iktidar sistemleri içindeki mücadelesinden etkilenmek ve bunu yorumlamak güçleşiyor.

Oyuncuların başta kurdukları oyuncu mevcudiyetini ve çizgilerini bozmamak adına geliştirmemeleri de bir noktadan sonra handikaba dönüşebiliyor. Örneğin; Eadric’in hep soğuk bir asker tavrında kalması veya kralın durumu değişse de hep aynı enerjide olması karakterlerin etkisini azaltıyor. Özellikle sonlarda, tüm yönetmen ve oyuncu tercihlerinin, metindeki önermeleri seyircinin doğrudan alabilmesi için yapılmış olduğunu düşünüyorum. Çünkü oyuncu bedenlerindeki kararlılık, durumla beraber gelen gözle görülür değişimler kaybolmaya ve yerini salt metne bırakıyor. Metnin, olayların sona yaklaşmasıyla kendini tamamlaması ve önermelerini sunması, böyle bir eğilime teşvik ediyor olabilir. Fakat halihazırda oyunda yukarda bahsettiğim şekilde hantallaşmışken metinle seyircinin doğrudan ilişki kurması için repliklere yaslanılması, izlek açısından sorunlu bir durum yaratmış.

Sonuçta, bir genelleme yapmak istersem: bir seyircinin izlediği herhangi bir oyunla teslimiyet ilişkisi kurduğu kanaatindeyim. Bu yüzden izleme esnasında burada yaptığımız analizler gibi reji ve oyunculuk tercihlerini entelektüel bir değerlendirmeye tabi tutmayız, sadece sonuçlarından etkileniriz. Bu sonuçlar da, en azından böyle bir oyun için estetik haz ve karakterlerin durumunun, değişimlerinin çarpıcı etkisi olabilir. Seyircinin bir eserin önermelerini haz aldığı ve çarpıcı bulduğu oranda yorumlamak ister ve kendisini değiştirmesine izin verir. “Sessizlik” oyununun, estetik açıdan güçlü ve karakter çizgileri açısından doğru kurulduğu aşikâr. Seyirciye, metnin ihtiyaçlarına uygun şekilde bir ilişki öneriyor ve buna ikna ediyor. Fakat metnin derinliğinin, önermelerinin gözden kaçacağı endişesi ve ya reji buluşlarının cazibesi, ortaya çıkarılan basitliğin dinamiğini ve teatral enerjiyi gölgelemiş. Bu nedenle söz konusu ikircikli durumu bir handikap olarak görmeli ve –oyunun estetik büyüsünden sıyrılıp- tüm bütünlüğünü yeniden sınamalıyız.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Volkan Çıkıntoğlu

Yanıtla