Festivalden Öğrendiğim Bir Şey Var

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Festivalden Öğrendiğim Bir Şey Var: Alternatif Tiyatrolar Umut Vaat Ediyor…

Banu Çakmak

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Nilüfer Tiyatro Festivali, ülkemizde tiyatroya yönelik birçok olumsuz adımın atıldığı şu günlerde, Bursa’daki tiyatro izleyicilerine ilaç gibi geldi. Mart ayı boyunca Bursa Nilüfer Belediyesi’ne ait beş ayrı sahnede Bursa’dan, İstanbul’dan, Eskişehir’den hatta Romanya’dan çok sayıda topluluk, onlarca oyun sergiledi. Özellikle Bursa ve İstanbul’daki hemen her topluluk izleyiciyle buluşma fırsatı yakaladı.

Festival boyunca koşulların el verdiği ölçüde pek çok oyun izledim. Sahnelemeler genel olarak keyifliydi ancak özellikle izlediğim üç oyun, üzerimde çarpıcı bir izlenim bıraktı: Tiyatro Adam’dan izlediğim Bertolt Brecht’in Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı, Tiyatro Hal’den izlediğim Manuel Puig’in romanından uyarlanan Örümcek Kadının Öpücüğü ve Boğaziçi Üniversitesi Gösteri Sanatları Topluluğu oyuncularının kendilerinin yazıp yönettiği Lorca’nın Acıklı Güldürüsü…

Sınırlı imkanların insanı daha yaratıcı kıldığına daima inanmışımdır ancak bu üç sahneleme söz konusu düşüncemi daha da pekiştirdi. Çünkü üç grup da sınırlı imkanlarla, sahnesiz ya da kısıtlı olanaklara sahip mekanlarda çalışıyorlar. Hiçbiri ödenekli tiyatro olmadığı gibi, etiket sahibi, adı duyulmuş büyük bir özel tiyatro kurumu da değil. Keza oyuncular da ekranlardan çok iyi tanıdığımız ünlüler değil, çoğu genç. Tabiri caizse kendi yağıyla kavrulan, büyük olasılıkla borç harç oyun çıkaran bu topluluklar, bir grup arkadaşın gönüllü ve özverili bir aradalığıyla vücuda gelmiş. Alışılmış kalıpların, hakim anlayışın, belirgin bir çizginin dışında görünen bu topluluklara “alternatif tiyatro” etiketini vurmak mümkün gibi görünüyor.

İlk olarak Tiyatro Adam, kapitalist sistemde türlü yolsuzluklarla yükselen Arturo Ui’nin hikayesinin anlatıldığı oyunda, keyifli bir Brecht yorumuyla karşımıza çıkıyor. Birkaç sebze kasasıyla kotarılan basit dekorda, bu kasalar bazen yatak, bazen kürsü, bazense mezar işlevi görüyor. Büyük bir kasanın içinden çıkan küçük aksesuar parçaları, oyuncunun role bürünmesi için yeterli olurken silah patlama efekti de bu kasanın kapağının kapatılmasıyla verilmiş oluyor. Daha önemlisi oyunculuklar… Oyuncular seyirci önünde hazırlanırken yaklaşık otuz küsur oyun kişisini bu sekiz kişi canlandırıyor. Bir ceket giydiler mi Arturo Ui oluveriyorlar. Her oyuncu canlandırdığı role, oyun kişisine uygun bir gestusla katkı sağlıyor. Birbirlerinin cebine soktukları ellerle yolsuzlukları, bıyık burarak patronları anıştırıyorlar. Seyirciyi yok saymadan, onun gözünün içine bakarak konuşuyorlar. Brecht oyunlarında önemli bir işlev yüklenen koro, bu oyunda sahnede mevcut olan bir orkestra aracılığıyla değil, doğrudan oyuncuların sesleri aracılığıyla işlevini yerine getiriyor. Oyuncular şarkıları söylemekle kalmayıp geçiş müziklerini de kendi çıkardıkları seslerle oluşturuyorlar. Bir nevi sesleriyle hem çalıp hem söylüyorlar. Ödenekli tiyatrolarda ya da imkanlara sahip özel tiyatrolarda bu lezzette bir Brecht izlemek olanaksızken bu topluluk, ülkemizde mesafeli durulan ya da hafife alınan Brecht’e cesaretle yaklaşıp onu anlamanın, metin üzerine iyi düşünmenin Türkiye’de iyi bir Brecht yorumuna olanak tanıyabileceğini gösteriyor.

İkinci olarak Tiyatro Hal, yine zor bir metni, Manuel Puig’in romanından tiyatroya ve sinemaya uyarlanan Örümcek Kadının Öpücüğü’nü sahnelemeye girişiyor. Marksist bir devrimciyle onun ağzından laf almak için aynı hücreye koyulan bir eşcinselin hikayesini anlatan bu oyunu sahnelemek oldukça güç. Çünkü ağır bir konu ve iki kişi arasında geçen diyaloglar uzun soluklu bir metinde can buluyor. Üstelik metnin büyük bölümü de eşcinsel Molina’nın anlattığı filmlerden oluşuyor. Oyunda hem oynayan hem de roman, sinema ve tiyatroyu buluşturarak oyunun dramaturjisini yapan Oğuz Utku Güneş, oyunu yönetirken, metnin zorluğunu aşmak için, Molina’nın anlattığı filmleri, arka planda kanlı canlı üç oyuncunun, anlatımla eş güdümlü olarak canlandırması yolunu seçmiş. Böylece sahneleme hem canlı hem de akıcı ve zengin bir hale gelmiş. Bunu yaparken de son derece sade ve sınırlı bir dekor kullanılmış. İnsan sevgisi, ötekileştirme, cinsel tercihler, devrim gibi çok farklı konu ve sorunların tartışıldığı oyunda, özellikle Molina karakterinde Göktay Tosun göz doldurucu bir performans sergiliyor. Ancak Valentin rolündeki Çağdaş Tekin biraz fazla durağan kalıp hep aynı tonda oynuyor. Molina çıktıktan sonra Molina ve Valentin’e neler olduğunu, oyun boyu arkada Kedi Kadın filmini canlandıran oyuncuların, son sahnede filmi bırakıp kendi aralarında onlar hakkında konuşması aracılığıyla öğreniyoruz. Bu katkı filmle oyunu iç içe geçirirken oyundaki gerçekçiliği yok eden olumlu ve şaşırtıcı bir hamle olarak karşımıza çıkıyor. Buna göre süreç içinde görevini unutup devrimci Valentin’e aşık olan Molina da dışarı çıktığında devrime hizmet etmeye karar verip ölüyor. Son kertede sahneleme, eşcinsellere yönelik yerleşik bakışı tamamen sarsıcı, etkili bir kimliğe bürünüyor.

Son olarak tiyatro okumamış ama bu işe gönül vermiş bir grup gencin kendi yazdıkları metinleri sahnelediği, kendi kendilerini yönettiği, yıllardır süren bir oluşumla karşılaşıyoruz. BGST oyuncuları Shakespeare, Moliere ve Musahipzade Celal’den sonra şimdi de Lorca’nın hayatını kendi üsluplarıyla sahneye taşıyor. Beş kişinin oynadığı oyun, Lorca’nın da çok sevdiği kukla tiyatrosu biçiminde tasarlanmış. Tüm oyuncular kukla gibi devinimlerle sahnede yer alıyor, makyaj ve kostümleri de buna izin veriyor. Arkada da üstünde yıldızlar olan, aralarında kukla oynatmaya el verişli bir boşluk bulunan iki perdeyle yalın bir dekor oluşturulmuş. Lorca’nın büyümesi, yaşamı, dostları, yazarlığı, idamı aşama aşama bu beş oyuncu tarafından yansıtılırken Lorca’yı bir kadın oyuncu oynuyor. Anlatıcı rolündeki İlker Yasin Keskin de zaman zaman iki aksesuar alıp oyun kişisi olarak diğerlerine katılıyor. Commedie dell’Arte maskeleri de yer yer bu canlandırmalar için kullanılıyor. Lorca’nın oyunlarından parçalar seyirciye sunulurken ona yönelik suçlamalar, ülkenin rejimi ve idamı hakkında anlatılanlar, seyircinin ülkemizin günümüzdeki durumuyla köprü kurmasını sağlıyor. Gerçekçilikten tamamen uzak bu sahnelemede oyun kişileri, seyirciyi bir an bile unutmuyor, hep onlarla göz teması kuruyorlar. Komik, eğlenceli, haz verici ve düşündürücü hatta öğretici bir oyun oynuyorlar. Oyun bitip selama geçildiğinde büyük oyuncuların rollerinin büyüklüğüne göre sırayla uzun uzun selam vermesinin aksine, bu mütevazı insanlar aynı anda selam verip utanırcasına kaçışıyor.

Yeniden dönüp bu üç oyuna, bu üç gruba, bu üç sahnelemeye baktığımda, yerleşik tiyatro anlayışını kırmak için onlardan öğrenilmesi gereken çok şey olduğu inancım güçleniyor. Tiyatro Adam ya da BGST’nin yerleşik bir sahneleri yok, Tiyatro Hal ise bir bodrum katında, küçük bir odada çalışıyorlar. Bütçeleri kısıtlı, imkanları sınırlı. Üç oyunda da buna bağlı olarak görsellik, şekilcilik, görkemli dekor kullanımı söz konusu değil. Ne abartılı oyunculuklara ne de gerçekçiliğe ihtiyaç duyulmuyor. Buna karşın çok naif, seyir zevkini üst noktada yaşatan sahnelemeler sunuyorlar. Bu tesadüf olmasa gerek. Oyunu çıkaran gruptakilerin birbirleriyle ilişkileri bir enerji olup sahneye, oradan da seyirciye yansıyor. Bir oyunu çalışan grubun iyi ilişkileri olup olmadığını çıkardıkları oyundan anlamak çok kolay… Oyunculuk kaprislerinin, kişisel hırsların, ego savaşlarının hakim olduğu oyunlar, burada sözü edilen samimiyet ve naifliği yakalayamıyor. Bu da sonucu etkileyip seyirciye yansımasına yol açıyor. Bu üç toplulukta da oyuncular büyük bir özveri ve istekle çalıştığından, maddi çıkarlardan, alkış tutkusundan çok tiyatro sevgisi hakim olduğundan olsa gerek, bu durum seyirciye de yansıyor, hissediliyor.

Nilüfer Tiyatro Festivali’nde izlediğim ve burada değindiğim bu üç örnek, alternatif tiyatro başlığı altında olumlu bir manzara sunuyor. Festivalde olmasına karşın izleyemediğim ve bu tür topluluklara örnek olabilecek başka topluluklar ve oyunlar da olabilir. Ancak meselenin özü değişmiyor: Sınırlı imkanlar, özveri ve istek, düşünme ve arayış bir araya geldiğinde güzel şeyler ortaya çıkabiliyor. Bu özelliklere sahip alternatif tiyatrolar kanımca umut vaat ediyor.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Banu Çakmak Duman

Yanıtla