İstanbul Halk Tiyatrosu’ndan Bir Tartuffe Uyarlaması: Bezirgan

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Bozkır

Tartuffe”, Moliere’in ilk defa 1664’te sahnelenen beş perdelik oyunu. “Kibarlık Budalası”, “Cimri”, “Hastalık Hastası” gibi her biri klasikleşmiş Moliere oyunları içinde “Tartuffe” acı komedya olarak adlandırılır. Oyunlarında insanların kusurlarını, zaaflarını gösteren Moliere bu oyunuyla insanın kötülüğünü ve ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.

“Tartuffe”ün konusu okul kitaplarına bile girmiş olması sebebiyle herkes tarafından biliniyor olsa da şöyle özetlenebilir; dini inançlarına körü körüne bağlı zengin bir adamın kilisede tanışıp evine aldığı, kendini dine adamış biri gibi gösterip türlü kurnazlıklarla malını mülkünü, kızını ve hatta karısını bile elinden almaya çalışan bir sahtekâr karşısında yaşadıkları ve etrafındakilerin tüm çabalarına rağmen bir türlü gerçeği fark edememesidir. “Tartuffe”  hem insanların dini inanışlarını kullanarak menfaat sağlayan hem de kendi şehvet ve hırs gibi duygularını dindarlık kisvesi altında saklayan bir karakterdir.

İlk sahnelenişinin ardından kilisenin baskıları sonucu “Tartuffe” yasaklanır, din elden gidiyor, Tanrı ile dalga geçiyor diye Moliere aleyhine propagandalar yapılır. Bunlar 17.yüzyıl Fransa’sında yaşanmış olsa da hiçbirimize yabancı değil. 17.yüzyıl Fransa’sından 2000’li yılların Türkiye’sine hızlıca bir geçiş yaptığımızda milim ilerleme olmadığını görüyoruz. Sadece adına bakılıp da (“Günlük Müstehcen Sırlar”) bir köşe yazısı üzerine kaldırılıverilen şehir tiyatrosu oyunu hiç de uzağımızda değil.

Moliere oyunlarının tamamı dilimize çevrilmiş olup ülkemizde -ödenekli tiyatrolarda başta olmak üzere- hemen hemen bütün oyunları defalarca kez sahnelenmiştir. Halihazırda “Kibarlık Budalası” Tiyatro Kedi tarafından, “Cimri” ise İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmektedir. Tiyatro seyircilerinin Moliere’e tek aşinalığı oyunlarının çokça sahnelenmesi değil, Türk Tiyatrosu’nun ilk örnekleri sayılabilecek pek çok oyunun Moliere oyunlarının uyarlaması olmasından da kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz ki bunca örnek alınmasında en büyük etken Moliere’in anlatım gücüdür, anlatmak istediklerini komedi türünde sunmuş ve hep denense de çoğu zaman başarılı olunamayan güldürürken düşündürmeyi fevkalade şekilde başarmıştır.

İstanbul Halk Tiyatrosu’nun yorumunda “Tartuffe” sadece “Bezirgan” ismini almakla kalmamış, özüne sadık kalınarak yepyeni bir oyun haline getirilmiş. Her ne kadar afişte ismi sadece yönetmen olarak yer alsa da belli ki yönetmenliğin yanı sıra oyunun uyarlamasını ve dramaturjisini de yapmış olan Yıldıray Şahinler imzasını görmemek imkânsız. Karakterlerin isimlerini Türkçeye çevirmekle kalmayıp olayları da buralara taşıyan Yıldıray Şahinler yönetmen olarak önemli bir işe imza atmış. Klasik oyunları sahneye koyan yönetmenlerin işi zordur. Tamamen metne sadık kalırsanız türlü sahnelenişlerini görmüş seyircinin gözünde çağı yakalayamamış ya da eskide kalmış diye nitelendirilmeniz pek olası. Yeni bir bakış açısı getireceğim diye salt bugünün tekniklerini ve anlayışlarını esas alırsanız süslü bir rejiyle metnin özünden ve derdinden uzaklaşıp tatsız bir oyun ortaya koyma riskiniz yüksek. Klasik oyunlar söz konusu olduğunda (hele de oynanan bir Shakespeare oyunuysa) bu iki tuzaktan birine düşmeyen yönetmene rastlamak düşük bir ihtimal.

Yıldıray Şahinler pek çok farklı bir türü bir araya getirip kalabalık ancak ne dediği belli bir reji anlayışıyla oyunu sahnelemiş. Rejide bariz şekilde Commedia dell’Arte havası var. Commedia dell’Arte’nin temelinde yer alan maskelere, taklitçiliğe, doğaçlamaya bolca yer verilmiş. Commedia dell’Arte ile geleneksel ortaoyunumuz arasındaki ortaklıklar tüm tiyatro tarihçileri tarafından saptanmış ve kabul edilmiş durumda. Ortaoyunun en belirgin özelliklerinden birisi oyuncunun karakteri inandırıcı kılmak gibi bir derdinin olmaması, tam tersine iyi bir seyirlik sunmak için serbest bırakılması ve bu serbesti içinde etkin anlatım yöntemleri geliştirme imkânına sahip olmasıdır. Yıldıray Şahinler oyuncularını bu esaslar içerisinde serbest bırakmış, oyuncuları hem metinle hem de karakterleriyle başta doğaçlama yoluyla olmak üzere oynama konusunda cesaretlendirmiş.

Zikret (orijinal metindeki Orion karakteri) dışındaki tüm karakterlerin maske kullanmaları, içinde bulundukları oyundan ya da durumdan sıyrıldıkları anlarda maskelerini çıkarmaları anlatımı güçlendiren yanlardan. Zikret’in hiçbir zaman maske kullanmaması ve evin hizmetçisi Delile’nin maskesini hiç çıkarmaması elbette tesadüf değil. Zikret’in maskesi olmamasına rağmen gerçekleri görmekten, duymaktan, anlamaktan fersah fersah uzak olması ancak Delile’nin o maskenin ardında kalmış olsa da tüm duyularının açık olması ve her daim gerçekleri gören/görebilen tek kişi olması. Maske aracılığıyla bu zıtlık çok iyi şekilde yansıtılmış. Maske kullanımının aslında mimiklerini görmemize engel olsa da tüm oyunculara katkı sağladığı görülüyor. Tek sıkıntım Valide Hanım rolündeki Erkan Can’ın daha oyunun başında o maskeyi kaldırıp seyirciyi en delikanlı haliyle selamlaması, o da olmasa bayılacaktım bu maske fikrine.

Maske kullanımına değil belki ama kukla fikrine bayıldım. Hem de oyuna adını veren karakter olan Bezirgan’ın (orijinal metindeki Tartuffe) sahnede kukla olarak yer alması, bir de neredeyse Zikret’e yapışık şekilde yer alması son derece dahiyane bir fikir. Zikret’i bunca etkileyen Bezirgan mı yoksa Zikret’in ta kendisi mi? Cevabını vermekte tereddüt etmeyeceğiniz kadar açık hale getirmiş kukla Bezirgan bu durumu. Sırf bu nedenle bile Yıldıray Şahinler büyük bir alkışı hak ediyor.

Yönetmenin reji de esas aldığı unsurlara uygun sahne tasarımı Barış Dinçel’e ait. Barış Dinçel’in zengin ve dindar bir adamın evinin salonu olarak tasarladığı dekorda çeşitli dinlerin simgelerine rastlamak mümkün.  Ortadaki büyük masa, pencerelerdeki motifler, merdivendeki mumlar. Tamamıyla bir dine ait olmasa da her biri farklı dinleri çağrıştıran objeler. İlk bakışta ne olduğu anlaşılmasa da dekorun nerdeyse her bir parçasının pencere olması ve evin hizmetçisi tarafından oyun boyunca işlevsel olarak kullanılması da oyuna hizmet eden dekor türüne iyi bir örnek. Sağlam ve hızlı adımlarla mesleğinde ilerleyen Barış Dinçel’in artık ustalık dönemi işlerini yaptığını söylemek mümkün. Mimiklerin görünmesine engel olsa da yönetmenin maske kullanma tercihi Candan Seda Balaban’ın elinde oyuncuların lehine bir aksesuara dönüşmüş. Candan Seda Balaban oyunu ve yönetmenin yorumunu belli ki çok iyi kavramış, her bir mask o karakteri çok net şekilde ortaya koymuş.

İnandırıcılıktan öte iyi bir seyirlik sunma gayretiyle yola çıkılınca oyuncuların yükü bir kat daha artmış. Bu yükü en fazla üstlenenler de Cem Davran, Bahtiyar Engin ve Selin Yeninci olmuş.

Cem Davran Zikret karakterine hayat verirken bir yandan da “Bezirgan”ı sahneye taşıyıp zor bir işi başarıyor. Zikret’le tamamen zıt bir karakter olan Bezirgan’ın aynı oyuncunun bedeninde hayat bulması, üstelik bu karakterlerden birinin kukla olması ve buna rağmen seyirciyi ikna edebilmek her oyuncunun başarabileceği bir iş değil. Cem Davran’ın çocuk yaşta İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda başlayan oyunculuk kariyerinde usta çırak ilişkisinden edindiği deneyimleri ve geleneksel tiyatromuzun usta oyuncularından aldığı eli sahnede görmek mümkün. Ses ve kukla kullanımındaki ustalığı göz ardı edilemez. Bir de doğaçlamanın tuzağına düşüp zaman zaman kendi esprisine kendisi gülmese…

Delile rolünde Bahtiyar Engin alışılmış kalıpların dışına çıkıyor, ortaoyunundaki Arap Bacı’dan beri pek çok örneğine rastladığımız erkek oyuncu tarafından canlandırılan kadın tiplemelerinin en iyi örneklerinden birini sunuyor. Oyun boyunca maskesini hiç çıkarmaması nedeniyle beden ve ses kullanımı ile ön plana çıkıyor. Bahtiyar Engin, Delile ile tipleme ve karakter arasında bir yerde duruyor. Ve o durduğu yerde seyirciyi yakalamayı başarıyor.

Şebnem Bozoklu’nun oyundan ayrılışının ardından Elmire karakterini devralan Selin Yeninci İstanbul Halk Tiyatrosu’na yabancı değil. “Alevli Günler”de de rol alan oyuncu bu oyunla ekiple nasıl da bütünleştiğini gösteriyor. Özellikle kukla “Bezirgan” ile karşılıklı olan sahnelerinde ve maskesini çıkarıp bazı kelimelerin sözlük anlamlarını açıkladığı anlarda keyifli bir seyir sunuyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro bölümünden mezun olmasının ardından Oyun Atölyesi’nin “Macbeth” ve “Don Juan’ın Gecesi” oyunlarında rol alan oyuncu dördüncü profesyonel oyunu olan Bezirgan’da sahnelerde sağlam bir yer edineceğinin sinyallerini veriyor.

Rejisinin zenginliği ve Moliere’in usta kaleminin gücüyle keyifli bir seyirlik sunan “Bezirgan” doğaçlamaya dayalı olması sebebiyle her oyunda değişmeye, dönüşmeye açık. Benim izlediğim temsil yerel seçimlerin gündemi, ardı arkası kesilmeyen tapeler vs. sebebiyle fazlasıyla güncel ve yereldi. Zaten her yerde duyduğumuz/gördüğümüz/okuduğumuz şeyleri bir de oyuncuların ağzından duymak seyirciyi memnun etmiş gibi görünse de benim keyfimi bir nebze de olsa kaçırdı. (Örneğin böyle bir oyunda TOKİ kelimesini duymak ve bunun üzerinden espri yapılması bana hiç cazip gelmedi.)  Sağlam bir metin, sağlam bir reji ve iyi oyunculuklar varken bu kadar gündeme atıf yapmak metni basitleştiriyor. Moliere’in söylediklerinin gücü karşısında o günlerde hayatımızı çokça meşgul etse de hiçbir tapenin değeri yok. Gündemin kısmen durulduğu bu günlerde “Bezirgan”ın kendi dili ve özüyle yoluna devam etmesi umuduyla.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Bozkır

Yanıtla