Metot Oyunculuğu Oyuncuları Yok Mu Ediyor?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / İyi oyunculuğun ilhamı, tıpkı iyi oyunculuğun keşfinin en akla gelmez yerde yapılması gibi, gerek sinemada, gerek tiyatroda, düşünceden gelir. Kötü oyuncu yoktur, sadece kötü yönetmen vardır.

The New Yorker. 21 Şubat 2014, Çeviri: Ata Berk Akşit

the-master-580James Franco’nun Times’da yayınlanan, son zamanlarda Shia LaBeouf’un birkaç anlamsız hareketini, “mesleği gereği halkın gözü önünde bulunan genç bir adamın, halk tarafından tanınan benliğini geri kazanmak için giriştiği bir performans sanatı” olarak açıkladığı serbest köşe yazısı güncel ve okunmaya değer. Franco; oyunculuk sanatıyla, oyunculukta başarı sonucu oluşan ünlü kişiliğin çatışmasını konu alıyor. Tüm sanatçılarda görülebilecek “Gerçek benlik ve kamusal imaj arasındaki farkı” kaleme alıyor fakat oyuncunun, ün ve sanatsal ürün üzerindeki kontrolsüzlüğünü göz önünde bulundurarak, duygusal benliğini ayırıyor. LaBeouf’un yanı sıra, kontrol arzusuyla toplumsal beklentilere karşı gelen iki oyuncuya daha değiniyor: Marlon Brando ve Joaquin Phoenix.

Ama asıl dikkat etmemiz gereken, rahmetli Philip Seymour Hoffman’dır. Onun anısına yazdığım bir yazıda, onun sanatında görebildiğimiz eziyetten bahsetmiştim. Bence bu, tam da Franco’nun değindiği gibi, modern oyunculuk sanatından çıkma bir sanatsal eziyet türevidir ve yalnızca şöhretle başa çıkma meselesi değildir. Burada mesela, “Elaine Strich: Shoot Me”den bir sahnede, seksenlerindeki bir sanatçının portresini görüyoruz. Strich, birinci sınıf bir dahi ve film onun coşkun fakat savunmasız yaratıcılığını gösteren sahnelerle dolu. Ama en güzel replikleri, 2002 yılındaki, Strich’in “Elaine Strich at Liberty” isimli tek kişilik programını yönetmiş olan George C. Wolfe’dan duyuyoruz:

Bence, bir anı açıklığa kavuşturmak için ayrıntının ayrıntısını arama sevdası var onda. Bu kovalamaca deliliğe, asabiliğe, narsizme neden olabilir ama onu motive eden de zaten bu.

Lee Strasberg Methodu’yla anılan ve onun Actors Studio programıyla yaygınlık kazanan modern oyunculuğun bir problemi var: Karakterin deformasyonuna neden olabiliyor. Bir oyuncunun hayatındaki duygusal anların, oynanacak karakterle ilişkilendirilmesini ve karakterin, her anısına kadar yaşamış bütün bir insan olarak ele alınmasını tembihleyen bu modern okul, oyunculardan çok şey istiyor. Franco, bu durumu şöyle açıklıyor:

Oyuncular, en azından Marlon Brando’dan beri, kendi mesleklerine ve mesleklerinin halk içindeki imajları üzerindeki etkisine karşı çıkmıştır. Brando’nun performansları Amerikan oyunculuğunda adeta bir devrim niteliğindedir. Çünkü onun rol yaptığını anlayamazsınız. O, karakterine bir kıyafet denermiş gibi yaklaşmazdı, karakteri ‘olurdu’.

Franco’nun, bu stilin Brando’nun toplumsal imajıyla bağlantısının konuyla alakasız olduğuyla ilgili tanısı bence yerindedir. Bir oyuncunun, karakterine aktarmak için, acılı bir terapideymiş gibi, en derin ve en acı anılarını deşmesi; karaktere eski yaraların kaşınmasıyla ve anıların yeniden yaşanmasıyla (sadece kendine olsa bile)  bir şahsi aydınlanma boyutu katar. Diğer yandan, bir karakteri; özgeçmişiyle ve biyografik detaylarıyla, yaşayan bir insanmış gibi düşünmek, (kurgusal bile olsa) yeni bir hayata geçiş, neredeyse keşiş katılığında kendini inkâr ile olur. Duyguları yaşamak için, gerek sahne dışında gerek kamera arkasında, hayatın olası eylemlerine göre performansını şekillendirmek, oyuncuyu hem fazlasıyla kendisi yapar, hem de oyuncu kendisinden fazlasıyla vazgeçer.

Brando’yu, Cary Grant veya Robert Mitchum gibi oynayacakları karaktere dönüşmek yerine, oynadıkları karakterleri kendilerinin bir versiyonu haline getiren önceki oyuncularla kıyaslayın. Onların rolleri “üstüne denemelik” değildir ama yine de denerler. Açıkça ve hatta yüzsüzce kendileri olmaya devam ederken, rollerini birer kostümmüşcesine giyerler. Bunun sebebi eski stüdyo dönemindeki oyuncuların garip, hatta isyankâr hayatlar yaşamış olmalarından değildi. Aslında sebep çok başkaydı. Bunun sebebi tam olarak, özel hayatlarının kamera önü kişilikleriyle kaynaşmış olmasıdır.

İşte 1925’te, D. W. Griffith’le “Saf kız cazibesi etkisini yitirdikten sonra bile aktris olmak” konulu röportajdan (Röportajı yapan: o kadar insan içinden, Djuna Barnes) bir kısım: “Hiçbir kadın fazla yaşlı, hiçbir kadın fazla deneyimli değildir. Uçlarda yaşamaktan korkulmamalıdır. Çünkü bunlar, kamera önünde işe yarar.” Griffith’in zamanında yaptığı uçukluklar, etkisini asla yitirmedi ve oyuncunun hayatının, izleyicininkinden daha dolu, daha kendiliğinden, daha heyecanlı, daha eğlenceli olduğu izlenimini verdi. Bu geniş duygu spektrumu, sadece oyuncunun karakter yelpazesini genişletmesine değil, oyuncunun karakteri zenginleştirmesi için gerekli olan yaşam enerjisini güçlendirmesine de neden oluyordu.

Klasik oyuncunun cazibesinin temeli sekstir. Yıldızların egzotik, lüks içindeki hayatları, çekiciliklerinin bir kısmıdır. Karakterlerinden daha vahşi bir oyuncu olan Mitchum, karakterlerini kendi yaşam arzusuyla beslerdi. O, karakterlerini, hayat üstü boyutlara getirmiştir. Fakat şimdi, metot sonrası dönemde, oyunculardan karakterlerine uymak için büyüyüp küçülüp değişmeleri bekleniyor.

Oyuncunun kontrolsüzlüğü apayrı bir hikâyedir. Sinema filmlerinde oynamanın en acı yanı, kameranın arabuluculuk yapmasıdır. Birkaç yıl önce bunun hakkında bir yazı yazmıştım: Tiyatroda, oyuncu verir; Sinemada, oyuncudan zorla alınır. Büyük sinema oyuncularının çoğu; küçük çaplı, başarısız veya sıradan, doğal sahne oyuncularıdır ve hatta bazıları oyuncu bile değildir (Örneğin, John Wayne). Kişilik ve karizma etkisiyle birer yıldız olmuşlardır, bir teknik çalışarak değil. Bazı oyuncular, kamerada güzel gözüken kısmın ve başarılarını borçlu oldukları öğenin o olmamasına rağmen, sırf performanslarının bir kısmını kontrol altına alabilmek için teknik geliştirirler. Bazı oyuncular da, kontrolsüzlüklerinden o kadar rahatsız olurlar ki politika gibi, bıraktıkları izlerin kontrolünde olabilecekleri farklı girişimlerde bulunurlar. Bazıları da tabi ki yönetmen olurlar (Bunların bir bölümü de çok başarılı olur).

Hoffman’ın çok büyük bir oyunculuk hırsı ve bu hırsını destekleyecek, ustaca bir tekniği vardı. O oynayacağı karakterin tutkularını kendinde bulur, kendinin beller ve inanılmaz bir taklit yeteneğiyle bu tutkuları ete kemiğe büründürmek için bir jest ve tonlama dizisi oluştururdu. Ama sonunda bu üstün marifet, tutkunun yansıtılması için bir engel oluşturdu. Hoffman da bu tutkuyu yansıtabilmek için en derin duygularına indi ve daha da yoğun yaşadı duygularını. Sonra da bunu dışa vurmak için gerekli jestleri buldu. İç yaşantısıyla, yeteneği arasında kurduğu köprü, duygu patlamasına neden olan bir duygusal kısa devreye neden oldu ve böylelikle her role getirdiği, takdir edilen içtenliğe ulaştı. Fakat bu da, gün geçtikçe, bir oyuncunun, kendinden istenmesi gerekenden daha fazla vermesine neden oldu.

Sinema oyunculuğunun yüceliği, sinema oyunculuğu sanatı; sinema tarihinin en güzel diyaloglarından birinde, oyuncu olmayan, model, azıcık oyunculuk eğitimi alıp, Howard Hawks tarafından, Humphrey Bogart’la beraber ” To Have and Have Not [Malik Olmak veya Olmamak]” filminde başrol oynamak için 19 yaşında görev verilen Lauren Bacall tarafından çok güzel anlatılmıştır:

Bana rol yapman gerekmiyor Steve, bunu sen de biliyorsun. Hiçbir şey demene, hiçbir  şey yapmana gerek yok. Hiçbir şey. Ah, belki, sadece ıslık çalabilirsin.

En büyük sinema oyuncularının hiçbir şey demesine veya yapmasına gerek yoktur. Zamanı gelince küçük bir numaradan da zarar gelmez. Hayranlık uyandırıcı ve duygu dolu olurlar ve eylemleri, tarif edilemeyecek kadar durgundur. Tüm ifadeler, oyuncunun örnek benliğinin mükemmel ideali ile bir tür iç maske ile ilişkilendirilir. Teatral stilleri kendi doğalarının bir parçası olan oyuncular içinse, kendilerini aştıkları ve üstünlüklerini kanıtladıkları özel bir rol türü vardır:  Kendini bilen, kendini değiştirebilen sanatçı rolü. Mesela “The Master [Usta]” filminde Hoffman, “All About Eve [Eve Hakkında Herşey]” filminde Bette Davis, “Last Tango in Paris [Paris’te Son Tango]” filminde Brando, hatta en çok Albert ve David Maysles’in 1965’te Brando’yu (veya onun New Yok’taki bir basın toplantısındaki karşılaşmalarını) anlatan  “Meet Marlon Brando” belgeselinde  net olarak görürüz böyle karakterleri.

Maysles kardeşler, Brando için yeni bir tür yarattı. Bundan kısa bir süre sonra Shirley Clarke, arkadaşı Jason Holliday için bu tek kişilik gösteriyi daha da geliştirerek, “Portrait of Jason” belgeselini çekti. Şimdi tekrar Elaine Strich hakkındaki belgeseldeki George C. Wolf’tan bir alıntı yapalım:

Hatırlıyorum da, “Elaine Strich at Liberty”nin açılış gecesinde, George Grizzard yanıma gelip “Hiçbir oyuncunun, Elaine Strich’in seyircisiyle olan aşk ilişkisinin önüne çıkmasına izin vermeyen bir araç yarattığınız için teşekkür ederim” demişti.

İyi oyunculuğun ilhamı, tıpkı iyi oyunculuğun keşfinin en akla gelmez yerde yapılması gibi, gerek sinemada, gerek tiyatroda, düşünceden gelir. Kötü oyuncu yoktur, sadece kötü yönetmen vardır.

Paylaş.

Yanıtla