Şehir Tiyatrosu’nun Matruşkası: Vakti Geldi!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

vakti[Cansu Fırıncı’nın Akşam Gazetesi’nde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.] Sıkı metni, günceli gündelik kalmadan yakalayabilmesi, sanki bugün yazılmış hissi uyandırmasıyla Şehir Tiyatrosu’nun en iyi oyunlarından biri, Vakti Geldi.

Vakti geldi madem yazalım dedik. Zira bir matruşka bebek gibi açıyor bu oyun kendini. Aldıkları gizemli birer mektupla bir parkta buluşan üç kişinin geçmişlerinde bıraktıkları bir sır perdesinin sırrı kazınıyor tiyatro aynasında.

Şehir Tiyatrosu’nda sergilenen Vakti Geldi’yi Gökhan Eraslan kaleme almış. Bu oyun için altını çize çize söyleyeceğim şey iyi bir oyun metninin tiyatro sanatı açısında ne kadar kıymetli olduğu. Güncel olaylar bir şekilde kendini hep gündemimize sokar, oysa güncelliği bir metne taşımak o kadar zordur ki aslında… “Neden?” diye soracak olursanız, günceli yazacağım derken gündelik kalmak an meselesidir kalemi tutan için. Bir metin kaleme alırsınız, o günlerde okuyanlar için çok şey ifade eder ama olayların geçer yanlarını görüp de genel tarafını yakalayamadıysanız çok değil bir yıl sonra çöp olur kelimeleriniz. Bu yazar için bir felakettir. Tabiî bir gazetede köşe yazmıyorsa!

ÇEHOV HAKLI!

Biz oyuna dönelim. Bir profesör, bir üstüne basa basa ‘emekli’ bürokrat bir de iş adamı. Üç eski okul arkadaşı, üçü de siyasal bilimler mezunu. Mezun olduktan sonra ayrılmış yolları ama dostlukları sürmüş. Ta ki aynı siyasi partiden başkan aday adayı olana kadar. Kazanan ilk seçimlerde belki de ülkeyi yönetecek. Yolları gizemli birer mektupla kesişmiş yeniden işte şu tren garının hemen yanındaki parkta. O mektubu kim yazdı? Onları neden bu parka çağırdı? Parka gelen bu genç kadın bir gençlik macerası sonucu üçünden birinin çocuğu mu? Yoksa üçünden birinin diğerlerini kumpasa getirip başkanlık yarışından düşürmek için tezgâhladığı bir oyunun mu içindeler? Peki, kimin eli temiz, yolsuzluğa bulaşmayan, olduğu yere hak ederek gelen var mı içlerinde? Annesi ölüm döşeğindeyken, hiç tanımadığı babasını üç denklemli bir ihtimalin ortasında arayan bir genç kız neler yaşar zihninin ve yüreğinin içinde? Profesör gerçekten kısır mı yoksa kendini bu işten sıyırmak için söylediği milyonlarca yalandan biri mi bu da? Bir de elinde tuttuğu o lanet olasıca sigarayı oyun bitene kadar yakmayı başarabilecek mi acaba? Sahnede bir silah var, insan çok merak ediyor tabii, Çehov haklı çıkacak mı?

Çehov defalarca haklı çıkıyor. Ama kimse ölmüyor sahnede. Çünkü kendi öz evlatları tarafından defalarca arkasından vurulan bir ülke, bir halktır aslında. Gökhan Eraslan bize ‘bu genç kızın babası kim’ konusunun içinde kirli ilişkiler sarmalında bir memleket hikâyesini anlatıyor neticede.

Dekor oldukça naturalist. Gerçekten bir park var sahnede. İlkin garipsiyorum. “Şehir Tiyatrosu da sıyrılamadı şu anlayıştan” diyorum ama sonra anlıyorum ki bu metne böylesi bir dekor hizmet edermiş. Gerçeklik duygusunu besleyen, metinle uyumlu dekor güçlendiriyor sahnede izlediğimiz oyunu.

ŞAŞIRTICI FİNAL

Reji akışına bırakmış, öyle ‘ben burdayım’ diye el sallayan cilalı ambalajlara sarılmamış, sanki gerçekten üç adam bir kadın bir parkta hesaplaşıyor duygusunu korumamız üzerine kurmuş kendini. Bir tek arada çakan flaşlar ve oyuncuların verdiği fotoğraflar kırmış gerçeklik duygusunu. Bence bu da olmasaymış daha güçlü olacakmış oyun.
Ali Karagöz, Orhan Hızlı, Selçuk Soğukçay kıdemli oyuncular olarak döktürüyorlar sahnede. Diyecek söz yok. Ama asıl övgüyü Yeşim Koçak hak ediyor. Finaldeki sürpriz sizi çarptığında ne kadar başarılı olduğunu işte o zaman anlıyorsunuz.

Bu oyunda tüm tahminleriniz çökecek, emin olduğunuz anda yanıldığınızı göreceksiniz ve finalde büyük bir şaşkınlık yaşayacaksınız. Dünyadaki bu ilişkiler bütünü değişmedikçe elli yıl sonra herhangi bir ülkede bu oyunu yeniden sahnede izleyebileceksiniz.

Akşam

Paylaş.

Yanıtla