Sanatçının görevi Sistemi Eleştirmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Birgün gazetesi’nin Özge Özder ile yaptığı söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

ozlem2 (1)Tiyatro sezonu bitmek üzere. Ödül tartışmalarıyla kapanan bu sezonda Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde ‘Müziksiz Evin Konukları’ oyunundaki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Özge Özder törende ödül tartışmalarıyla ilgili etkili bir konuşma yaptı. Bu vesileyle Özder’le tiyatrodan hayata pek çok şeyi konuştuk.

Bella karakteriyle ödülü kucakladın. Bella ile ilişkinden başlayalım mı?

Şimdiye kadar oynadığım en heyecan verici karakter. Hem metni okurken hem de oynarken Bella’nın bana çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Bella, çekirdek bir ailenin parçası ama bulunduğu sistemi değiştirmek için elinden geleni yapıyor. Yedi yaşında bir insan zekasında olmasına rağmen içinden geçenleri ısrarla ifade eden, her yeni güne umutla ve ne istediğini unutmadan başlıyor.

Her açıdan saf bir kadın. Saflık böyle bir dünyada yaralayıcı bir şey mi?

Kesinlikle. Hepimizin içinde koruduğu en pür hali vardır ya hani, Bella, o hali dışarı çıkarmama neden olan bir karakter oldu. Ama Bella’nın bütün o saflığı giyerek ve her şeye rağmen sözünü söylemesi, bana cesaret veren bir şey. Hayatın içinde satranç oynarken cesaretsizleşiyorsun çünkü kaybedeceklerini hesaplamaya başlıyorsun. Her şey samimiyetten çıkıp hesap meselesine dönüyor. Sistem bizi buna sürüklüyor, herkes her şeyi bize dikte ediyor. Sevme biçimleri bile bize öğretiliyor.

Bella’nın annesi onu korumak adına onu hapsetmiş. Bella’nın korunmaya ihtiyacı var mı ve korumak zarara dönüşebilir mi?

Annesinin yola çıkış amacı onu korumak ama bir yandan da kendisi müthiş bir baskı figürü. Kendi istediği gibi bir insan yetiştirmek istiyor ve tek gerçeğin kendi gerçeği olduğuna inanıyor. Anne ne kadar katıysa Bella o kadar naif. Bizde de var ya ‘tek doğru, tek inanç, tek ifade biçimi’, aynı bunun gibi kendi teklerini bütün çocuklarına dayatmış. Ve hepsi kaçmış.

Baskı istenileni vermiyor olabilir mi?

Baskı, insanların kalbine gizli bir öfke tohumu yerleştiriyor. Eğer ortada bir baskı varsa onun yaratacağı mutlak bir kırılma oluyor ve oradan sağlıklı bir şey çıkıyor aslında. Oyunda ne güzel ki Bella’nın kırılma noktasından sonra, baskı figürü anne de kendine düşen değişimi cesaretle yaşıyor.

İkiye ayırmışsın kendini, ikinci adın Elif’i naif, Özge’yi de savaşçı olarak, neden?

Kendimi bildim bileli Özge dendi bana. Elif’i çok az insan bilir ve kullanır. Babamın koyduğu addır. Elif’i naif tarafımla özdeşleştirdim ve yazılarımı o adla yazıyorum. Özge de annemin koyduğu ad, çok cesur ve güçlü bir kadındır. Onun da gücü gerçek hayattaki Özge’ye yansıyor.

Sadri Alışık ödül töreninde ödül tartışmasıyla ilgili bir konuşma yaptın. Sence sorun nedir?

Mezun olduğumdan bu yana sahneyi hiç bırakmadım, çünkü tiyatro beni damıtıyor, adaletli ve iyi bir insan yapıyor. Şimdiyse tiyatroya vefa zamanı. Bizim şu an konuşmamız gereken çok fazla şey var. TÜSAK var mesela ama Afife Tiyatro Ödülleri töreninde bir kişi çıkıp bundan bahsetmedi. Herkesin sanki en büyük sorunumuz buymuş gibi sadece ödül sisteminden bahsetmesi beni çok yaraladı. Elbette ben de takdir edilmekten hoşlanıyorum ama inandığımız her şeyi, içinde bulunduğumuz kurumları öldürmek isteyen bir yapı varken ve bizim bunun için birleşmemiz gerekirken ‘ne kadar önemsiyormuşuz biz paye verilmeyi, ne kadar yazık bize’ diye düşündüm. Bir de ben her şeyin altında samimiyet arıyorum, koca bir sezon susup, adaylar açıklandıktan sonra “sistemi eleştiriyorum” dersen sana inanmam… Tiyatroya en çok sahip çıkmamız gereken bir dönemde ‘kalksın bu ödül, kapansın bu kurumlar’ gibi yıkıcı yaklaşımlar öfkelendiriyor.

Ödülünü 100. yılını kutlayan Darülbedayi’ye adadın. Gelişmeler ışığında nedir hislerin?

100. yılla ilgili büyük bir burukluğum var şimdilik. Şehir Tiyatroları benim ailem, isminin bu yıla damga vurmasını, bir sanat olayı yaratmasını isterdim. Ama ne yazık ki kutlama yerine varoluş mücadelesi veriyoruz. Bizim başkaldırışımız Hükümet’e değil ki, hükümetler değişir ama sanat, siyasetler üstü ve evrenseldir, doğuştan muhaliftir. Maaşımı alır bunu da yaparım diyebilirsin ya da ben kadromu, maaşımı hepimiz için kaybetmeyi göze alıyorum doğrudan, vefadan yanayım diyebilirsin. Sesimi çıkarmayı tercih ediyorum çünkü konservatuvar okudum, Brechtlerin Shakespearelerin, hocalarımın emeğinin hatırına ses çıkarmam gerekiyor.

“Sen zaten para kazanıyorsun, kovulmak kolay” diyenler çıkabilir?

Şu anda sistemin bağlı olmadığı bir sektör göster bana, yok. Demek ki o paranın da bir garantisi yok. Doğruları söyleyen bazı insanlar şu anda iş bulamıyorlar. Sanatçı adı altında toplumun sesi olmak yerine birilerine alkış tutturan kişi olmaktansa mesleğimi yapmamayı tercih ederim. Ya doğru düzgün işlemeli bu kurumlar ya da orada olmayalım.

Bu değişimlerin sana bir yansıması oldu mu?

Biz sanatçılara biraz paranoyakça yaklaşılıyor diye düşünüyorum. Karşılarında ne olursa olsun “hayır” diyen öfkeli bir topluluk görüyorlar bana göre. Halbuki sanatçının görevi sistemi eleştirmek, daha iyi bir dünyaya inanmak ve değiştirmeye çalışmak. Oynadığımız oyunlara da paranoyayla bakılıyor, o oyun yüz yıl önce yazılmış, sana ithafen yazılmadı, sen niye gündem ve sistem olarak yüz yıl geridesin ona bakmak gerek. Bu da bizim kabahatimiz değil ki! Yarın bir hükümet değişikliğinde bizim yine sisteme karşı eleştirimiz olacak, biz kimseden yana değiliz! Sadece aydınlıktan yanayız. Ayrıca bazen insanlar bazı şeyleri sanat üzerinden yaşarlar, Brecht izleyip katarsis yaşayan adam eline sopa alıp sokağa çıkmaz çünkü katarsisini tiyatroda yaşamıştır. Bu duyguların doğru alanlarda yaşanmasına müsaade etmek gerek, toplumsal öfke patlamaları olmaması için. En ideal alan da tiyatrodur çünkü; toplumun katarsise ihtiyacı var.

Soma gibi büyük bir acı yaşandı ama bu acının yaşanmasına bile politik olarak bakıldı. Hislerin neler?

Beni en çok üzen, insanların özellikle de Hükümet kanadının kendi payına düşen sorumluluğu almamaları ve empati kurup o acıya sahip çıkmamaları oldu. Bunu Berkin Elvan’ın ölümünde de yaşadık. Ölüme üzülmek, yaşananlara ve bu acıyı yaşayanlara karşı bir sorumluluk hissetmek bir politik söylemmiş gibi algılatıyor. Bu çok tehlikeli. Sürekli ‘isyan etmeyin’ deniliyor. Hepimizin bir inancı var. Ben Kuran okunan bir evde büyüdüm ama Allah da bana bir akıl verdi, haklarımı insan olarak tartabileyim, doğruyu yanlışı söyleyebileyim diye. Soma, büyük bir facia. Acı üzerinden değil sayılar üzerinden yaklaşmak, “bize sosyal medyada şunu dediler” gibi açıklamalar olması, beni dehşete düşürüyor. İnsanlığımı sorgulatıyor. Acısını haykıran insanlara garip bir tutum içindeler, hiçbir anlam veremiyorum. Memleketin her şeyinden sorumluyum diyorsan olanları da karşı tarafın gözünden yorumlamak zorundasın. Bunları yaşadıkça da gitmek hissi geliyor ama ‘Olur mu canım bize ihtiyaç var, en azından hacmim kadar yer kaplamalıyım’ deyip gidemiyorsun.

Sorumluluk almayıp sürekli karşı tarafı suçlama sence var mı?

Hükümetlerin her dönem dikte ettiği şeyler oldu. Sadece toplulukların, mercilerin adı değişti. Bunun adı varolma meselesi. Günümüzdeki en büyük hayal kırıklığım, gerçek inananların cesaretli söylem eksikliği. Ve ben inanmayanların bile içinde yaşadığı toplumun dinini çok iyi bilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü dinimizle ilgili bize öğretilen erdemlerin hiçbirini uygulamada ne yazık ki göremiyorum. Birçok şey işine geldiği gibi çarpıtılarak alıntılanıyor.

birgün

Paylaş.

Yanıtla