Sanat İhtiyaç Haline Gelmeli

Pinterest LinkedIn Tumblr +

617974577784[Özkan Bingöl’ün Levent Ülgen ile gerçekleştirdiği, Yeni Asır’da yayınlanan röportajı paylaşıyoruz.] “En Son Babalar Duyar” dizisi dendiğinde akla ilk, damat Kadir geliyor. Hem tatlı yalancı hem de üçkağıtçı bir tipti. Kadir’in bu kadar çok sevilmesinde kuşkusuz en büyük pay oyuncu Levent Ülgen’e ait. Tiyatro dünyasının en başarılı oyuncu ve yönetmenlerinden birisi olan sevgili Levent Ülgen bu sezon iki oyunla birden sahnede.

– Neden tiyatrocu olmak istediniz?
İlk tiyatroya başlarken ben devrim yapacağımızı zannediyordum. Dünyayı ve ülkemizi değiştirecek bir devrimi kast ediyorum. Zaman içinde o kadar da kolay olmadığını fark ettim. Sanat rahatsız etmek üzerine odaklanmış bir şeydir. Rahatsız derken yaşadığı sistemden, yaşadığı dönemden, yaşadığı olaylardan rahat edemeyen; onlarda bir aksilik, bir eksiklik duyan insanlar ancak dile getirmek isterler bunu.

CAHİL CESARETİ
– Oyunculuğa nasıl başladınız?

Önce Ankara Halk Tiyatrosu, sonra Ankara Sanat Tiyatrosu ve bu işin akademik eğitimini almam gerektiğini düşünüp konservatuarda oyunculuk okudum. Devlet tiyatrolarında çalışırken izinli alarak Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım. Benim tek derdim en iyi şekilde tiyatro yapabilmekti. Dizi furyaları başladığında çok direndim. Sinemaya evet, tiyatroya sonuna kadar evet, ama dizilerle hiç işim olmaz diyordum. O yüzden ilk başlarda çıktığımda cahil cesareti ile birçok önemli diziye hayır dedim. Halbuki dizi de bir oyunculuk işi. Sonra düşünmeye başladım, biz oyuncular tiyatroda, sinemada emek vermiş insanlar eğer dizilerde de görev alırsa, dizilerin kalitesinin yükseleceğini düşündüm. Ben paradan önce sanatsal açıdan bakarak bu işe soyundum ama piyasanın içine girince benim sandığım kadar kolay olmadığını gördüm.

AMAÇ TÜKETİM OLUNCA
– Hangi bakımdan?

Çünkü çok vahşi kapitalizm, çok vahşi üretim… Amaç sadece tüketim ve para nedeniyle dramaturji çalışması yapalım deme lüksünüz sıfırın altında. Amma en azından yapımcılar da yönetmenler de şunu fark etti: Tiyatrocular dizilerde daha başarılı. Çünkü ezber yetenekleri ve kısa sürede rolü çıkarma yetenekleri var.
– Oynadığınız Damat Kadir’i hala unutamadık
İnanın, onu çok seviyorum, onu bende unutamadım. “En Son Babalar Duyar” dizisindeki bir tipti.
– Bu sezon Sadri Alışık Tiyatrosu’nda “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni oynuyorsunuz. Neden Brecht’in bu oyununu seçtiniz?
Brecht bu oyununda sistemi, yaşadığı dünyayı, ülkeyi eleştiriyor. Dünyadaki kötüye giden şeyleri eleştiriyor. Kafkas Tebeşir Dairesi’nin ana sorusu çok net: Çocuk doğuranın mıdır, ona emek verenin midir? Brecht ne yazdığını bilmeden herhangi bir insana sorsanız, ideolojisi ne olursa olsun, dünya görüşü ne olursa olsun mutlaka emek verenin diyecektir.

YE, İÇ, YAT, SEVİŞ…
– Oyunda canlandırdığınız Azdak nasıl birisi?

Azdak halk zekasına sahip, çok zeki bir adam. Bizdeki karşılığı Hoca Nasrettin gibi, Hacivat’la Karagöz gibi. Yani işin hem zekasını kavramış hem de işin esprisini elinden bırakmamış. Sağduyusu çok yüksek. Biraz da eğitimi var, köyde yazmanlık yapıyor.
– Aynı tiyatroda oynadığınız bir de “Yatak Odası Diyalogları” adlı bir oyununuz var. Ne anlatıyor bu oyun?
Birol Güven’in yazdığı Yatak Odası Diyalogları kitabından uyarladık bu oyunu. Sekiz yıllık evli olan bir karı koca var. Evlilikleri rutine binmiş, adam işe gidiyor geliyor, kadın işe gidiyor geliyor. Kadın yemek yapıyor, adamın tek isteği hadi akşam yatalım. Kadın “Bu kadar rutin mi diyor, biraz duyarlı ol”. Yani ye, iç, yat, seviş, kalk, ertesi gün işe git… “Bir beni yemeğe götür, bir çiçek al, bir mesaj at gündüzleri seni seviyorum diye ama hödük bir adamsın” diyor. O da diyor ki, “Ya ne var bunda işte yiyeceğiz, içeceğiz, yatacağız, sevişeceğiz, kalkacağız hayat bu”.
– Oyunda bir erkeklik eleştirisi var mı?
Var tabi ama Birol çok zeki olduğu için kadın eleştirisini de araya serpiştirmiş. Kadınların da haksız olduğu, erkekleri anlamadığı yerler var. Seyircide şöyle bir reaksiyon oluyor: Çok güzel bir laf söylediğimde hafiften böğrüne dürtüp yanındaki eşine bak gördün mü diyen, peşinden bana cevap olarak Goncagül (Sunar) bir şey söylediği zaman bu sefer kadın dürtüyor.

SÜRPRİZ GELİYOR
– Oyunda başka hangi oyuncular var?

Eylem Ödem ve Hasan Erdem de var. Onlar bizim arkadaşlarımız, onlar da bir zamanlar bizim gibi evliymiş, aynı dertlerden dolayı ayrılmışlar. Kadın benim eşimin akıl hocası olmuş, erkek de benim akıl hocam olmuş güya. Hani öyledir ya Türk toplumunda genellikle onlar ayrılmışlar ama bize akıl vermeye devam ediyorlar. Sürprizim şu yatak odası diyalogları 2’de geliyor.

YATAKLARI AYIRDIK
– Tebrikler, tiyatro dünyası için ilginç bir gelişme değil mi?

Öncelikli olarak oyun çok ilgi gördü. Oyunlaştırdığımız kitap çok uzundu, biz en iyi bölümleri, en eğlenceli olanları seçtik. Kerem (Alışık) oynamadığımız bölümleri mi oynasak, bir oyun da ondan mı yapsak dedi. Biz zaten en güzel bölümleri seçmiştik kitaptan. O zaman Birol’la ikincisini yazdıralım dedim. Kerem’in de çok hoşuna gitti. Birol’la temas haline geçtik, şimdi bize ikincisini yazıyor. Ana fikri buldu. Sekiz yıllık evliler, üzerinden bir dört- beş yıl geçmiş. Beş yıl sonra ne hale gelmişler, onu yazacak. Hatta bir de bir ipucu verdi. Yatak Odası Diyalogları 2’de yatakları ayırdık. Bakalım buradan şimdi ne komedi çıkacak. Biz de çok merak ettik. Bir de ben çok ısrarcıyım bu konuda. Sinemada Rambo 1, Rambo 2 var. Sinemada bu var, tiyatroda bu hiç yok benim bildiğim. Bunu yaparsak çok harika bir şey olur. Yatak Odası Diyalogları 1 – Yatak Odası Diyalogları 2. Sonra ara verip bir beş-altı yıl sonra, on yıl sonra iyice saçlarımız beyazladığında yatak odası diyalogları 3 olur. Final, seksen yaşına geldiklerinde ne yapıyor bu adamlar, aslında çok güzel bir şey.

KİMSE KİMSEYİ GÜTMEK ZORUNDA KALMAZ
– Sanat dünyasının geleceğinden umutlu musunuz?

Ben umutluyum her ne kadar yeteri kadar olmadığını düşünsem de yine de umutluyum. Demek ki bir şey yapabiliyoruz; bizden tedirginler, rahatsızlar. Umutlu olabilmemin tek çözümü, tek kriteri de şu; Nasıl ki elli beş bin kişilik, kırk bin kişilik, otuz bin kişilik stadyumlar tıklım tılım dolup, taraftarların tezahüratıyla maç yapıyorlar. Tiyatroların da öyle dolduğunu görmek isterim, en büyük idealim odur. Sanat ihtiyaç haline gelmeli, anca o zaman ekmek bir ihtiyaç olduğu için ekmek alıyoruz sabahları, ihtiyaç olmasa almayız. Sanatın da bu hale gelmesini düşünüyorum. Bir ihtiyaç haline gelmeli. Biz bu hafta tiyatroya gitmedik, şu sergiyi kaçıyoruz aman kaçırmayalım gibi bir mantık bütün ülkeye yayılırsa zaten o zaman siyasete gerek kalmaz bence, partilere de gerek kalmaz. O zaman zaten insanlar o sanatla ne yapması gerektiğini çok iyi öğrenirler, hiç kimse kimseyi gütmek zorunda kalmaz.

Yeni Asır

Paylaş.

Yanıtla