Evim! Güzel Evim!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Bozkır

         – Bahçeli bir evimiz olsun diyen sendin.

         – Tanımadığım insanlarla görüşme.

         – Gerek yok kızım o kadar büyütmeye.

         – Burası benim de evim.

         – Her evde bunlar oluyorsa batsın o evler.

         – Geç kalma abla.Ne olur geç kalma.

         – Umut eve!

Böyle alt alta yazılınca pek bir şey ifade etmese de ya da sıradan cümleler gibi gelse de bu cümleler kıymetli ve hüzünlü bir hikayenin şifreleri. Üstelik o hikaye hiçbirimize yabancı değil, birebir hikayenin kahramanı olmamışsak da bu ülkede doğup büyüyen herkesin hafızasında bu hikayeden izler var.

Evim!Güzel Evim! bulutiyatro’nun 2013-2014 sezonunda sahnelediği oyunu. Oyunun yazarı ve yönetmeni aynı zamanda tiyatronun kurucusu olan Ebru Nihan Celkan.

Dışarıdan bakıldığında son derece normal görünen bir aile. Hatta belki birçoğumuz için özenilecek yanlarının bile olduğu söylenebilir. Anne baba uzun yıllardır evlidir, iki çocukları olmuş, kızlardan biri üniversiteyi bitirip kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlamış, diğeri üniversiteden yeni mezun olmuş. Anne babanın hali vakti yerinde, zaman geçtikçe hayat standartları yükselmiş. Bahçeli bir ev bile satın almışlar. Daha ne olsun, dört dörtlük bir hayat.

Ebru Nihan Celkan dışarıdan baktığımız şeyin gerçek olup olmadığını göstermek için bizi evin salonuna davet ediyor, dış dünyaya tamamen kapalı, dört duvar arasında aile bireyleri baş başa kaldığında acaba neler oluyor.

Evim! Güzel Evim! iddiasız, yalın bir oyun. Ne hikayesinde ne kurgusunda sürprizler var. Bu haliyle bize yeni şeyler söylemiyor, bilmediğimiz şeyleri göstermiyor. Ancak önemli bir işlevi var ki o da sadece bu dört kişiye değil, kendimize de bakmamızı sağlıyor. Babaya, anneye, çocuklara baktıkça bu karakterleri nasıl bu kadar iyi tanıyoruz, bu hikaye neden bize bu kadar tanıdık geliyor gibi soruların cevaplarını vererek kendi hesaplaşmamızı, yüzleşmemizi yapıyoruz.

Yazar olarak Ebru Nihan Celkan…

2005 yılında başladığı tiyatro hayatına oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik gibi çalışmalarla devam eden Ebru Nihan Celkan epey bir zamandır yerli oyun yazarları arasında sağlam bir yer edinmiş durumda. Adından sıklıkla ve övgüyle bahsediliyor. 6 Üstü Oyun projesinin en çok ses getiren oyunu olan Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi yazarın adını geniş kitlelere duyurdu. Yazarın sahnelenen ilk oyunlarından olan Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi ve Nerde Kalmıştık Mitos Boyut tarafından 2013 yılında yayınlandı. Profesyonel anlamda başka bir meslek daha yapıyor olmasına rağmen tiyatroya aralıksız devam etmesi, ardı ardına oyunlar yazması, bir tiyatro kurması ve kendi sahnesi olmamasına rağmen her sezon oyun sahnelemesi sebebiyle takdirle takip etsem de Ebru Nihan Celkan’a yakın zamana kadar yazar olarak mesafeliydim. Bunun sebebi şuydu; oyunlarında ele aldığı konuları çok sevsem ve önemsesem de ele alış biçimini pek sevememiştim açıkçası. Nerde Kalmıştık oyununun yazma gerekçesini “ Yıllardır süre giden bir iç savaşı ölenler üzerinden okumanın yetmediği bir noktada kalanlara kalemimi çevirmek istedim.” diye açıklayan yazar çok doğru bir noktadan yola çıkmış ancak oyun bende sözünü sakınan biri tarafından yazıldığı hissini uyandırmıştı. Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’de ise kalemini nefret cinayetlerine ve her zaman haber olma şansına bile erişemeyen trans bireylere çeviren yazar ses getiren bir oyuna imza atmıştı atmasına ama yaklaşım noktası doğru muydu, trans bireyleri seks işçiliğine ve salt cinselliğe mi indirgiyordu, bir türlü emin olamadım. Bu oyunda ne söylediği belli, meselenin tarafı olmayan ve derdini sakince anlatan bir yazarla karşılaştım. Nedenler, niçinler hakkında ahkam kesmiyor, çözüm önerileri sunmuyor ama toplumun iliklerine işlemiş köklü bir sorunun çözümünü bir oyunda ortaya koyuvermek pek olası değil. Evliliğin kutsallığının, ailenin dokunulmazlığının dışında duran biriyle karşılaşmak bile çok iyi geldi bana.

Önceki oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da karakterlerden birinin adının Umut olması beni düşündürdü, karakterler arasında bir bağlantı mı vardır yoksa bir metafor olarak mı kullanılmaktadır henüz çözemedim. Ebru Nihan Celkan’ın yazar olarak merak uyandırdığı noktalardan birisi de bu Umut ismi benim için.

Yönetmen olarak Ebru Nihan Celkan…

Yazar olarak bahsettiğim oyunlar sayesinde aşinaydım Ebru Nihan Celkan’a ama yönetmen tarafıyla ilk kez bu oyunda karşılaştım. İkincikat’ın yıllardır oyunlarını sahnelediği apartmandan ayrılmasıyla İstanbul iki yeni salona kavuştu, İkincikat Karaköy’ün dışında açmış oldukları diğer sahneleri olan Sekizincikat’ta sahnelenen oyunda salona girdiğinizde sizi bir evin odasında oturan dört kişilik aile karşılıyor. Baba kapının yanında ayakta, biraz gergin ve memnuniyetsiz bir yüz ifadesi var, sevmediği insanlar evine gelmiş de misafire ayıp olmasın diye bir şey diyemiyormuş gibi sıkıntılı bir hal içinde. Anne sevecen, yüzünde kocaman gülümseme, hepimizi kucaklamaya hazır. Kızlar ise kısmen ifadesiz ama sakin bir hal içerisindeler. Göz göze gelsek mi gelmesek mi bilemeden yerlerimize geçiyoruz, yeni tanıştığımız birinin evine ilk defa gitmiş olmanın tedirginliği içinde oturuyoruz. Derken oyun başlıyor, oyun alanı ile seyirci birbirine bunca yakın olmasına rağmen birdenbire  keskin bir çizgiyle ayrılıyoruz. Ebru Nihan Celkan’ın rejisini genel olarak beğenmekle birlikte özellikle sevdiğim ve belirtmek istediğim hususlar var. İlk başta babanın bütün bir oyun boyunca oyun alanının dışında ve daha yüksekte kalan kırmızı bir koltukta oturması fikrinin metne çok şey kattığını söylemeliyim, anneleriyle sıcak bir ilişkisi olan kızlar karşısında babanın aslında sadece eşinin değil, üçünün de çok uzağında olduğu ve ailenin içinde yer almadığı hiç söze gerek kalmadan anlatılmış. Kızların çocukluklarına dair anılarını ve aslında aileye dair önemli şeyler anlattıkları sahnelerde genel ruh hallerinden ve oyundan sıyrılışları hem hikayenin etkisini arttırmış hem de geçmiş zaman olgusunu güçlendirmiş. Yine annenin babayla sertleşen tartışmaları sırasında ve nihayet gelinen noktada şiddet ortaya çıktığında çiftin arasında hiçbir temas olmaması kaba bir anlatımın önüne geçmiş. Genel olarak can yakan,iç burkan oyunda seyirciye nefes aldırmak için hoş anlar eklenmiş, yüzümüzü güldürecek anılara da yer verilmiş. Bu anların yeri ve oranı yazar ve yönetmen olarak Ebru Nihan Celkan’ın başarılı olduğu yönlerden birisi.

Dört kişilik ailede anne rolünde Füsun Demirel, baba rolünde Fatih Özkan, çiftin kızları rolünde ise Burcu Çelik ile Özge Ertem sahnedeler.

Benim yaş grubumdakiler ve bizden daha küçük olanlar Füsun Demirel’i sinemadan ve televizyondan tanıyorlar. Oyuncunun 22 yıl ara verdikten sonra Evim!Güzel Evim! ile tiyatroya dönmesi bizlere onu sahnede de izleme şansı verdi. Röportajlarında da söylediği gibi özlemesine rağmen tiyatroya dönmeye pek de niyeti olmayan Füsun Demirel’i bu oyunda rol almaya ikna eden Ebru Nihan Celkan’a ve tüm bulutiyatro ekibine ne kadar teşekkür etsek azdır. Oyundaki anne rolü Füsun Demirel’in sinemada ve televizyon dizilerinde canlandırdığı karakterlere pek uzak değil. Arada perde ya da beyaz cam olmadan Füsun Demirel’in sıcacık ve doğal oyunculuğunu izlemek büyük bir keyif.

Füsun Demirel’i sahnede izleme fırsatını yaratmanın yanı sıra oyunun iyi yanlarından biri de Burcu Çelik ve Özge Ertem ile tanışmam oldu. Oyun sırasında kardeşlerden birine biraz daha fazla yaklaşır gibi olsam da sonuç itibariyle diyebilirim ki birbirlerine benzeyen ve taban tabana zıt olan yanlarıyla her iki kardeşi de çok sevdim. Hüznü de sevinci de coşkuyu da öfkeyi de çok iyi hissettiren iki oyuncu daha önce hangi oyunlarda rol aldılar bilemiyorum ( bu tamamen benim eksikliğim) ama bundan sonra bir oyunun kadrosunda isimlerinin yer alması benim için o oyunu izleme nedeni olacaktır.

Baba rolündeki Fatih Özkan performansıyla insanın sinirini bozmayı başarıyor, son derece soğuk, uzak ve katı bir hali var. İnsan yumuşak bir tarafı vardır, öfke dışında bir duygusu da vardır mutlaka diye düşünse de bunu bir türlü bulamıyor. Benim izlediğim oyunda Fatih Özkan türlü talihsizlikler yaşadı, toparlamaya çalıştıkça da o talihsizlikler yakasını bırakmadı. Her oyuncunun başına mutlaka gelmiştir, kaçıncı oyun olursa olsun, bir yerde diliniz sürçer,takılırsınız. Dikkat edince inadına teklersiniz. İşte o gün Fatih Özkan da bunu yaşadı. Soğukkanlı davranıp renk vermemeye çalışsa da birden fazla kez yaşadığı dil sürçmesi mutlaka ki performansını etkilemiştir. Bunun genel bir durum olmadığını tahmin ettiğimden ve bu talihsizlik dışında göze batan bir şeye rastlamadığımdan amacı aşan bir şey söylemek ve oyuncuya haksızlık etmek istemem.

Yazının başında da söylediğim gibi hepimizin hafızasında bu ailenin hikayesinden izler var. Oyundan çıktığımda bir yığın düşünce aklımdan gelip geçti, bunlardan biri hiç unutmadığım bir ana ait. Fakülteyi bitirip avukatlık stajına başladığımda rutin staj eğitiminin yanı sıra her hafta bir konuda seminer veriliyordu bize. Bunlardan birinin konusu aile hukukuydu ve semineri veren de tecrübeli bir aile mahkemesi hakimiydi. Hukuki boyutunun yanı sıra sosyolojik tahliller de yapıyor, toplumdaki yozlaşmadan, aile yapısının zedelenmesinin toplumda yarattığı sıkıntılardan bahsediyor ve boşanma oranlarının artmasından şikayet ediyordu. Boşanmanın zorlaştırılması gerektiğini söyleyip bizlerin de görüşlerini ısrarla almak istiyordu. O hakimin görüşünü destekler şekilde stajyer avukatlar içinde de bu durumdan muzdarip olanlar vardı hatta evlendikten sonra 5 yıl süreyle tarafların boşanma davası açmasının yasaklanması gibi dahiyane fikirler bile ortaya atılmıştı. Sıra bana gelip de hakim görüşümü sorduğunda “ Bu ülkede boşanmanın hem hukuki anlamda hem de ailelerin ve toplumun yaklaşımı sebebiyle yeterince zor olduğunu, eşlerden birinin evliliği devam ettirmek istememesinin boşanmak için geçerli sayılmasının doğru olacağını, evliliğin birliğinin karşılıklı gönüllülük esasına dayanması gerektiğini, bunun dışındaki unsurların hukuki güvence altına alınarak tarafların korunabileceğini ancak hiçbir nedenle kimsenin evli kalmaya zorlanmaması gerektiğini” söyledim. Hakim söylediklerimden hiç hoşlanmadı, hem yaşı hem konumu sebebiyle bana bir ders vermek istedi ve “ Yaşımın çok genç olduğunu, bu sebeple başka şeyler peşinde olabileceğimi ( yıllar geçmesine rağmen o başka şeylerin neler olduğunu hala tam olarak kestirebilmiş değilim), bir tarafın istemesiyle boşanma gerçekleşirse kimsenin evli kalmayacağını” söyledi. Ataerkil sistemin, baba rolüne bürünmüş devletin temsilcisi karşımdaydı ve insanların hayatları üzerinde dayatma yoluyla da olsa söz hakkına sahip görüyordu kendisini. Gençliğimden dem vuruyordu ama gözden kaçırdığı bir husus vardı. Genç dediği yaştaki ben o yaşımda hakim olup benden kat be kat büyük insanların evliliklerinin devam edip edemeyeceğine karar verebilir, evlenip bir ailenin reisi ( ! ) olabilir, baba olup bir çocuk yetiştirebilirdim. Bunlar söz konusu olduğunda yaşım ve gençliğim sorun olmuyordu. Keşke bu oyunu o hakimle birlikte izleyebilseydik, bu muydu o kadar korunup kollanması, sakınılması gereken aile? Yıllar önce parçalanmış ( ? ) olsaydı belki bu kadar acı çekmezdi, yıpranmazdı, örselenmezdi kadın da adam da çocuklar da?

O hakim, onun gibi düşünenler bu oyunu izlerler mi, izleseler de düşüncelerinde bir değişim olur mu bilemem ama 2014-2015 tiyatro sezonunda da sahnelenmeye devam edecek olan Evim! Güzel Evim!’i izlemek için pek çok neden var. Sonuna ünlem işaretleri koymadan gerçekten “ Evim, Güzel Evim” diyebileceğimiz aile yapılarına kavuşabilmek için hepimizin düşünmeye ihtiyacı var, bu oyun bunun için iyi bir fırsat.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Bozkır

Yanıtla