Ölümsüz Sevda Şener

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Prof. Dr. Hasan ERKEK

sevdahoca

Neden Ölümsüz?

Bu yazının yalnız başlığını okuyan okurlar, bunun bir klişe olduğunu düşünebilirler. Ölümsüzlük betimlemesi yerli yersiz birçok kimse için kullanıldığından, içi boşalmış ve bir klişeye dönüşmüştür. Genellikle yaşamını yitiren her sanatçı ya da bilim insanının ardından yazılan yazılara, benzer bir başlık atılır. Sanatçı ya da bilim insanı ölmüştür ama yapıtlarıyla yaşayacaktır. Bu bir ölçüde doğrudur da, herkes için geçerli olmasa da.

Kuşkusuz Sevda Şener de çok sayıda yapıt ortaya koydu ve onlarla ölümsüzlüğü çoktan hak etti. Ancak, benim ve benim gibi Şener’i yakından tanıyanların gözünden, o ölmeden ölümsüz olmuştu. Her şeyden önce, zorunlu ayrılmaları beklemeden, yöneticilik vb. görevlerini devretmiş yüksekçe bir yere çekilmiş, sanat üzerine bilimsel çalışmalarını orada sürdürmüştür. Bu üretken çabasını uzun süre sürdürünce, hep öyle olacak, her şeyi yukarıdan kuşbakışı gözleyecek ve yazacak duygusu uyandırmıştı bizde. Daha doğrusu bu duygumuz bir kesinliğe dönüşmüştü artık. Tiyatromuz onsuz düşünülemezdi zaten. Elbette hep orada, yukarıda bir yerde olacak, ama kibre hiçbir zaman kapılmayacak, yardım istediğimizde inip bize yardım edecek ve yine yerine çekilecekti. Başka türlüsü olamazdı. Hiç düşünmemiştik. Bunun başka bir nedeni de, Şener’in inişleri, çıkışları, yalpalamaları olmayan bir yaşam sürdürmüş ve kalite çizgisinden hiç ödün vermemiş olmasıdır. Kendisini tanıdığım 30 yıl boyunca, tutumunda ve kalite çizgisinde herhangi bir değişiklik olmadı. Kuşkusuz gelişiyordu okuyan yazan herkes gibi. Ama O’nu tanıdığım ilk günden itibaren hep “yetkin”di. Belki de bilmediği konularda konuşmadığı ve yazmadığı için böyle bir sonuç yarattı bende. Dahası bu 30 yıl boyunca onda fiziksel olarak da pek bir değişiklik gözlemlemedim. Dolayısıyla ölmeden (bu sözcüğü ona nasıl yakıştıracağımı uzun süre bilemeyeceğim) ölümsüzleşmişti. Ölümsüzleştikten sonra ölmekse olacak şey değil(!) Hepimizi beklemediğimiz bu acımasız gerçekle serseme çevirdi, acıya boğdu. Bunu kabullenmemiz hiç kolay olmayacak…

Sevda Şener, Akıllı Bir Duyguydu, Duygusal Bir Akıl Değil

Tiyatro denince, yaygın olarak çadır tiyatrosunun anlaşıldığı bir dönemde, Sevda Şener, çok isabetli bir kararla, tiyatro bilimi alanında çalışmaya başlamıştır. O ak saçlı bir bilim insanı olduğunda, tiyatro da saygın bir konuma yükselmiştir. Şener ve meslektaşları ömürlerini bu uğurda harcamıştır ama tiyatroyu da yerden yükseklere çıkarmayı başarmıştır. Tiyatromuzun, bunu yapan üç bilemediniz beş büyük çınarından biriydi Sevda Şener.

Prof. Dr. Sevda Şener, tiyatro bilimi alanında çalışmaya başladığında, tiyatronun okulsuz, eğitimsiz yapılabileceği düşünülüyordu, çoğunlukla. Tiyatro okulları açıldıktan sonra bile, alaylı-okullu ayrımı uzun süre devam etti. Elbette, oyunculuk alanında, Darülbedayi deneyimi yaşanmıştı. Sonradan Hacettepe Üniversitesi’ne bağlanacak olan Ankara Devlet Konservatuarı oyunculuk bölümü açılalı epey zaman olmuştu. Bununla birlikte, oyunculuğun, taklitten ve doğuştan gelen bir yetenekten ibaret olduğu sanılıyordu, çoğunlukla. Tiyatroda dramaturg, eleştirmen, bilim insanı gibi başka bir görev olabileceği düşünülse bile, uygulamada o görevlere karşılık gelebilecek imgeler henüz yok gibiydi. O yalnız tiyatroyla uğraşanlara değil, olabildiğince geniş kitlelere, tiyatronun, akılla kavranabilecek, anlaşılabilecek ve anlatılabilecek bir sanat olduğunu yazı ve konuşmalarıyla kanıtladı. Yeteneği dışlamadı elbette ama tiyatronun öğrenilebilir ve öğretilebilir yanlarının bulunduğunu, bunun da çalışmayla mümkün olabileceğini edim ve söylemiyle ortaya koydu.

Tiyatronun çok yönlü, disiplinler arası bir sanat olduğunu hiç göz ardı etmedi. Bizlere de, sözleri ve edimleriyle bunu hep hatırlattı. Öğrencileri olarak, O’nu yalnız derste değil, tiyatroda, sinemada, resim sergilerinde, edebiyat söyleşilerinde görüp daha çok sevdik ve örnek aldık. Çocukluğundan ve tiyatroya başlamadan önce okuduğu İngiliz Dili ve Edebiyatın Bölümünden getirdiği büyük bir edebiyat birikimi ve yüksek bir edebiyat zevki olduğu anlaşılıyordu. Bunu tiyatroya taşımayı o esnek ve işlek zekasıyla başarmıştı. Çünkü tiyatroyu bir bilgi deposu olarak taşımıyordu. Ondan tiyatro üzerine düşünmeyi ve bilgi üretmeyi öğrendik. Bir hocanın öğrencilerine bırakacağı en büyük miras da bu olsa gerek.

Sevda Şener, cahilliğe ve bağnazlığa karşı aklın zaferi gibiydi. Bununla birlikte, saf bir akıldı, diyemem. Aynı zamanda, duygu yüklüydü. Ama akıllı bir duyguydu. Duygusal bir akıl değil. Aklını yapışkan duygularla sislemez, zedelemez, bulandırmazdı. Berrak bakışını gözyaşlarıyla gölgelemezdi. Öte yandan yalnız gerçekte olan değil, kurmaca olan oyunlardaki her insani durum karşısında bile gözyaşlarını tutamayacak kadar vicdanlı ve erdemli bir insandı.

“Bir Tiyatro Filozofu”

Prof. Dr. Sevda Şener, yazdığı kitaplarla olduğu kadar yetiştirdiği öğrencilerle de, “hocaların hocası” ünvanını çoktan almış olan Sevda Hoca, Prof. Dr. Füsun Akatlı’nın deyişiyle bir tiyatro filozofuydu. Tiyatromuzda hala etkinlik gösterenlerin önemli bir bölümünün, doğrudan ya da dolaylı olarak, hocası olmuştu. Benim gibi doğrudan öğrencisi olanlar çok şanslıdır. Öğrencisi olmayıp kitaplarını, eleştirilerini okuyanlar, konferanslarına katılanlar, onu tanıma fırsatı bulanlar da az şanslı değildir.

Sevda Şener, sayısal zekasını sosyal bilimler alanına taşıyan, bilimsel olmanın yalnız dipnot ve kaynakça belirtmekten ibaret olmadığını iyi bilen ve bunu öğrencilerine de öğreten bir öğretim üyesiydi. Her kitabında, yararlı amaçlar koyan, o amaçlar doğrultusunda akılcı yöntemler seçen ve yöntemleri uygulayarak pırıltılı sonuçlara ulaşan bir bilim insanıydı.

Uzun yıllar, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünü yönetmesine, aynı bölümde çok sayıda ve geniş bir çeşitlilikte ders vermesine, çocuklar, torunlar yetiştirmiş olmasına rağmen, bereketli ömrüne çok sayıda kitabı sığdırabilmiş, dersleriyle, gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarıyla olduğu kadar, kitaplarıyla da tiyatromuza ışık tutmuştur.

Prof. Dr. Sevda Şener’in kitapları, bereketli ömrünün solmaz çiçekleridir. Emeği ve aklıyla büyüttüğü bu ışıklı çiçekler, yolumuzu çok yönlü olarak aydınlatmaya devam edecektir.

Ne mutlu bize ki onu tanıdık. Ne mutlu bize ki o sarsılmaz aklı ve gösteriye dönüştürmediği çalışkanlığıyla bize örnek oldu.

Ondan aldığımız ışığı çoğaltarak, öğrencilerimize, okurlarımıza, seyircilerimize taşımaya devam edeceğiz. Sevda Şener ölmeden ölümsüz olmuştu zaten, 22 Temmuzdaki ölümü onun ölümsüzlüğünü gölgelemeyecek, aklımızda, gönlümüzde hiç ölmeyecek. Sevda Şener her anlamda ölümsüzdür.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hasan Erkek

Yanıtla