Thor’un Kankası, Batman’in Çırağı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

imageHürriyet’ten Ali Tufan Koç’un oyunculuk kariyerini İngiltere’de sürdüren, tiyatro oyunlarının yanı sıra BBC dizilerinde ve ünlü Hollywood oyuncularıyla filmlerde rol alan Türkiyeli Musevi oyuncu Philip Arditti ile yaptığı söyleşinin bir kısmını yayınlıyoruz.

 Türkiye’den kariyerinizi takip eden sormadan edemiyor: “Nasıl oldu da başardı?”

– İngiltere’ye üniversite okumaya gelmemle başladı her şey. İşletme okuluna girdim ama beş-altı ay sonra bıraktım. Benim için dönüm noktası Devlet Tiyatrosu’na girmekti.

Taşınırken gizli ajandanız oyunculuk muydu?

– Oyunculuk liseden düşmüştü aklıma. Ama tiyatro konusunda cahildim. Genco Erkal’ın birkaç oyununa gitmişliğim vardı, o kadar. İstanbul’da kalsaydım belki de ailem istemiyor diye pek üstüne düşmezdim. Burada gelişti biraz. Oyunlar izleye izleye, bu dünyayı keşfede keşfede buldum kendimi.

Aile pek gönüllü değil miydi?

– Ailenin tamamı Musevi Türk. Annem İzmirli, babam Aydın kökenli; doğma büyüme İstanbullu. Cenevre’de doğmuş olmam tamamen tesadüf. “Önce düzgün bir işin olsun da…” mantığındalardı başlarda.

Sayısız dizi, tiyatro, film… Dönüm noktası olan işinizden başlayalım…

– ‘House of Saddam’ dizisinde Saddam’ın oğlu rolünden sonra değişti her şey. Tam da savaş dönemi çıkan bir diziydi. Epey ses getirdi. Aylarca arşiv odalarında yattım, Saddam’ın oğlunu araştırdım. Sancılıydı ama değdi.

Bu yıl da ‘Catch 22’deki performansınızı İngiliz basını yere göğe sığdıramadı…

– Dört aylık bir oyundu. Benim için de yeni, farklı bir roldü. Birkaç kez kitabını okudum. Savaş karşıtı bir duruşu var.

Size sınıf atlattırdı mı?

– Sahne açısından evet. Her gece binlerce kişiye oynuyorsun sonuçta. Daha fazla insana ulaşmama, oyunculuğumu kanıtlamama yardımcı oldu.

“Vay be! Bunun gerçekleştiğine inanmıyorum” dediğiniz bir an?

– ‘Red 2’ filmine dahil olup Helen Mirren, Bruce Willis, Anthony Hopkins ve John Malkovich ile birlikte oynamam sanırım.

Stres yaratmaz mı böyle bir kadroyla sette olmak?

– Hepsi sanki dünyanın en yetenekli oyuncuları değillermişçesine son derece rahat ve komplekssiz. Hopkins, amca gibi bir adam. Sana evlat muamelesi yapıyor, sahnelerinde yardımcı oluyor.

Sıra arkadaşlarınızdan yıldızı iyice parlamış, yürümüş gitmiş kimler var?

Tom Hiddleston (Thor, Avengers) okuldan yakın arkadaşım. Çok çalışkan, çok yetenekli. Hak ettiği yerde. Keza Ben Whishaw (Perfume) da öyle. Bir dönem aynı evi paylaşmışlığımız var.

Pes noktasına geldiğiniz oldu mu?

– Çok. Evden uzakta olmak zor. Türkiye’ye bağlı biri olunca daha da zor geliyor. ‘House of Saddam’ sonrası ciddi ciddi düşünüyordum. Şüphelerim de vardı bir yandan. İnsan ister istemez geldiği yere dönmek istiyor bir noktadan sonra. Her zaman aklımın köşesinde olan bir soruydu. Geldim ‘Son’ dizisinde rol aldım. Biter bitmez Reha Erdem’in ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’ına başladım. İyi işlerin nereden geldiğine bağlı ama Türkiye’ye dönmek benim için her zaman masada olan bir konu. Hep Türkiye’de bir dizi yapmak istiyordum. Yaptım, hâlâ da isterim!

 Göçmenlik ruhu baki mi?

– Ne kadar kalsan da çalışsan da hiçbir zaman tam ‘buralı’ olamıyorsun.

İsimden yırtıyorsunuzdur ama…

– İstanbul’dayken başıma dertti. Uzun uzun ailemi, özbeöz Türk olduğumu anlatmam gerekiyordu. Buraya gelince avantaja dönüştü tabii. Türk olduğumu anlatmaya çalışmak hayatımın hikâyesi.

Sırada ne var?

– Sekiz bölümlük bir BBC dizisi ‘Honorable Woman’da büyük bir rolüm var. Londra’da yaşayan İsrailli bir kadın gözünden İsrail-Filistin hikâyesi. Heyecanlı, büyük bir iş.

Gezi zamanı İstanbul’daymışsınız. Tesadüf müydü?

– Olaylar başlarken ben ‘Strike Back’ diye bir dizi için Budapeşte’de çekimdeydim. Baktım herkes Gezi’ye çıkmış, ilk uçakla İstanbul’a bastım. Hayatımın en güzel günleriydi. Gazımızı da yedik göbeğimizi de attık.

Ne kadar kaldınız?

– Yaklaşık bir hafta. Hrant Dink’in yürüyüşünden sonra ilk defa insanların yüzünde ‘yalnız değiliz’ ifadesini görmek mutluluk vericiydi. Mesele de bu değil mi zaten? Yalnız olmadığını bilmek. “Bizim de bir sesimiz var” diyorsun.

Dönüş yolunda, uçak koltuğunda neler geçiyordu aklınızdan?

– Uçuyordum heyecandan. Uzun süre kendime gelemedim.

Londra’da nasıl yankılandı tüm olan biten?

– ‘London Gezi’ diye bir forum kurulmasına öncü oldum. Eylemler, toplantılar düzenledik. Neler yapabiliriz diye kafa yorduk. Her şey kendiliğinden gelişti zaten. İstanbul’dan döndüğümde herkes buluşmaya hazır gibiydi.

Kaç kişiydiniz? Neler çıktı forumlardan?

– Çekirdek ekip 100 kişiydik. Amacımız “Türkiye’de sesi kesilmiş, sesini arayanlara nasıl yardım edebiliriz?” sorusuna cevap bulmaktı.

Devam ediyor mu hâlâ?

– Ben yaz sonunda bıraktım ama grup toplanmaya devam ediyor. Miadımı doldurdum, forumlar da yoruldu zamanla. Politikacı değilim. Ana ilgi alanım bile değil. Politik bir sebepten dolayı yapmadım o forumları. Gezi’de güzel olan şey sanattı, yaratıcılıktı, kalplerin birbirini bulmasıydı zaten.

Hürriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.