Bir Tiyatro Eleştirmeni Gibi Düşünmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri/ Alison Groggon, görünmez olun, izleyin dinleyin ve hissedin diyor.

Island, kış 2014, Çeviri: Ata Berk Akşit

Image-by-Ronald-Searle-The-Dramatic-Critic-from-The-Rakes-Progress-1955-courtesy-the-British-MuseumKaynak: Ronald Searle, ‘The Dramatic Critic’ , The Rake’s Progress, 1955 / British Museum

Başlangıçta hiçbir şey düşünmemelisiniz. Gösterinin yapılacağı yere gelirsiniz. Burası bir tiyatro sahnesi, bir baraka veya bir yeraltı otoparkı olabilir. Işıklar kısılır, seyirci susar ve farkında olmadan nefesinizi tutarsınız. Bu ritüel tamamlanınca yeni bir şey başlamak üzeredir.

Daha önce okuyup bir sürü farklı yorumunu izlediğiniz için oyunun içini dışını biliyorsanız bile az sonra ne olacak hiçbir fikriniz yoktur. Çünkü her seferinde farklı olacaktır.

Bir gurup insan; günler, haftalar, aylar veya yıllar boyunca az sonra göreceğiniz oyunu hazırlamıştır. Bir tiyatro oyunu, birçok başka nedenden yaratılıp, bir çok başka süreçten geçip, bir çok başka şekilde önümüze çıkar. Nasıl yapılırsa yapılsın bir seyirci önünde sergilenir. Tiyatro, onu yaratanların –yani oyuncuların, yazarların, yönetmenlerin, tasarımcıların ve sahne arkasında çalışanların- bilinmezle, yani seyirciyle karşılaşması sonucu olur. Seyirci sizsinizdir. Oyun hakkında ne düşündüğünüzü bilmezler. Hatta siz de ne düşündüğünüzü bilmezsiniz.

İzler, dinler ve hissedersiniz. Eğer bir eleştirmenseniz, izleyebildiğiniz kadar dikkatlice izlemek sizin işinizdir. Dili ve onu telaffuz eden sesleri dinler, önünüzde hareket edip bir ilişkiden ve boşluktan anlam çıkartan bedenleri izlersiniz. Oyuncuların sesini kucaklayan ambiyansı dinlersiniz. Müzik olabilir, ortam sesi olabilir. Ya da o kadar sessizdir ki oyuncunun aldığı her nefesi ve attığı her adımı duyabilirsiniz. Sahnenin şekline bakarsınız. Dekor ve ışıklandırmanın ne ifade ettiğine, sahne kurulumunun seyirciyi, yani sizi ne kadar içine çektiğine ve ilişkinizi nasıl kurduğuna dikkat edersiniz. Bedeninizi oyunun ritmine, diline, renklerine ve önünüzde bir anlam kazanan hareketlerine teslim edip, önünüzde şekillenen çalışmayla bir ilişki kurarsınız.

Belirlenen sürede oyun biter. Bu süre yirmi dakika da olabilir, on iki saat de. Siz, yani seyirci, bu geçen süre boyunca oyunu deneyimlersiniz. Aynı oyunu aynı yerde bir daha izlemeye gelseniz bile aynı deneyimi bir daha yaşayamayacaksınızdır. Artık oyun, geçmiş zamandadır ve hafızanıza yerleşmiştir. Eğer yeterince dikkatli izlediyseniz, şu anda aklınızda karma karışık bir bilgi kütlesinde bulunan birçok küçük detay fark etmişsinizdir. Oyunun hemen sonrasında bir tepkiniz olur. Belki sevmişsinizdir, belki nefret etmişsinizdir, belki vasat bulmuşsunuzdur, belki sıkılmışsınızdır veya o kadar heyecanlanmışsınızdır veya üzülmüşsünüzdür veya şaşırmışsınızdır ki konuşamazsınız.

Bunlar çok da önemli değil. Henüz bir eleştirmen değilsiniz.

Oyunun hatırasını eve götürüp kurcalamaya başlarsınız. Deneyiminizi kelimelere çevirmeye çalışırsınız. Tiyatrodayken şimdiki zamanda yaşıyordunuz. Artık o bitti. Artık siz ölü kaldırıcısınız, kelimeler de sizin neşteriniz. Artık kitapları masanın üstüne koymanın zamanı gelmiştir. Oyunu bir daha okumak isteyebilirsiniz ya da hakkında yeterince bilginizin olmadığı konularda performansların tarihini araştırabilirsiniz. Belki de İngiliz krallarının tarihini, köpek kızaklarını veya 2014 yılında Bangladeş’teki kıyafet fabrikalarında neler olup bittiğini araştırabilirsiniz. İnsanlar her konuda tiyatro yapabiliyor. 1954 yılında yazılmış bir eleştiri yazısından bir cümle hatırlarsınız. Çok sevdiğiniz ve duruma uyan bir şiir aklınıza gelir. Gördüğünüz her şeyin biçimini düşünürsünüz ve şuanda içinizde yaşayan bu deneyime nasıl bir katkıda bulunduklarını değerlendirirsiniz. Bütün bunları aklınızda dolandırırsınız.

Kimi deneyimleri kelimelere dökmek daha kolaydır. En zorları da sizi en çok etkileyen, oyun bittiğinde yas duygusu hissettirecek kadar derinden yakalayan oyunlardır. Bilirsiniz ki hangi kelimeleri kullanırsanız kullanın, yazacağınız yazı asla orada olma deneyimiyle bir olmayacaktır. Eğer gösteri sizi sinirlendirdiyse, kandırılmış veya hayal kırıklığına uğratılmış hissediyorsanız neden böyle olduğunu bir düşünürsünüz. Bunu cümlelere dökersiniz ve bu cümleleri hatırladıklarınızla sınarsınız. Bu doğru mu? Bu tutarlı mı? Fakat daima şu anki emeğinizin geçmiş hali olan hatıranıza danışırsınız.

Hata yapacaksınızdır. Herkes yapar. Ama olabildiğince az hata yapmaya çalışırsınız. Oyunu izlerken hissettiklerinize sadık kalmaya çalışırsınız.

Yazacağınız yazı, nasıl yayınlanacağına göre şartlandırılır. Günlük bir gazete için 400 kelimelik bir yazı da olabilir, yıllar önce izlediğiniz oyunları hatırlamanızı talep eden bir tiyatro dergisi için 5000 kelimelik bir yazı da.

Bu bir cevap olacaktır. Cevabınıza, tiyatroya getirdiğiniz her şeyi katacaksınız: dikkatinizi, bilginizi, tecrübenizi, duyarlılığınızı, hayatınızı. Bilirsiniz ki tiyatroya ne kadar az şey getirirseniz, yazınıza da o kadar az şey katarsınız. Kendi fikriniz umurunuzda değildir. Herkesin bir fikri vardır. Dikkatini oyuna vermeyen, cevaplarını önyargılarından veya kibrinden veya cehaletinden çıkartan bir eleştirmen olmak istemezsiniz. Bütün vücuduyla, şimdiki anda ve geçmişte düşünen bir eleştirmen olmak istersiniz.

Görünmez olmak istersiniz. Yazarsınız.

Paylaş.

Yanıtla