Tiyatro Oyun Kutusu’ndan Ilımlı Bir ‘In-Yer-Face’ Örneği: ‘O Yüz’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Geçtiğimiz iki sezon boyunca İzmir’de hem de kapalı gişe oynanan Tiyatro Oyun Kutusu yapımı  “O Yüz-That Face”, bu sezon İstanbul’da, salı günleri BO Sahne’de sahnelenmekte. In-Yer-Face hareketinin başladığı Londra’nın ünlü tiyatrosu Royal Court’un genç yazarlarından Polly Stenham (1986)’ın tüm dünyada oynanan ve bol bol ödül alan bu oyununun Türkiye’de ilk kez İzmirli bir tiyatro grubu tarafından oynanması bana (nedense) hayli ilginç gelmişti.

“Bravo gençlere”, demiştim.

Sierz Diyor Ki…

Oyunu izledim, sonrasında kendime sordum: Dedim ki: “‘In-Yer-Face’in genç yazarlarından Polly Stenham yazdı diye, oyunun türe birebir uyması gerekli mi?

Eve geldim, açtım okudum, Aleks Sierz, “Suratına Tiyatro (Mitos-Boyut Yayınları, Selin Girit çevirisi-Ekim 2009)” başlıklı kitabında (Sayfa 21), şöyle diyordu: “… Tiyatro nasıl bu denli şoke edici olabilir? Temel neden canlı olmasıdır. Tabular bireysel tenhalarda değil gözler önünde yıkılır. Gerçek zamanda, gerçek kişilerin sizden yalnızca birkaç metre uzaklıkta canlandırdığı oyunu izlerken, sadece tepki verdiğinizi görmekle kalmaz, diğer insanların da tepki verdiklerini ve sizin tepkilerinizin farkında olduklarınızı bilirsiniz. Yalnız başına okurken tahammül edilebilir bulduğunuz konular, kamuya açık alanda gösterilince birden çok heyecan verici olabilir. Cinsellik gibi kişisel konular, sahne üzerinde utandıracak kadar özel ve gizli şeyler olarak durabilir. Bir oyun metnini okurkenki mesafeli duruşla kıyaslandığında, cüretkâr bir oyunu karanlıkta, bir grup insanla çevriliyken izlemek etkileyici bir deneyim olabilir…”

Evet, böyle diyordu Sierz.

Bir Dönüm, Hatta Zirve Noktası

Kestirmeden söyleyeceğim şu ki: Saatman, “O Yüz”ün şoke edici temasını kanlı canlı sahneliyor. Yıkılması gereken tabuları bireysel tenhalarda değil, izleyicinin gözleri önünde yıkıyor. Oyun gerçek zamanda, gerçek kişilerce, yalnızca birkaç metre uzağınızda gerçekleşiyor. Kimi tablolar izleyene birden çok heyecan veriyor. Yani oyun tam bir “in-yer-face” değil belki, ama pekâlâ “in-yer-face” motifleri içeriyor. “O Yüz”, metin olarak da kim ne derse desin Sarah Kane’in “Blasted” başlıklı oyunundan, Ravenhill’in ezber bozan “Alışveriş ve S***ş”inden sonra bana göre yirmi birinci yüzyıl tiyatrosu için kendi türü içinde bir dönüm noktası oluşturuyor.

Bana sorarsanız, Polly Stenham “In-Yer-Face”in “sahnede özellikle yapılmaması gerekenleri”ni bu kere bilerek uygulamamış. Örneğin, cinselliği sizin-benim bilmediğimiz ya da bilip de dışa “faş” etmediğimiz boyutlarına isteyerek indirgetmemiş. Şiddeti, korkutucu bir biçem içinde anlatmak istememiş. Kimileri  muhtemelen yönetmenin cımbızına yakalanmış yakası açılmamış küfürleri fazla kullanmaktan kaçınmış. Sanki sulusepken cinsellik, çıplaklık, tüyler ürperten şiddet olmaksızın da in-yer-face yapılabileceğini kanıtlamaya çalışmış.

Stenham’ın Çatı Kuruşu

Stenham, oyunun çatısını hızla geçilen ve seyirciyi şaşırtan tablolardan oluşturmuş, Serdar Saatman ise bu atlama sıçramaları bir güzel sıraya koymuş. Hatta giderek, kara komedi ile çirkinliği kafa kafaya vurdurtmuş. Hafiften gülümseterek seyirciyi avucunun içine oturtmuş, sonrasında yaşanılan olayın acımazlığının ortasına koymuş. Her şeyden önce, Stenham’ın önemli oranda gevşek, haydi bir adım daha öne gideyim, neredeyse gelişigüzel diyebileceğimiz anlatımını tematik bütünlüğe kavuşturmuş. Stenham’ın peş peşe anlattıklarında etkileyici özellikler yakalamış, iç dinamizmi yaratmış, sonuç itibariyle kutlanacak bir iş çıkarmış.

Işınsu Ersan’ın sahne düzeni “eh” kıvamında.

Kimin olduğunu bilemediğim ışık tasarımında da eleştirilecek pek bir yan yok.

Ahmet Gökhan Biçer’in çevirisi de iyi.

Oyunculuklar
Oyuncuları mercek altına almadan önce, Serdar Saatman’a, yazılı metinde 14 yaşında olduğu ifade edilen Alice karakterinde Reyhan Taşkınlar’ı yeniden gözden geçirmesini önereceğim. Taşkınlar’ın fiziksel varlığının oyunun final tablosunu da yanlış yoruma götürdüğünü açık yüreklilikle söyleyeceğim.

Diğer taraftan, Gonca Altıntaş’ın Izy karakterine uyumu için kendi fiziksel parçalarını daha iyi tanımasını, kendi kişisel envanterini bir usta nezaretinde çıkarttıktan sonra yoluna devam etmesini isteyeceğim.

Mia’da İrem Deniz’in, “Tamam mı” yerine “Taam mı” dememesi koşuluyla performansını beğendiğimi ifade edeceğim.

Martha’da Zeynep Nutku’nun ve Hanry’de Yarkın Ünsal’ın oynarlarken, öncelikle bir eylem gerçekleştirmesini bilmelerini öveceğim.

“Eee, ne var bunda? Bu söylediğin, oyunculuğun abc’sinde var,” demeyin lütfen.

İzleyin, bana hak vereceksiniz.

Nutku ve Ünsal, gerçekleştirdikleri eyleme bir neden de yaratabiliyorlar.

“Ne demek” mi?

Yani karakteri bir güzel gerekçelendiriyorlar.

Gerekçe olarak yarattıklarından heyecanlanıyorlar, heyecanlarını devindiriyorlar, eylem ve duyguyu karaktere yamamıyorlar, karakterin içine sindirtiyorlar.

Yaşamda gözlemledikleri unsurları ele alarak, olağan koşullar altında kişisel yaşamlarında başvurmadıkları, başvurmayı akıllarından bile geçirmedikleri nitelikleri oyunculuklarına katabiliyorlar.

Sahnede yaşananların yarattığı gerilimi besliyorlar.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla