Her Şey Eşit Bir Dünya İçin

Pinterest LinkedIn Tumblr +

downloadÖzlem Özdemir’İn Genco Erkal ile “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyununu yeniden sahneye taşıması üzerine yaptığı söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz. 

Fuayede oturan bir hanım usulca sesleniyor ve diyor ki: “Ben bu oyunu ortaokuldayken izlemiştim sizden, elli yıl sonra yeniden seyretmeye geldim, ne kadar hoş bir his olduğunu anlatamam…” Genco Erkal, 50 yıl sonra hem onun hem Türkiye’nin ilk tek kişilik oyunu ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni yeniden sahneliyor. Hem kendine bir yolculuk bu hem kuşakları buluşturmak… Erkal ile oyunu ve insanı konuştuk…

İlk kez 27 yaşında oynadığınız oyunu 50 yıl sonra yeniden oynuyorsunuz. Nasıl hissettiriyor?

Çok tuhaf. Benim bazı yazarlarım var. Nâzım Hikmet, Bertolt Brecht, Aziz Nesin… Bu isimlere doyamıyorum. Özellikle Gogol’un bu oyunu. İçimde ‘hep artık bu yaştan sonra da oynanmaz, vaktinde yaptık, geçmişte kaldı’ diyen bir tarafım vardı, bir tarafım da, bak 50. yıl, kutlama gibi yeniden oyna’ dedi.

Yıllar sonra Genco Erkal ile buluşmak olduğunu da söyleyebilir miyiz?

Çok olgunlaştığımı görüyorum, o zaman dünyadan haberim yoktu. Oyunun bir sürü tarafını yıllar sonra anladım, daha derine indiğimi söyleyebilirim. Klasik oyunların evrensel bir tarafı olduğu için her dönem her ülkeye seslenecek bir yanı da var. Her dönemin gözüyle yeniden okumak. O bakımdan sevgiliye kavuşmak gibi bir şey oldu doğrusu.

O halde oynadığınız karakteri de özlemişsiniz?

Çok özlemişim. Bu sefer kullanmıyorum ama 50 yıl önce kullandığım deftere bakıyorum, bugün 3 Ekim yazdığım sayfayı açıyorum, önümde… Onlara bakıyorsun, o günleri anımsıyorsun. Bir yandan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST), bir yandan Altındağ’da bir ilkokulda yedek subaylığımı öğretmen olarak yapıyorum, sabah erken gidip hocalık yapıyorum, dönüyorum ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’ oyununun provalarını yapıyorum, akşam da ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynuyorum. Hayatım o zaman da koşturmaca…

İlk oynadığınızdaki yorum ile sonraki yorumlar arasındaki farklar neler?

Hepsi ayrı dönem, ayrı insanlar. Birinci dekoru Osman Şengezer yapmıştı, ikinciyi Metin Deniz yaptı. Üçüncü ve dördüncüyü ise Duygu Sağıroğlu. İlk iki prodüksiyonda Rus bestecilerden müziği ben derlemiştim, üçüncü yorumda buna özgün bir müzik yaptırmam lazım dedim. Mete Sakpınar ile çalıştık ve bu oyunda da dekoru nasıl yenilediysek o da bu yorum için müziği yeniden yorumladı. Benim ikinci mesleğim psikologluk. Metne ilk yaklaşımım psikolog gözüyle oldu, paranoya ağırlıklı bir şizofreni vakası nasıl olur üzerine okudum, Bakırköy Akıl Hastanesi psikiyatri kliniğindeki hocalarla ve hastalarla konuştum. İkinci yaklaşım 68 olayları zamanıydı, Avrupa’da kıyamet kopuyor, ben de o sırada yurt dışındaydım, Berlin, Prag, Paris, Milano, Londra politik tiyatroyla yatıp kalkıyor, Brecht çok oynanıyor vs. Benim ikinci yorumum da daha Brecht’çi bir yorum oldu.

Toplumsal gerçekçi metinlere yönelişiniz o dönemlere denk geliyor diyebilir miyiz?

Evet. Türkiye’de politik tiyatronun anası bence Arena Tiyatrosu’dur. Onun içinden AST doğdu çünkü. Ben başından itibaren bu akımın içindeydim. İlk ‘Aslan Asker Şvayk’ı Arena Tiyatrosu’nda birlikte yaptık. Sonra onlar Ankara’ya taşındılar, ben ailevi nedenlerden dolayı taşınamadım. Engin Cezzar-Gülriz Sururi Tiyatrosu’nda çalıştım. ‘Keşanlı Ali Destanı’, Güngör Dilmen’in ‘Midas’ın Kulakları’ gibi birçok oyun yaptık. Sonra Ankara’ya gittim ve bu çizgiyi devam ettirdim. ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’nden sonra Brecht’in ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’, ertesi yıl ‘Durdurun Dünyayı İnecek Var’ geldi. Sonra bir yıl yurt dışına gittim. Dönünce Dostlar Tiyatrosu’nu kurduk ve o çizgi bizde devam etti.

Türkiye’nin bu dönemleri de, sizin derdiniz de bitmiyor. Hiçbir şey değişmiyor mu?

İktidarlar değişiyor ama sanatın üstündeki baskı ve kadir bilmezlik değişmiyor. Atatürk Kültür Merkezi’nin, Karaca Tiyatrosu’nun, Emek Sineması’nın yok edilmesi, şimdi Ankara’daki salonlar…  Otel, alışveriş merkezleri, rezidanslar filan önemli. Düşünürsen sadece kültür alanında değil her açıdan böyle, doğaya da saygıları yok.

Tek kişilik oyunlara devam etme sebebiniz gişe geliri yetersizliği mi?

Bu tür benim bir özelliğim oldu. Seyirciyle sanki daha başka tür bir buluşma oluyor aramızda. 65’ten on yıl sonra ikinci tek kişilik oyunumu, Nazım’dan ‘Kerem Gibi’yi yapmak, şiirden nasıl tek kişilik oyun yapılır konusunda bana ufuk açtı.

Oyuna dönersek, 9. derece bir devlet memurunun aşağılanmaktan deliliğe varan öyküsü diyebilir miyiz?

Özellikle yalnızlık ve yoksulluk üzerine bir oyun diyebiliriz. Yoksul ve yalnız bir dünyada haksızlıklara isyan ediyor, onun isyanı da başka bir dünyaya kaçmak şeklinde oluyor, İspanya’ya doğru…

Oyunun asıl eleştirisi sınıf eleştirisi midir?

Tabii ki. O zaten hep onu söyler: ‘İnsanlar arasındaki bu sözde ayrımlar niçin çıktı, ben de insanım, niye zenginler ve yoksullar var? Niye ben en alt derecede memurum da başka bir şey değilim?’ diyor. Oyunun ana fikri hep bu ayrımlar üzerine.

O repliği ben size sorsam, niye bu ayrımlar var? Bunları yaratan da insan bundan şikayetçi olan da…

İnsanların varoluşundan bu yana olan bir problem bu. Tarih zaten sınıf mücadeleleri üzerine kurulmuştur ve bütün toplumlar bunu nasıl çözeriz diye uğraşmışlar. Hâlâ sınıflı toplumlar içindeyiz. Herkesin emeğinin karşılığını aldığı, barış içinde birlikte yaşadığı, ezen ve ezilenin olmadığı bir dünyayı özlüyoruz.

İnsan malzemesinin hangi defosundan kaynaklı bu?

Güçlü olanlar ve güçsüz olanlar var. Kurnaz olanlar ve olmayanlar var. Güçlüyse ya da kafasını bu işlere çalıştırıyorsa insanların elinde ne varsa çekip alıyor, bakın ortalığa göreceksiniz…

Bu ayrımcılığın ülkemizde yoğunlaştığını düşünüyor musunuz?

Ayrımcılık hep var. Azınlıklar, kadın sorunu bunlar hep var, yıllar boyunca ezilenler kendi haklarını mücadele ederek kazanmışlar. Kadınların mücadelesine bakın, feminizm diye bir hareket var. Kimse size buyur hakkını al demiyor. İşçiler de öyle. Cinsel olarak azınlıkta olanlar da öyle. Hepsi devamlı mücadele ederek haklarını kazanmak durumunda kalmışlar. İnsanlık ilerliyor, o idealimizdeki herkesin haklarının eşit olduğu, barış içinde bir dünya için mücadele edeceğiz.

Oynadığınız karakter dünya ağır geldiği için kendine bir gerçek yaratıyor. Bizim yaşadığımız gerçekler de oldukça ağır, delirdik farkına varmıyor olabilir miyiz?

Onunki bir çeşit isyan ama bir yandan da bir kaçış. Biz kaçmıyoruz, birebir mücadele içindeyiz. Bir sürü insan yılıp gidiyor Bodrum’da yaşıyor, gazete bile okumuyor. Tamam, kabul etmemek belki bu da ama bir yandan kaçmak… Yapabildiğiniz kadar mücadele edeceksiniz, ben de tiyatroyla ne yapabilirsem yapmaya çalışıyorum, onun dışında da diğer mücadelelere destek vermeye çalışıyorum.

Son olarak ilk oyundaki seyirciyle bugünkü seyirci arasında fark var mı?

Bu oyunu anneannem, annem, ben ve benim kuşağım, kızım izledi ve şimdi torunlar izliyor; beş kuşak yapıyor. Gençlerin geliyor olması benim için çok büyük mutluluk. Gençler niye tiyatro izlemiyor derken son yıllarda izleme oranları arttı. Gençlerin Nazım’ı, Brecht’i, Marx’ı benimle tanımaları çok büyük mutluluk. Bu da bana gençlik aşısı oluyor…

***

YAZIK OLDU O OYUNA, OYSA KAÇ SENE OYNARDI

Sizin Çağdaş Sahne’de Mehmet Ulusoy’la yaptığınız ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ klasik Brecht sahnelemesi dışında, dekor olarak sokak tiyatrosunun ögelerini kullanmış ve çok ses getirmiş.

O Mehmet’in daha evvel Paris’te yaptığı bir yorumdu.  Oynamak için izin almak büyük mesele. Mehmet’in tiyatrosu telif hakları için başvuruyor, Brecht’in varisleri gelip provaları göreceğiz, beğenirsek izin veririz diyorlar. Mehmet’in de beğenmeyecekler diye ödü patlıyor. Onunki grotesk tiyatro, Metin Deniz dekoru yapıyor, Kuzgun Acar maskları yapıyor, fantastik bir çalışma. Bazı sahneleri ezberlemişler, dekorun hepsi bitmemiş ama bir bölümüne hazırlanıp onları davet ediyorlar. Almanlar önce gayet ciddi bir şekilde izlemişler ama bir süre sonra Mehmet bakmış yüzleri gevşemiş, çok beğenmişler provayı, tamam yapabilirsin demişler. Yıllar sonra biz aynı prodüksiyonu İstanbul’a getirdik. Çok da güzel bir kadro yaptık, baya ses getirdi. Ne yazık ki 12 Eylül oldu, sokağa çıkma yasağı başladı, akşamüstü 6’ya alalım dedik ama kimsenin tiyatro düşündüğü yok, kıyamet kopuyor. Yazık oldu o oyuna, oysa kaç sene oynardı…

***

ŞİMDİ TEKST İSTİYORLAR

Mesleksel anlamda sıkıntılarınız aynı mı?

12 Eylül ya da 12 Mart’ta tekstleri istiyorlar, şunları söylemeyeceksin diyorlardı. Bugün bu kadarı yok çok şükür, henüz diyorduk. Ama geçen yıl 17 tiyatro Gezi’ye destek verdikleri, muhalif oldukları için toptan cezalandırıldı. Böylece başkalarına da gözdağı verildi. Eskiden tekst istenmezdi destek verilmeden önce, şimdi isteniyor. Geçen sene ben bu oyun için başvurdum verilmedi. Biz de itiraz ettik karardan dolayı. Mahkeme bizi haklı buldu ama Kültür Bakanlığı bunu temyiz etti, bu sene yine başvurdum, güya mahkemelik olan tiyatrolara teknik açıdan verilmiyor diye bir haber çıktı geçenlerde. Resmi bir şey yok henüz ama yine bize verilmeyecektir.

Birgün

 

 

Paylaş.

Yanıtla