Tiyatro Bisiklete Binmek Gibidir, Unutulmaz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

erdalİlker Gezici’nin 18 yıl sonra ‘Hoşgeldin Boyacı’ adlı oyunla tiyatroya dönen Erdal Özyağcılar ile yaptığı ve Sabah’ta yayımlanan söyleşinin bir bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz. 

Özellikle bu oyunu seçmenizin sebebi nedir? 

Belli bir sebebi yok; komedi oynamak istedik. Tiyatro Martı’nın kadına şiddeti içeren sosyal sorumluluk projesi niteliğinde bir oyunu daha var. İkinci oyunumuz komedi olsun dedik.

Oyunda, boyacı olarak girdiği evde ev sahibi kadının yaşadıklarına tanık olan ‘Walter’ın komik hikayesini anlatıyorsunuz. Konusu itibariyle sizi çeken şey neydi?

Adamın oyunculuğa meraklı olması, oyuncu olmak isteyen 50 yaşını geçmiş bir boyacı olması bana çok cazip geldi. Oyunu Türkiye’ye adapte etseydik, adım Süleyman olsaydı biraz burun kıvırırlardı. İngiliz olduğu için rahat rahat seyrediliyor. Bizde ayıp olan, onlarda meşru. 

PROVA YAPACAK SALON YOK 

Kızınız Tiyatro Martı’yı geçen sene kurdu. Hep istediğiniz bir şey miydi tiyatro kurmak?

Ben kızımın çalışanıyım. Ailede herkes tiyatrocu olunca, tiyatro kurmak doğal bir sonuç oldu. Gönül isterdi ki yerleşik bir tiyatromuz olsun ama o çok kolay olmuyor. Biz bu oyunu sahneye koyacağımız zaman bile çok sıkıntı oldu.

Ne gibi?

Bu oyuna geçen sene başladık. 1.5 ay Bodrum’da 25-30 prova yaptık. Ama İstanbul’da prova yapacak mekan bulmakta zorlandık. Uzun süre Saint Michelle Lisesi’nde prova yaptık. Zeynep, o okulda tiyatro kolu başkanıydı. Akşam 4’te girip gece 10’da çıkıyorduk. Onlar olmasa prova yapamayacaktık.

Bu konuda ne yapılması lazım sizce?

Kültür Bakanlığı, belediye ve vakıfların atıl yerlerini tiyatro salonu haline getirmeli. Bunun başka çaresi yok. Yedi atıl binayı, tapu bilgileriyle Kültür Bakanlığı’na yolladım, sonuç çıkmadı.

18 yıl sonra sahnelere dönmek ne hissettirdi size?

Bu, bisiklete binmek gibi bir şey; unutulmuyor. Bu süreçte çok dizi yaptım, hiç boş durmadım.

Diziyle tiyatro sizin için farklı değil mi?

Tiyatro er meydanıdır derler ama benim için ikisi de aynı. Tek fark, seyirciyle göz göze oynamak. Onun dışında süreci, heyecanı, yüreği, hepsi aynı. Ha dizi, ha sinema, ha tiyatro. Oyuncu oyuncudur; öbürü terbiyesizliktir.

Hangisi o?

‘Ben tiyatro yaparım, diziyi de şöyle bir bakar, gider oynarım’ diyenler… Olmaz, ayıp! Sana gelen seyirci dizini de seyrediyor, filmini de. Seyirci seni her yerde seyrediyor; senin hakkın ve haddin değil, birinden diğerini ayırmak. Oyuncu her yerde oyuncudur. Eğer o doluluğu varsa, onu her yerde boşaltır.

Siz dizilere biraz daha fazla ağırlık verdiniz sanki…

Evet, 28 yıldır non-stop dizi yapıyorum. En uzun süreli dizi yapan oyuncu benim. ‘Bizimkiler’den önce Atıf Yılmaz’ın çektiği, Aziz Nesin’in ‘Seyahatname’sinde oynamıştım beş bölüm. ‘İş İştir’ ve ‘Hayatım Roman’ gibi beş-altı bölümlük başka dizilerim de var. Dizilerde çalışmayı çok seviyorum, bayılıyorum.

Dizi için daha yorucu derler aslında…

Tiyatro daha yorucu bence. Provalarda “Beni setime gönderin, ben orada çok rahattım” diyordum. Valla ben rahatım dizilerde. Sabah 4’te kalkılıyormuş diyorlar, kalkayım hiç sorun değil. Ona göre uyuyorum çünkü. Arada karavanım olur, ona girer otururum sıcacık. Öğlen yemeğim önüme geliyor. Burada öyle değil ki.

Yönetmen Arif Akkaya yordu mu sizi?

Eli kırbaçlı bir yönetmen; muma çevirdi bizi. Bayılıyordum bir ara; elim ayağım tutmadı. Sekiz saat prova yaptığımız oldu. Oyun çıkarmanın gerginliği de var tabii; dizi gibi değil. Dizide ezberini yap çık oyna, beğenmezsen bir daha yaparsın, montajda bir şekilde hallederler. Tiyatroda çırılçıplaksın.

Devamı için tıklayınız.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.