Yazıcıoğlu, Yekta Kopan’ın Sorularına Cevap Verdi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

erhanyaz[Yekta Kopan 24 Aralık Çarşamba günkü Radikal gazetesindeki yazısında Erhan Yazıcıoğlu’na Şehir Tiyatroları’nda sansür iddiaları ile ilgili on soru sormuştu, sorularına Yazıcıoğlu’nun verdiği yanıtları bugünkü köşeyazısında paylaştı.]

1-Oyun süresinin uzunluğu ve seyircilerin evlerine gitmekte zorlanma ihtimali provalar sırasında saptanamaz mıydı? Sezona yetişmek uğruna acele etmenin sonuçları öngörülemez miydi?

İçinde tuluat tiyatrosunun en önemli temsilcilerinden birinin rol aldığı ve asal metin üzerine yaptığı eklemelerle oyunu geliştirip değiştirme olanağı bulduğu bu ve benzeri oyunlarda (örneğin Lüküs Hayat); oyunun seyirci ile buluşmasında pek çok gelişme ve değişme olur. Bu oyunda da gördüğümüz ve “uzama” diye adlandırdığımız durum da benzer sebeplerle gelişmiştir. Göreve gelinen tarihten itibaren olabildiğince hızlı bir şekilde sezon hazırlıklarına başlamak durumunda kalınan günlerde, oyunun son anda seyirci karşısına çıkmak durumunda kaldığı doğrudur. Bunun sebebi göreve taze gelmiş olmanın “acemi”liği ve zaman kısıtının getirileriyle acil kararlar verme zorunluluğudur. Zira, sıkça dillendirdiğimiz üzere, geç kalınmış bir yüzüncü yıl kutlamaları ve üzerine çöken atalet nedeniyle mutsuz ve umutsuzluğa sürüklenen kurum sanatçılarımız için de bir an evvel hareket geçmemiz gerekmekteydi. Kaldı ki tiyatrocuların bildiği bir gerçek olarak, her oyun ilk gösterim tarihinden sonra gereken lüzum üzerine provaya yeniden girebilir. Bunun nedenleri seyirciyle buluşmasında karşılaşılan “hesaplanmamış” durumlar da olabilir, gelen eleştirilere kulak vermek de olabilir. Tiyatroyu diğer sanatlardan ayıran da tam budur. Yani bir resmi yeniden yapmayabilir, bir filmi elden geçirmeyebilirsiniz ancak; sergilenmekte olan bir oyun her gösteriminde yenilenir ve seyircisinden aldığı tepkiler nispetinde değişikliğe gidilebilir. Eğer herhangi bir oyun için, ilk gösterimi ile yüzüncü gösterimi arasında fark yok denirse, bu sanatın doğasını yadsımış oluruz. Burada yadsıdığımız sadece mesleğin doğası olarak da kalmaz. Seyirciyi de eleştiri kurumunu da yadsımış oluruz. Seyirci alkışı, -komediler özelinde- gülmesi ile oyun sırasında tepkisini verirken, eleştirmen de yazdığı eleştirilerle tepkisini gösterir ve hem gördüğü olumlu ve olumsuz noktaları kendi görüşüyle ortaya koyar hem de bunların nedenlerini açıkça dillendirir. Oyunun ve tiyatronun sanatsal sorumluları da, yani bu örnekte oyunun yönetmeni ve kurumun genel sanat yönetmeni de, gördükleri gereklilikler üzerine süreç içinde bir araya gelip özellikle oyunun, oyuncunun ve seyircilerin değerini korumak adına bir takım değişikliklerde bulunabilirler. Zira oyunun ve kurumun sanatsal sorumluluğu öncelikle Genel Sanat Yönetmeni’ne aittir. Ve sanatsal değer saptaması da onun ve yardımcılarının sorumluluğundadır. Bir binanın sağlam olduğunu anlayıp anlamamak bilimsel kriterlerle ispatlanabilir. Ancak estetik değeri kişiden kişiye değişir. Tiyatro sanatı için de aynı şey geçerlidir. Tiyatro “bina”sının sağlamlığı tartışılmaz verilerle ortaya konabilir, ancak tiyatro “sanat”ının beğeni düzeyindeki ölçütü kişiden kişiye değişir. Bir kamu tiyatrosu olarak, tüm seyircilerine aynı oranda önem vermek, bir sanat kurumu olarak tiyatronun olmazsa olmazlarından olan eleştirileri dikkate almak, eleştirilecek bir durum olmaktan ziyade, takdir edilesi bir yaklaşım olarak ele alınmalı diye düşünüyorum. Kimse “seyirci”yi ve “eleştiri”yi yadsımamızı beklememeli. Eğer oyunun, neredeyse her kesimden gelen eleştiriler doğrultusunda uzun ve yorucu halini korumayı seçseydik ve aynen oynanmasına müsaade etseydik, yukarıda saydığım şeyleri de göz önünde bulundurduğunuzda, sizce doğru kararı mı vermiş olurduk?

2-Oyunda bazı sahnelerin ‘sıkıcı’ bulunması ne demektir? Provalar sırasında Genel Sanat Yönetmeni, oyunun yönetmeni ve oyuncular tarafından ‘sıkıcı’ bulunmayan bu sahnelerle ilgili kararı veren seyirciler kimlerdir?

Aslında bu sorunun yanıtını da yukarıdan alıntılayarak vermek mümkün. Ancak tekrar altını çizmek gerekirse, tuluata dayalı kısımları da hesaba katarsanız, oynandıkça uzayan kısımların da oluşması doğal. Ya da, daha doğru ifade etmek gerekirse, başta “tek başına” sıkıcı gelmeyen herhangi bir sahne, oyun uzadıkça ve seyir algısı yorulmaya başladıkça “sıkıcı” bir hale gelebilir, bu oyunu da sıkıcı bir hale dönüştürebilir. Bunun kararını veren de elbette oyunu %103’lük doluluk oranıyla yalnız bırakmayan seyirci, yazılarıyla fikirlerini ortaya koyan eleştirmenler, oyunun yönetmeni ve kurumun Genel Sanat Yönetmeni’dir.

3- Diyelim ki, bazı durumlar ancak oyun sahnelenmeye başladıktan sonra görülüyor. Şu ‘sıkıcılık’ meselesi de böyle durumlardan olsun. Peki sorun, prömiyer ve gala yapılmadan, seyircili genel provada ya da daha kapalı bir gruba (örneğin bir focus grup) yapılacak gösterimle belirlenemez miydi? Böylece dedikoduların da önüne geçilemez miydi?

Her oyuncunun katılacağını düşündüğüm şöyle bir durum vardır: Bir oyun, ancak sahne üzerindeki tüm eylemlerden emin bir şekilde oynanmaya başlarsa üzerinde rahatça değişikliğe gidebilirsiniz. Henüz seyirciyle buluşmamış ve oyunun komedi olduğunu da hatırlayacak olursak, zamanlamalarının yerleşmemiş olabileceğini hesaba katmak zorundasınız. Hiçbir oyun, genel provadan sonra yapılacak eleştirilerle doğrudan değişikliğe gidemez. Öncelikle, tiyatrocuların kullandığı tabirle “oyunun oturması” gerekmektedir. Ondan sonra rahatça değişikliğe gidebilirsiniz çünkü elinizde rahatça değiştirebileceğiniz bir “netlik” vardır. Bu, tıpkı buzdan bir heykele şekil vermek gibidir. Henüz tam katılaşmamış bir heykele şekil vermek mümkün müdür? Hayır. Üstelik, oyunculuk gibi oldukça hassas temeller üzerine kurulu bir meslekte, öngörülebilir olsa dahi bazı değişikliklere gitmek için seyirciyle buluşmasını ve oyuncunun güvenli bir oyun alanına geçebilmesini beklemek gerekmektedir. Söylediğiniz çok ideal bir sistem olup, elbette tercih edilebilir. Ancak yukarıda oyunun çıkma süreci ve oynanma şekli (tuluata dayalı bölümler) de göz önünde bulundurulursa, olması pek gerçekçi bir seçenek olarak gözükmemektedir. Kaldı ki, bir sanat kurumunun asal görevi, seyircisine ulaştırdığı oyunların niteliğini yükseltmektir, dedikoduların önüne geçmek değil. Siz süreci kendi sanatsal görüşleriniz ışığında istediğiniz kadar olumlu anlamda yönlendirin, yine de dedikodu dediğiniz kurum işlemeye devam edecektir. Dedikodu üreyecek diye inandığımız değerlerden vazgeçmemiz de beklenemez.

4- Yönetmen Nedret Denizhan’a “şu sahneleri çıkarıyoruz” bilgisi verildiğinde tepkisinin ya da kararının ne olduğunu kendisinden duysak, süreç daha şeffaf işlemez miydi?

Nedret Denizhan’a bir bilgi değil, bir görüş aktarıldı. Kendisinin de fikri alındı. Hatta önerilen sahnelerin dışında bazı yerleri çıkarmayı da kendisi teklif etti. Yani karar birlikte alındı. Sürecin daha şeffaf ilerlemesi ile ilgili; soruların soruş şekli, konuların gündeme getiriliş şekli ve üslubu, kasıtlı saptırmalar da düşünülürse, sorunun neden yönetmene sorulmadığı da merak edilebilir. Bu sorunun muhattabı da biz değiliz doğrusu. Ortada şeffaf olunması gereken bir ‘durum’ var mı o da tartışılır. Lütfen bu anlamda; herhangi bir tiyatroya, herhangi bir oyunda süreçte değişikliğe gidip gitmediklerini ve gittilerse de bu değişiklikleri niçin “şeffaf” bir biçimde paylaşmadıklarını sorun. Belki onların vereceği yanıtlar daha ikna edici bir sonuç çıkartılabilir.

5- Günün birinde bir başka oyunda, zaman aşımı sorunu ya da seyirciden gelen “beğenmedik” yorumu yine sahne çıkarmakla mı çözülecektir? Örneğin, uzun bulunan bir Shakespeare oyununda hangi sahneler ya da roller çıkarılacaktır?

Oyunun yönetmeni ve Genel Sanat Yönetmeni’nin görüşü doğrultusunda, gereklilikler saptanırsa elbette değişikliğe gidilebilir. Ama bunun yöntem ve seçimleri oyununa ve sorunlarına bağlı olarak değişecektir. Bazı oyunların çok fazla oynamadan kalktığını, sadece bir sezon oynadığını da görmüşsünüzdür. Geçmiş yıllarda bir hafta oynadıktan sonra kalkan oyunlar dahi olmuştur. Her seçtiğiniz oyun mükemmel olacak yahut mükemmel hale getirilebilecek gibi bir durum olamayacağını takdir edersiniz. Kaldı ki, mesleğin doğasında olan bir durumu “sahne ya da rol çıkarmak” cümlesine indirgemek, talihsiz bir yaklaşım olur.

6- Süreçte Beyaz Masa’ya yapılan bir şikayet var mıdır gerçekten?

Evet vardır. Üstelik bu tür şikayetler sadece şimdi değil, daha önceki dönemlerde de pek çok kez, belli oyunlarda olmuştur. Cibali Karakolu oyunu için de bir izleyicimizin Beyaz Masa’ ya yapılan şikâyeti tarafımıza ulaşmıştır. Durumu ayrıntılarını öğrenmek için söz konusu şikâyetçi seyircimizle irtibat kurulmuş, şikâyetçi olduğu konunun ayrıntıları hakkında görüş alınmıştır. Olayda şikayetçi olunan “biz soymayalım da hükümet mi soysun” repliği değil, o esnada sarf edilen Maslak rezidans inşaatları ve kimi inşaat şirketi sahiplerini içeren güncel göndermelerdir. Bu göndermeler oyunun alegorik yapısını zedeleyerek, somut kişilerin hedef gösterildiği ve Şehir Tiyatroları sahnesinde yargılandıkları gibi bir yoruma neden olmuştur. Bir kamu tiyatrosu olarak görevimiz seyircilerimizin tamamına eşit mesafede durmak ve birbirinden farklı görüşte duran tarafların duyarlılıklarına saygı göstermektir. Hele ki, somut kimlikleri yuhalatmak ve ya tam tersi alkışlatmak Şehir Tiyatroları’nın 100 yıllık geleneği içinde kabul edilemez bir durumdur. Tuluat geleneğinin olması gereken estetik ve etik sınırlarının çerçevesi içinde Genel Sanat Yönetmenliğince oyuncular uyarılmış ve bu uyarı oyuncular tarafından da makul karşılanmıştır.

7- Yazıcıoğlu’nun “Benim dönemimde olmadı” dediği, ama şu andaki yönetime yansıyan olaylar konusunda şeffaflık iyi olmaz mı? Gerçekten de tiyatrodan atılan bir oyuncu var mı? Eğer bu ve benzeri bilgiler, “tiyatroyu karalamak istiyorlar” düşüncesiyle örtbas edilirse, sistem bir yerde tıkanmaz mı?

Elbette tıkanır. Biz de hem kurum olarak, hem Genel Sanat Yönetmenliği olarak mümkün olduğunca şeffaf olmaya çalışıyoruz. Bahsi geçen oyuncu arkadaşımızla ilgili durum, evet bizim dönemimizde olmamıştır. Ancak bizim buradaki tavrımız, daha ziyade hem oyuncu arkadaşımızı savunmak hem de tekrar tiyatromuza kazandırmakla ilgilidir. Bu konunun gerçeklerini sanırım oyuncu arkadaşımız sizinle paylaşacaktır. Bizim öncelikli görevimiz, sadece kurum sanatçılarımızı değil, tüm sanatçılarımızı korumaktır. Bu anlamda da tüm emeği ve çabayı gösterdiğimizden emin olabilirsiniz.

8- Erhan Yazıcıoğlu, Radikal’e yaptığı açıklamada “Bindikleri dalı kesiyorlar ve içimizden birkaç kişi de bunları besliyor. Onları da tespit ettim. Onların kulakları da çok iyi bir şekilde çekilecek. Bindiği dalı kesmek neymiş görecekler.” , derken kimleri kast etmiştir? Kulak çekmek ne demektir? “Görecekler” derken nasıl bir yaptırımı işaret etmektedir? Yazıcıoğlu’nun sanatçılarla “babacan” bir ilişki kurduğu belli ama yine de olay “kulaklarını çekeceğim” noktasına kadar gitmese daha iyi olmaz mıydı?

Elbette olurdu. Ancak burada söz konusu ettiğimiz konu var olan durumun olduğu gibi kurum dışına sızdırılmasından kaynaklanmıyor sadece. Çarpıtılarak ve kasıtlı olarak iletilmesinden kaynaklanıyor. Bizim burada şehir tiyatrosunun menfaati dışında bir amaç güttüğümüz düşünülebilir mi? Yaptığımız oyunlardan, söyleşilerden, sanatçılarımızla kurduğumuz diyalogdan ve 100. Yıl onurumuzu paylaşmak için gösterdiğimiz çabadan anlaşılmıyor mu? Kast ettiğim tam da bu. Aynı gemi, aynı dal. Niye kesiyorsunuz? Neden beraberce batmayı neredeyse istiyor gibi hareket ediyorsunuz? Üstelik kurum aleyhine konuşulması, bir kurum sanatçısına yakışıyor mu? Kast edilen kişileri deşifre etmememiz, öncelikle her şeye rağmen onları koruma güdümüzden kaynaklanıyor. Daha önce de dediğim gibi, önceliğimiz sanatçılarımızı korumaktır. Acaba, bu ve benzeri haberleri çarpıtarak ve yalanla bezeyerek kamuoyuna açılmasını sağlayarak kurumu ve kurum sanatçıları korumuş oldu bu arkadaşlar; yoksa kurum, kurum sanatçıları ve Genel Sanat Yönetmenliği üzerinde hak etmediği bir algı mı oluşturmuş oldular? Bunu iyi ayırt etmek gerekir. Kaldı ki ben “Görecekler” demedim. Ne konumumu kullanarak sanatçılarımızdan birini kötü duruma sokacak bir eylemde bulunurum, ne de sanatçıların toplum gözündeki algısının ne yazık ki tartışıldığı bu günlerde, onları böyle bir fotoğrafa sokarım. Yaptırımcı, cezacı bir baba figürü değilim. Bunu süreç içinde herkes de görecektir zaten. Bu kuruma sahip çıkmak, tiyatro sanatına sahip çıkmaktır öncelikle. Biz bu hassasiyeti gösterirken, arkadaşlarımızdan da bu hassasiyeti beklemek çok mu gerçek dışı?

9- Bazen, sakin bir sesle “Bir hata yapmış olabiliriz ama hep birlikte bu hatanın altından kalkarız” demek iyi değil midir? Bunu sadece suçlanan taraf değil, suçlayan taraf da yapabilmelidir yeri geldiğinde.

Kesinlikle. Emin olun, bunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Yardımcılarımla sürekli bir aradayız ve birbirimizi eleştirerek doğru bir yol çizmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda kapımızı ve telefonlarımızı her daim açık tutarak, sanatçı arkadaşlarımızın eleştirilerine her koşulda kulak veriyoruz. Özeleştiri bizim için olmazsa olmaz. Hata yaptığımızı kabul ettiğimiz anda bu dediğinizi uygulayacağız muhakkak. Ancak tam da dediğiniz gibi, bunu tüm tarafların yapması gerekir. Örneğin, “Oyundan orospu rolü atıldı” diye yalan bir haber ortaya atıldığı ve böyle bir durum olmadığı, yapılan kısaltmanın gerekçeleri ortaya döküldüğü halde, bu ‘yalan’ bilgiyi ortaya dökenler, neden “hata yaptık” demiyorlar ben de şaşırıyorum. Bir kurumu karalamak, kamuoyunda bu kadar kötü bir algı oluşturacak bir cümleyi kurmak bu kadar kolay mı olmalı? Evet, erdem sahibi herkesten beklenileceği gibi, ben de bu sözlerden sorumlu kişilerin özür dilemesini bekliyorum.

10- Yoksa bu soruların hepsi anlamsız mıdır? Kapalı gişe oynayan, oyuncuları ve tüm ekibi mutlu olan, çevresindekileri çatır çatır çatlatan bir oyunun doğal etkileri midir yaşanan?

Asla anlamsız değil ve çok yerinde sorular. Bunun için teşekkür ederim. Elbette saydıklarınızın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ancak, bizim buradaki varlığımızın, kendi hayatımızdaki tüm maddi ve manevi öncelikleri göz ardı ederek olduğunun da bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Hiç kimse sanatın ve sanatçının varlığını güvenle ve huzurla sürdürmesini engellememeli. Umarım ki, herkes sakince şapkasını önüne koyacak, sürecin sonunda da olumlu ya da olumsuz, eylemlerinin sonuçlarıyla yüzleşecektir. Umarım o gün geldiğinde, hep beraber aynı masada da yemek yiyebiliriz, aynı sahneyi de gururla paylaşabiliriz.

Radikal

Paylaş.

Yanıtla