Tiyatroda Mitoloji ve Şiddet; Ama Nereye Kadar?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

      Oğuzhan Oğuz

 “Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm

kapılarını açmakta özgürsün.”

Carl Gustav Jung

Homeros ve Hesiodos’la başlayan Yunan mitosu, antik dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdürmüş ve sürdürmeye de devam etmektedir. Ancak günümüzde bu durum, mitoslardan oluşturulmuş çok tanrılı ilk çağ dinlerinin, o dönem yaşayan bireylerin gündelik yaşamına etki ettiği kadar yoğun bir biçimde yaşanmamaktadır. Zaman içerisinde önce destanlara kaynaklık etmesiyle, ardından da tragedyaların yaratılmasında en büyük rolü oynayan mitoslarda yer alan tanrılar, bilerek ya da bilmeyerek işlediği bir suç için insanı yıkıma götüren amansız yazgıyı, lanete uğramış bütün bir soyun zincirleme suç ve cezasını simgelemişlerdir (Erhat, 2007). Mitos temelli kaleme alınan tragedyalardaki suç ve cezalar ise, anlatıların tanrılar katında geçmesi nedeniyle olabildiğince yıkıcı ve şiddetli nitelik göstermektedirler. Bu bağlamda Peter Shaffer’ın Gorgonun Armağanı oyunu da, Antik Yunan’dan günümüze dek uzanmış; insanlık dramının aynası konumunda olan mitosların, adım adım yükselen şiddet olgusuyla birleşiminden meydana gelmiş, modern bir tragedya yapısıyla kurgulanmıştır.

Shaffer, içinde yaşadığımız çağda hemen her yerde karşılaşılan şiddeti, oyununda ağırlıklı olarak kullanmaktan çekinmemiş, aynı zamanda şiddeti oyun içinde oyun tekniği ile kurgulayarak, şiddetin gelişimini mitolojik anlatılardan günümüz dünyasına paralellik kuracak şekilde de boyutlandırmıştır. Mit kavramının açıklamasını yapan Percy S. Cohen, Shaffer’in oyununun mitlerle ne şekilde paralellik kurduğunu daha açık bir şekilde kavranmasına yardımcı olabilir.

Mit, bir hadiseler anlatısıdır; anlatının bir kutsal niteliği bulunur; kutsal iletişim simgesel biçimlerle gerçekleştirilir; mitte rastlanılan hadiselerin ve nesnelerin en azından bazıları, mit dünyası dışında bir dünyada ne görülür ne de var olur; anlatı, kökenlere ve dönüşümlere drama biçiminde atıfta bulunur.  (Watt, 2014)

Bu bağlamda oyunun mitoloji, şiddet ve bugün ile olan bağını daha iyi görebilmek için öncelikle seçilen oyun kişileri, mitolojik figürler ve olay dizisinin gelişimini ele almak gerekmektedir. Shaffer’ın bir yapboz gibi parça parça oluşturduğu metindeki iç içe geçmiş oyunların oluşturduğu katmanlı yapı, ölmüş olan oyun yazarı Edward Damson’ın hayatı ekseninde ilerlemektedir. Böylece Shaffer, sahnenin şimdisinde var olmayan bir ana karakter hakkında oyun yazma yolunu seçmiş ve geriye dönük bir anlatı biçimi tercih etmiştir. Bu da beraberinde mitolojik anlatı özelliklerinin, Gorgonun Armağanı oyununda görülmesine sebebiyet vermektedir. Buna göre her mitsel anlatının zamanda bir başlangıcı olmalı; bu durum da, mitin en önemli işlevlerinden birinin, şimdiki zamanı geçmişe bağlamak olduğu anlamına gelmektedir (Watt, 2014). Geçmiş zamanı şimdiki zamana bağlayan metnin olay dizisinin şimdisinde; Amerika’dan gelen; ölen yazarın oğlu Philip’in, babası Edward hakkında biyografik bir kitap yazmak için Yunanistan’da bulunan üvey annesi Helen’den bilgi edinmesi işlenmektedir. En dış katmanda bulunan bu yapının yanı sıra, Domson’ın yazdığı metinlerin canlandırılmasıyla da başka bir katman daha oluşturulmaktadır. Üçüncü; son katman ise daha girift bir yapıdadır. Oyunun şimdisini kuran; Philip’in Helen’den babası ile ilgili bilgi alma süreci, aslında en dışta gibi duran, buna karşın aynı zamanda en içte yer alan katmandır. Çünkü bu katman, oyunun ortaya çıkmasında ve Edward’ın tragedyasının Helen tarafından dile getirilmesinde asal bir işleve sahiptir. Üçüncü katmanın hem en dışta hem de en altta bulunan katman olmasının bir diğer nedeni ise; Gorgonun Armağanı oyunun tartıştığı temel konu olan, tiyatro sahnesi ve gerçek yaşamda var olan şiddet ile ilintili olmasıdır.

Helen, Philip’e Edward’ın hayatını anlatmayı kabul ettiğinde, tanışmalarına ilk karşılaşmalarından başlamaktadır. Yaşanan bu ilk karşılaşma, içerisinde şiddeti barındırmaktadır. Helen bunu: “Gerçekte biz o ve ben, yaşama -simgesel de olsa- şiddetle başladık.”  (Shaffer, 1993) cümlesiyle dile getirmektedir. Helen’in bahsettiği simgesel şiddet, Edward’la karşılaşmasında yaşadıkları fiziksel çarpışma anıdır. Edward ve Helen’in çarpışması, yaşamın başlangıcı kabul edilen; Büyük Patlama olarak adlandırılan evrenlerin çarpışmasını anımsatmaktadır. Dolayısıyla tüm anlatı Helen’in Edward ile ilk karşılaştığı anla başlar. Böylece, yaşam da, mitoslar da, tragedyalar da yaşamın başlangıcı olan büyük patlamayla başlamış gibidir. Çarpışmanın ardından mitosların ortaya çıkması, Edward’ın çarpmasıyla Helen’in mitoloji kitaplarının (Athena: Bilgi ve Söylence – Agamemnon’da Athena – Athena ve Perseus Mit’i) yere düşmesiyle ilişkilendirilebilir. Yaşamın şiddetle ilişkilendirildiği bu bölümün devamında, Edward’ın bir mitostaki kadın erkek birlikteliği içinde gerçekleşmiş olan şiddete dair örneklemede bulunmaktadır. Örnekte, Agamemnon’un karısı tarafından doğranılmasını “kurbana kurban sunulması” düşüncesi doğrultusunda, öç almanın salt adaleti sağlayan unsur olduğunu savunulmaktadır. Edward bu fikrinin sağlamasını ise Shakespeare’in Hamlet oyunuyla yapar.

Edward – Hamlet’e bir bak. Bu oyun neye dairdir dersin? “Benim iğrenç ve iğrenç olduğu kadar da garip cinayetimin öcünü al!” işte bu kadar. Dünyayı temizler misin, yoksa pis mi bırakırsın?  (Shaffer, 1993)

Tam bu noktada, Gorgonun Armağanı oyununda hem en dışta hem de en altta bulunan katmanının işlevi ortaya çıkmaktadır. Metin, yaşamın başlangıcından mitoslara, oradan Antik Yunan tragedyalarından, İngiliz Tiyatrosu’nun en önemli yazarı olan Shakespeare’in tragedyası Hamlet’e eklemlenerek, kurgusal yapbozunu tamamlanmış olur. Bu eklemlenmede; Edward’ın oğlu da aynı Prens Hamlet’in İngiltere’den Danimarka’ya gelmesi gibi, Amerika’dan Yunanistan’a gelmektedir. Hamlet, babasının katilini ortaya çıkarmaya çalışırken; Philip ölmeden önce hiç konuşmadığı ama hep uzaktan takip ettiği babasının kim olduğunu bulmaya ve babasının hayatını yazarak onu yaşar vaziyette; ama aynı zamanda da babası Edward’ı kitaplaştırarak onun ölümünü somut kılmaya çalışmaktadır. Hamlet, babasının katilini bulmasına rağmen eyleme geçemezken, Philip babası hayatta olduğu sürece onunla tanışabilmek için eyleme geçememiştir. Dolayısıyla Edward’ın savunduğu intikam ve öç alma konularında da Hamlet ve Philip arasında paralellikler göstermektedir. Hamlet’in babasının intikamını almaya yönelmesindeki kuşkusuz en büyük etken; babasının hayaletinin ona yaşanan cinayetin katilinin kim olduğunu anlatmasıdır. Adalet, ancak cinayeti işleyen Hamlet’in amcasının öldürülmesiyle sağlanacaktır. Philip de şimdiye kadar kendisine hiç faydası dokunmayan oyun yazarı babasının hayatını yazıp, telif haklarından kazanacağı paralarla ondan intikamını alacaktır. Bunun sonucunda da Philip böyle bir yönelişle babasını ikinci kez öldürmüş ve ondan intikamını almış olacaktır. İntikamın nedeni ise, Edward’ın da oğlu Philip’in benliğini, onu evlat olarak yok saymasıyla öldürmesidir. Edward tarafından savunulan bu yaşama dair intikamcı şiddet eğilimi; onun ağzından şu replikle aktarılmıştır: “Bazen kendini kanla yıkayıp arındırman gerekir.”  (Shaffer, 1993). Ancak böyle bir bakış açısının, tragedyalarda görülen kahramanın yıkımına yol açışının kanıtı olarak gösterilebilir. Dolayısıyla Edward’ın yıkımı, Helen’in ağzından çıkan: “Şiddet yanlısına şiddet gösterirsen, kendin de ona benzersin.”  (Shaffer, 1993) sözleriyle açıklanmıştır. Buna karşın Edward kendini: “Bak, eğer sevdiğim biri öldürülecek olsa, katili öldürmek, yaşama karşı saygı borcudur. Hatta, kendi elimle öldürmek!” cümlesiyle savunur. Böylece Edward, tragedya kahramanlarına özgü olan davranışını, yanlış düşüncelerinin üzerine giderek gerçekleştirmiş olmaktadır. Buna bağlı olarak oyunlarını da bu düşünceleri doğrultusunda, şiddet eğilimini basamak basamak arttırarak kaleme alır. Bu doğrultuda Edward’ın yazdığı oyunlar da Peter Shaffer’ın sözünü ortaya çıkaran en önemli öğe olmaktadır. Modern Çağ’ın mitolojisi şiddet üzerinden yazılmakta ve bu şiddet, hem gerçek yaşamda hem de sanat alanında gittikçe artan bir özellik göstermektedir.

Shaffer, modern çağın mitolojisini aktarırken; tarihsel mitolojiden de oldukça yararlanmıştır. Oyunun gerçekçi düzleminde (oyunun şimdisi ve Edward’ın Helen ile olan geçmiş diyalogları) bulunan, düşünsel boyutunun derinleştiği tartışmaların dışında Gorgonun Armağanı’ndaki mitolojik temeller, Edward ve Helen karakterlerinin yaşadığı Yunan adalarının seçilmesiyle sağlamlaştırılmaktadır. Oyun kişilerinin yaşadığı yer olarak Yunanistan’ın seçilmesi, tragedyanın “doğduğu topraklara dönüşü”yle ilişkilendirilebilir. Buna bağlı olarak Edward, mitolojik bir karakter olarak varsayılırsa, ölümle sonuçlanan yıkımı; tragedyaların işleyişine koşut bir durum sergilemiş olacaktır. Nitekim Edward, mitolojik bir karakter olarak da metinde yer almaktadır. Helen ile ilk kez karşılaştığı sırada yere düşsen kitaplarda bulunan Perseus ve Athena kişiliklerini, Helen ve kendisiyle özdeşleştirerek sahneler yazmaktadır. Helen’in Athena ile özdeşleştirilmesinin öncesinde, adından kaynaklanan mitolojik kişiliği ön plana çıkmaktadır. Helen’in mitolojik kişiliğinde İlkçağ Yunan dünyasının güzele düşkünlüğü dile geldiği gibi, güzel ve iyi, yani estetik değerlerle etik, ahlak değerleri arasındaki karşıtlık da yansımaktadır  (Erhat, 2007). Gorgonun Armağanı’nda Helen’in sahip olduğu estetik ve etik karşıtlığı, Edward’la dengelenmektedir. Edward, Helen ile tiyatronun işlevi ve bir oyun yazarının sorumlulukları konusundaki tartışmalarında sanatın estetik yönünü, Helen ise sanatta etiğin ne şekilde olması gerektiğini denetleyen kişi durumundadır. Helen’in mitolojik olarak kökenlerine bakıldığında, oyunda farklı bağlantı noktalarının da kurulduğu görülebilmektedir.

Zeus ile Nemesis’in kızı; olağanüstü güzelliği nedeniyle daha çocukken Theseus tarafından kaçırılmış, ancak ağabeyleri Dioskurlar tarafından kurtarılmış ve memleketi Sparta’ya geri getirilmiştir. Odysseus onunla evlenmek isteyenlerin birbirine girmesini önceden engellemek için, ileride Helen’in kocası olacak adama yardım edecekleri konusunda taliplerin hepsine yemin etmelerini önerir. Bu yüzden Paris, Menelaos ile evlenmiş olan Helena’yı Troya’ya kaçırdığında bütün Yunanistan’daki kahramanlar güzel kadını geri getirmek için toplanırlar ve on yıllık bir savaştan sonra bunu başarırlar.  (Fink, 2007)

Gorgonun Armağı’nda da Edward, sarhoş bir şekilde Helen’in evine gelerek: “Yunanistan’a gidiyorum. Benimle gelir misin?”  (Shaffer, 1993) sorusunu sorar ve mitolojide var olan Helen gibi onu da evine götürmeye çalışmaktadır. Çünkü Edward yalnızca Yunanistan’da ve Helen’in ona eşlik etmesiyle oyun yazabileceğine inanmaktadır. Edward’ın Helen’e duyduğu bu gereksinim, onun en büyük haz kaynağını oluşturmakta aynı zamanda da gereksinimin bir gün biteceği düşüncesi de, en büyük korkusunu ortaya çıkmaktadır. Helen Edward’ın kendisine gereksinme durumunu şu şekilde dile getirmektedir:

Helen – Onun bana gereksinimiydi beni yaşatan. Başka hiçbir şey değil. Oyun, ondan doğan çocuğumdu. İlk çocuğum ve en güzeli. Gerçek dengeye sahip tek varlığım.  (Shaffer, 1993)

Birbirlerinin var olma koşulu olan iki karakterin çatışarak gelişen diyalektik yapısı, oyunun finalinde Edward’ın ölmesiyle; “yaşamı” ona bağlı olan Helen’in de her ne kadar Edward’ı bağışlamış olsa dahi kendi ölümünün simgesel bir göstergesini meydana getirmektedir.

Edward sonu ölüme varan yolda, Yunanistan’a geliş amacı ve yönelişi doğrultusunda Helen’e bir yıl içinde büyük bir oyun yazacağına yemin eder. Bu konu, mitolojiyle desteklenerek Perseus’un tutamayacağı Gorgo’yu öldürme vaadiyle ilişkilendirilmiştir. Böylece Edward; Perseus, Helen de Athena olarak, Edward’ın kaleme almış olduğu sahneyle canlandırılmıştır. Canlandırmalar, tiyatronun yaşam gerçeğine ayna tutmasıyla paralellik göstermektedir. Dolayısıyla mitolojide gerçekleşen olaylar, yaşamda aynı şekilde olmasa da özde birbirini eşler niteliktedir. Mitosta Perseus, üç canavarı uyur bulur, kanatlı sandallarıyla havaya uçar ve Athena’nın Medusa’nın üstünde bir kalkanı ayna gibi tutmasından faydalanarak canavarın kafasını uçurur  (Erhat, 2007). Böylece Perseus’un Medusa’yı öldürmesinde kendisine destek olan Athena’yla, oyun yazmaya çalışan Edward’a esin kaynağı olarak yardım eden Helen birbirine bağlanmış olur. Philip, mitoloji ve gerçek arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaya çalışmaktadır.

Philip – Bu mesaj, görüldüğü gibi, çok kişisel. Gorgo –insanları taşa dönüştüren canavar- bu, onun yaratıcılık felciydi, kuşkusuz. Bunu yok etmek için sizin yardımınız gerekliydi.  (Shaffer, 1993)

Edward’ın düşünsel dünyasından ortaya çıkan bu sahnelerde, öç alarak Medusa’nın başının kesilmesiyle şiddetin oluşmasında rol oynayan Athena’nın karşılığı olarak, gerçek yaşamda Edward’ın içten içe şiddete yönelmesi ve olayların çözümünde şiddeti savunmasında etkin unsurun Helen olduğu söylenebilir. Edward’ın ilk oyununu yazmaya başladığı süreçte de bu etki net bir şekilde görülebilmektedir. Edward, İkonlar adını verdiği oyununda soyut ve somut düşünce karşıtlığını ele alarak, Tanrının görünmez olduğuna inanlar ile Tanrıyı kavramak için görüntüye ihtiyaç duyanları karşı karşıya getirmeyi planlar. Böylece İslam dünyası ile Yahudi dünyasının sanatta Tanrıya bakış açısını ele alarak, Tanrının yansıtılmasına karşı çıkan görüşün heykelleri ve benzeri sanat eserlerini yok edişini anlatmayı hedeflemektedir. Edward ise Tanrıyı görünür yapanların tarafında yer alarak: “Herkes kırıp dökebilir. Biçimlendirilmiş güzellik insanoğlunun korumasıdır…”  (Shaffer, 1993) düşüncesiyle oyununu kaleme almaya başlar. Edward yazdığı İkonlar oyununda tarihsel olarak gerçekten var olan karakterler kullanır ve İmparatoriçe İrene’in, oğlu VI. Konstantin’i dinsel resimleri parçaladığı gerekçesiyle gözlerini oymasını canlandırmıştır. Shaffer’ın böyle bir sahneyi ele alması, tiyatroda içerisinde etik-estetik tartışmasını gündeme getirmesi açısından işlevsellik taşımaktadır. Edward, düşüncesi doğrultusunda estetik açıdan şiddeti gerçekte olduğu gibi sahneye getirmektedir. Buna karşın Helen, Antik Yunan’da da şiddetin sahnede gösterilmediğini, eğer şiddet saklanırsa etkisinin çok daha fazla artacağını savunmaktadır. Ancak Perseus (Edward), yemini tutmak; yani Medusa’nın başını koparmak (tam bitmiş bir oyun yazmak) için çoktan Athena’nın (Helen’in) yardımlarıyla eylemine başlamıştır. Dolayısıyla Edward’ın: “Resimlere savaş açan bir adama, onu sonsuza dek resimlerden yoksun etmek kadar uygun bir ceza olabilir mi?”  (Shaffer, 1993) sorusu gündeme gelmiştir. Fakat Helen soyut olarak Edward’ın benliğinde şiddeti körüklese de somut anlamda Edward’ın yönelişini bastırmak için çabalamaktadır. Tiyatroda şiddetin dozunu düşük tutulması konusunda Edward’ı ikna eder ve İmparatoriçe’nin eylemi canlandırmasının yerine, ona infazın anlatıldığı bir konuşma yazdırır. Böylece sahne etiğinde şiddetin aşırı şekilde kullanılmıyor oluşu, Edward’ı başarıya götürmüştür.

Edward’ın oyunun başarısı sonrası gösterdiği “her zamanki tutarsızlık – gelişigüzel – -sinsi- ve bununla birlikte açık seçik artan kibir”  (Shaffer, 1993) hali, Yunan Tragedyası’nın trajik kahramanın içine düştüğü en büyük hatasını (hübrisini) ortaya çıkarmaktadır.  Edward’da var olan şiddet eğilimi de bir sonraki yazdığı Yetki oyununda daha da güçlenerek, İngiliz sanatının başyapıtlarının kırılıp dökülmesini konu alan sahneyle canlandırmak istemektedir. İmparatoriçe İrene ve VI. Konstantin gibi bu oyunun başkişisi de tarihte yaşayan devlet adamlarından; İngiliz siyasetçi Oliver Cromwell olarak belirlenmiştir. Edward’ın tiyatroda şiddeti arttırmasının bir nedeni de oyunlarının konusun geçtiği dönemlerin, ağırlıklı şiddet olayları içermesidir. Cromwell’in inancı doğrultusunda acımasızca dinsel figürleri, kiliseleri parçalatması, tiyatroları kapatarak bütün oyunları şiddet yoluyla yok etmesi, Edward’ın tiyatro sahnesinde tarihsel anlamda zorbalık yapanları, aynı şiddet derecesiyle cezalandırmasına neden olmaktadır. Helen’e göre şiddetin şiddeti doğurduğu bir dünyada, istenilen sonuç hiçbir zaman alınamayacak ve sonsuz barış sağlanamayacaktır. Helen’in babası Jarvis, yaşam içerisindeki savaşımın sonucunda barışa ulaşma aşamasını şu şekilde öngörmektedir: “Daha önce görmüş olmalıydım, dünya barışı, ancak bu gezegenin yok olmasıyla sağlanır.”  (Shaffer, 1993). Dolayısıyla kendisini sahnede yarattığı dünyanın tanrısı olarak gören Edward da, intikam duygusunun benliğinde oluşturduğu etkiyle yarattığı dünyayı şiddet yoluyla yok etme amacı gütmektedir. Edward, Yetki oyununda Cromwell’in yaptıklarından dolayı kafasının kesilip halkın arasında dolaştırılmasının, sahne üzerinde oynanmasını gerekli görmüştür. Çünkü ona göre öç alınmayan her an, acıyla birlikte hastalığın ortaya çıkmasına neden olmakta, yani; yapılan zulümlere karşı öç alınmamasının hastalığa dönüştüğünü savunmaktadır. Bu savunu Edward’ın: “Dehşet yaratmak oyun yazarının görevidir. İzleyicileri manevi felçten çekip çıkarmaktır.”  (Shaffer, 1993) sözleriyle somutlaşmaktadır.

Helen’in tiyatral etikle baskıladığı Edward, Cromwell’in kesik başını finalde Cromwell’in yenik idealizm üzerine verdiği söyleve dönüştürmüştür. Burada önemli olan nokta, tiyatronun gerçekleri olduğu gibi yansıtmaktan çok, söylevlere yüklenip bir kaçış içerisine girip girmediği konusudur. Çünkü gerçek yaşamda, sahne gerçekliğinden çok daha şiddetli eylemler ve olaylar gerçekleşmektedir. Tiyatro bunların ne kadarını sahneye taşıyacaktır? Taşırsa, insanların öç alma duyguları sağaltılacak mıdır, yoksa tersi bir etki gösterip intikam alma içgüdüsü daha da mı körüklenecektir?

Edward’ın İrlanda’da patlayan bombanın ardından, ölmüş olan kişilerin yakınlarının teröristleri bağışlaması üzerine, Helen’in Edward üzerindeki kontrolü yok olmuştur. Böylece Edward, tiyatroda şiddetin nereye kadar kullanılacağı konusunda da kesin bir yargıya varmış ve sorularının cevabını bulmuştur. Böylece Edward’ın düş gücünde oluşan mitolojiyle yaşamsal gerçeklik bir kez daha kesişmiş olur. Artık Perseus’a yardım eden değil, onun düşmanı olan bir Athena kişiliği görülür. Bu, Edward’ın tiyatro sahnesinde şiddeti baskılamaya çalışan Helen’in, Edward tarafından nasıl göründüğünün bir tasviridir. Yeni düzenlemede Athena, “aldatıcı, yalancı, güçten düşüren Tanrıça”ya  (Shaffer, 1993) dönüşmüştür. Shaffer, Edward’ın Helen’in baskılarından sıyrılıp kendi içindeki intikam duygusunu tiyatro sahnesine aktarma girişimini başarıya ulaştırsa da, Edward’ın seyirciden beklediği tepkiyi alamamasıyla günümüz seyircisine ve toplumlarına da değinmektedir. Edward, şiddetin olağanca vahşetiyle sahnede kullanılmasıyla seyirciye: “Sen! Sonsuza dek yaşama küskün bakma. Yargıla. Bu senin hakkın. Korkma. Ancak kabullenmek seni çökertir, kötülükleri sürekli kabullenmek.”  (Shaffer, 1993) düşüncesini aşılama gayretine girse de sonuç umduğu gibi olmamaktadır. Çünkü toplum oyunu “kurtuluş diye, ilkel bir öç alma yutturuluyor.”  (Shaffer, 1993) görüşüyle savunmaktadır. Böylece hayat gerçekliğinin şiddeti ve vahşeti, tiyatrodakini bastırmış olur. Gündelik yaşamda karşılaşılan şiddet ve vahşete alışanlar, tiyatro sahnesinde gösterilen durumlara tepki göstermektedirler. Fakat bu izleyicinin bu tepkisi yalnızca tiyatro sahnesine yönelik gerçekleşmektedir. Modern mitolojilerin yaratıldığı alan tiyatro sahnesinden çıkıp ekranlara, perdelere indirgenmektedir. Sinema ve televizyonun gücü, insanları duyarsızlaştırma noktasına getirmiş, her gün karşılaşılan şiddet eylemlerini normalleştirmiştir. Perseus’un Medusan’nın başını kesmesi gibi, Edward’ın da şiddeti taşkınlıkla sahneye getirmesi bile artık bir işe yaramamaktadır. Edward bu görüşünü şu sözlerle dile getirmektedir:

Edward – Dünya’nın tiyatroya gereksinimi kalmadı. Sonsuz sandığım izleyiciler tiyatroyu itti, bitirdi. Hiçbir şey sonsuz değildir, düş gücü bile. Artık insanlar patlak gözlerle ekran başında, aç, susuz, ırzlarına geçiliyor da farkında bile değiller. Her yerde benzerinin dehşet kanadı dünyayı örtmüş, kaplamış.  (Shaffer, 1993)

Her ne kadar Edward, şiddeti sahneye taşıma savaşında yenik düşse de, asıl yenilgisi, bu yönelişinde kaleme aldığı Perseus hikayesinde Gorgo’nun kafasını kestiği Medusa’ya dönüşmesi olmuştur. Edward gerçek yaşamının mitolojik hikayesi paralelinde, bencilce hırsıyla önce oğlu Philip’i ardından, karısı Helen’i hedeflerine ulaşmak için bir basamak olarak görüp onları harcamasıyla, aslında kendi sonunu da hazırlamıştır. Böylece Perseus (Edward), Gorgo’yu öldürme yolunda Gorgo’laşmıştır. Oysa Perseus’un yolcuğunun gerçek amacı öldürmek değil, anlayış göstermesidir. Edward’ın anlayış gösterememesindeki en önemli etken ise, yaşamda gerçekten bağışlanamayacak bazı kişilerin ve eylemlerin olduğu düşüncesine Helen’i inandırarak yaşam gerçekliğini ona tanıtma kaygısı olmuştur. Edward çok ufak bir an dahi olsa Helen’e bu düşüncesinin doğruluğunu kanıtlamıştır. Bunu yaparken de kendisini feda etmiştir. Tragedyaların en önemli aşaması ve hedefi olan katharsis (arınma), Edward’ın karısına kendisini sabunla yıkayıp arındırmasını istediği bölümle sağlanmıştır. Ancak Edward’ın sabunun içine koyduğu ustura, onu arındırırken Helen’i yaşam gerçekliğine yaklaştırmaktadır. Şiddet, ona en yakın yerden; kendi eliyle kocasını öldürerek gelmektedir. Edward, yaşamına arınarak son verirken Helen’e şu sözleri söylemektedir:

Edward – Senden, sana gerekli olan öcü aldım. Bu benim sana armağanım: Öç almanın Kutsal Armağanı. Seni pişmanlığıma araç ettim. Huzur bul.  (Shaffer, 1993)

Böylece intikam alma duygusu Helen’e geçmektedir. Philip’in Edward ile ilgili biyografik kitap yazma isteğiyle de bu intikam isteğinin gün yüzüne çıkma fırsatı bulunmaktadır. Oyunun bu noktasında Shaffer, kısa bir süreliğine de olsa intikam hissini yaratmak için rollerin karakteristik özelliklerini birbiriyle değiştirir. Helen, Edward gibi intikamcı davranarak, kitabın yayınlanmasıyla kocasının insan olarak silinip yok olmasını isteyip yaşadığı şiddetli acıların öcünü çıkarmak ister. Philip ise, şiddet sahnelerinin gösterilmesi yerine söyleve yönelik sahneler yazdıran Helen gibi, kocasını tamamen küçük düşürmek isteyen üvey annesinin bu isteğine karşı çıkar. Helen: “Sen bilir misin, ne demektir, geceler boyunca, haftalarca, aylarca, göz kırpmadan sabahı etmek? Parmaklarında o kanı hissetmek? Onun istediği de buydu.”  (Shaffer, 1993) repliğiyle, aslında Edward’ın sahnede şiddet kullanmak istemesinin nedenini birebir yaşamaktadır. Ancak Philip babasının yaşamının gerçeklerini öğrenmesinin ardından, yazacağı biyografi kitabından vaz geçtiğini açıklar. Philip’in bu davranışıyla babası Edward’ın yalnızca iyi yanlarını sonraki kuşaklara anlatacak olması, Philip’i sanki bir mitostan bahsetme konumuna getirmektedir. Philip’in Edward’ı en güzel konuşmalarla anması, öğrencilerin gözünde iyi bir yazar görünümünde kalacak olması, bir mitolojik efsaneye dönüştürülmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla Edward, Helen’in baskılarıyla kaleme alamadığı sahneler gibi, Philip’in mitolojik yaklaşımı dolayısıyla  tüm şiddetiyle, intikamıyla; gerçeğiyle insanların karşısına çıkamayacaktır. Sonuç olarak da Edward’ın Helen’e vasiyeti olarak sayılabilecek “Bu kanı temizlemenin tek yolu vardır. Beni yok et ve dans et.”  (Shaffer, 1993) sözleri, Helen’in Edward’dan intikam alıp kitabın yazılmasıyla onu tamamen yok etmesi isteğini körükler niteliktedir. Fakat finalde Helen, kitabın yazılmasına karşı çıkarak, Edward’ın tecrübe etmesini istediği duygulara karşılık tekrardan kendi düşüncelerine dönerek kocasını bağışladığını haykırır.

Helen, Edward’ı bağışlarken aslında onun isteğine karşı çıkarak, bir bakıma ondan intikamını almış olur. Dolayısıyla şiddetle olmasa da öç alma durumu hala devam etmektedir. Shaffer oyunun finalinde alınan öç ile, aslında sahnede uç boyutlarda şiddet gösterilmiyor olsa bile intikam almanın bağışlanarak bile olsa alınabileceğini göstermektedir. Helen, intikam duygusunu bağışlayarak aşmamış, tam da Edward’ın istediği gibi bir hastalık gibi vücuduna yayılan acısını öç alarak yok etmiştir. Böylelikle mitolojiyle içiçe geçmişlik Helen’in Edward’ı bağışlayarak aldığı intikamla, gizli bir şiddetlilik biçiminde tamamlanmıştır. Edward ve Helen’in fiziksel şiddetle (birbirlerine çarpma)  başlayan ilişkileri yine fiziksel bir şiddetle (usturalı sabunla öldürme) son bulmuştur. Aslında Helen de Edward’ın yok oluşuyla, kendi varlığını da yok ederek Gongo’laşma armağanına sahip olmuştur. Helen’in Philip’e Edward hakkında olan gerçeklerle ilgili söylediği: “Bir sen, bir de ben bileceğiz.” (Shaffer, 1993) sözleri, mitolojiden gelen bu armağanın, insanlar var oldukça hepsinin bir diğerine hediye edeceği gerçeğine engel olamamaktadır. Çünkü mitolojik her unsur, ilk insandan bu yana yaşam gerçekliğinin anahtarını elinde tutmaktadır. İnsanlar var olduğu sürece de mitoloji ile gerçekliğin içiçe geçtiği bu döngüsel yapı varlığını sürdürmeye devam edecektir. Ancak, çağımızla mitolojinin birleştiği ortak payda olan şiddet; tiyatro sahnesinde de, gerçek yaşamda da bireylerin ve oyun kişilerinin bir bilince ulaşma sürecinde kendi kişiliklerine yabancılaşmalarına neden olmaktadır. Sonuç olarak şiddet üzerinden yarattığımız modern mitolojimizde; açıktır ki bu kahramanlar başarılı kişiler değil, adeta başarısızlığın timsalidir. Geçmiş ve modern mitolojiyi yazan insanlar; bu sayede istedikleri her kapıyı açıp yeniden, yeni bir mitoloji tarihi yaratacak ve kendisini bu başarısızlık timsali görünümünden kurtaracak gücü de ellerinde bulundurmaktadırlar.

Kaynakça

Erhat, A. (2007). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Fink, G. (2007). Antik Mitolojide Kim Kimdir? çev: Serpil Erfındık Yalçın, İzmir: İlya Yayınevi.

Schwab, G. (2010). Klasik Yunan Mitolojisinin En Güzel Efsaneleri I. çev: Devrim Doğan Yüzer, İzmir: İlya Yayınevi.

Shaffer, P. (1993). Gorgonun Armağanı. çev: Filiz Ofluoğlu, İstanbul: Onk Ajans.

Watt, I. (2014). Modern Bireyciliğin Mitleri. Çev: Mehmet Doğan, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Oğuzhan Oğuz

Yanıtla