Cadılar, Cüppeler ve Şeytanlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İpek Seyalıoğlu

“Şimdinin sanatı” tiyatroda seyirci olarak bir süredir bir ölü beden gibi oturduğumu dün fark ettim. “Şimdinin sanatı” derken, bugünün sanatı demek istemiyorum elbette, tiyatroya böyle bir haksızlık yapamam; şimdinin sanatı derken an’ın an’da üretildiği ve seyirci ile bağ kurduğu tiyatrodan söz ediyorum. Dün, Eraslan Sağlam’ın yönettiği Cadı Kazanı’nı seyrederken oyunculara eşlik ettiğim nadir anlardan birini yaşıyordum. Arthur Miller’ın Eraslan Sağlam’ın usta rejisiyle canlanıverdiğine ve an be an sorularımın değiştiğine, metni bilmeme rağmen sahnede seyretmenin ne denli fark ettiğine, bir oyunun oyun metninden çok daha fazlası olduğuna tekrar tanık olmam Tiyatro Tatavla sayesinde oldu.

McCarthyism döneminde yazılan Cadı Kazanı, bugün oynanıyorsa bu bir tesadüf değil; bugün cüppe giyenlerin birbirlerinin cüppesine ustaca girip rollerini değiştirebildiğine tanık oluyorsak bu toplumda cadı kazanın kaynaması kaçınılmaz. Sadece bu çelişkiyle yetinsek ve oyunu seyredip çıkıp gitsek ne kadar da rahat ayrılırdık tiyatrodan.  Oyunda bu çelişkiyle birlikte Elizabeth Proctor’ın, John Proctor’ın, Rahip Hale’in, Vali Danfort’ın ve Mary Warren’ın yaşadıkları iç çatışma ya da birbirleri aralarında yaşadıkları çatışmalar (Abigail ve John Proctor, Abigail ve Rahip Parris) oyuncuların sayesinde öyle derinleşiyor ki bir seyirci olarak beyninizle hissetmekten, kalbinizle düşünmekten başka olasılık kalmıyor. İnsan olmamızdan ileri gelen zaaflarımız, insanlığa dair belleğimiz, cinsimiz/cinsiyetimiz/cismimiz/neyin cismanileşmiş hali olabileceğimiz gibi son derece zor soruların an be an yakamıza yapıştığı bir büyük eserin o sınırlı zaman diliminde ustalıkla sahnelenmesinin ötesinde tek tek her oyuncunun nefesini sizden esirgemeden oynadığını görüyorsunuz.

Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ndeki o ünlü dizesi – “şeytanın en büyük hilesi, dünyayı kendisinin var olmadığına inandırmasıdır”-  “dünyevi oyun”da kol geziyor ve şeytan ki karşımıza iktidarını sürdürmek isteyen en yüce “din adamı” olarak çıkıyor. (Hangisi daha şeytani diye de sormalı: bunun saçmalığını gören şeytan mı daha şeytani yoksa görmeyen mi?) Yoksa ezelden beri kadınların yargılandığı cadılık mertebesinin ne kadar da zor elde edilebilecek bir mertebe olduğunu mu tartışmalı? (Cadılar da kitaplar yazıyorlar ama sanıldığının aksine en önemli cadılık kuralı ‘hangi büyüyü yapıyorsan bil ki bu büyü herkesin iyiliği için olmalı kuralıdır. Tarihte kadınların asıldığı, başka olayların yanısıra cadılık yüzünden asıldığı gerçeği var, tarihin farklı dönemlerinde asılan, öldürülen, kıyılan birçok can gibi.) McCarthy dönemini anlatmak için daha iyi bir referans noktası bulamazdı Arthur Miller;  çünkü eril değil, dişil bir yazar. Erk’in insanda açtığı yaraları da, kendi kaynattığı kazana insanın nasıl düşebileceğini de biliyor. O komünist avının tekrarlandığı dönemlerde insanların birbirinin yargıcı haline dönüştüğü kazanın içinde en çıplak kalınan an hangi andır gerçekten ve bu çıplaklık ile yüzleşip de başa çıkılamazsa neye ya da kime sarılır insan? Herhangi bir şeytanın (kim demiş tektir diye) yükselmesi hangi ‘meleklerin’ sayesinde olur? Bugünkü karmaşada yarını hayal ederken o kadar da yalnız olmadığımızı tekrar hatırlamaya ihtiyacımız olduğu inkâr edilebilir mi? En yakınınızdaki kimdir? Hatta siz aslında kimsinizdir? Bu sorular, rejinin ustalığının yanı sıra oyuncuların abartısız ve inanarak oynamaları sayesinde (Shakespeare’in sallanan kılıcı:) dökülüveriyorlar; öyle olmasa böyle bir oyun yalnızca zihnimizi meşgul ederdi. Bu oyun ise harekete geçiriyor; bir yaşamın yasla geçiştirilemez olduğunu yeniden fark ediyorsunuz.

Özet olarak, seyrettiğim Cadı Kazanı, bugüne kadar çok nadir hissettiğim bir duyguyu çekti çıkardı içimden. Neden susmalı? Arthur Miller, dün gece Tiyatro Tatavla’daydı. Yazarı, bu toprakların belleğiyle ve şimdisiyle buluşturduğu için Tiyatro Tatavla’ya minnet duyuyorum. İyi ki varsınız.

CADI KAZANI

Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu / Vedat Günyol

Yöneten: Eraslan Sağlam

Müzik: Altuğ Kutluğ

Dekor: Cihan Aşar

Kostüm: Hüseyin Özay

Işık: Koray Erhan Doğrul

Koreografi: Ömer Akgüllü

Yardımcı Yönetmen: Ömer Akgüllü

Oyuncular:

Abigail Williams: İrem Erkaya

Mercy Lewis: Hande Elaman

Betty Williams: Elif Öztürk

Mary Warren: Yeşim Gül

Susanna Walcot: Gülnara Golovina

Tituba: Şebnem Usanmaz

Ezekiel: Erhan Özkoç

Rahip Parris: Erhan Tuna

Rebecca: Aysan Sümercan

Thomas Putnam: Hürol Balakoğlu

Ann Putnam: Yasemin Yeşilgöz

John Proctor: Kaan Songün

Rahip Hale: Ömer Akgüllü

Elizabeth Proctor: Tuba Zehra Sağlam

Vali Danforth: Ersan Uysal

Yönetmen Yardımcısı: Canberk Doğalı

Asistanlar: Başak Kalkan, Hande Elaman

Korrepetisyon: Burçak Çöllü

Kostüm realizatörleri: Ali Hız, Turan Özayi Uğur Özay, Murat Özay, Metin Özay

Görsel Tasarım ve Uygulama: Dilek Tora/Yasin Toruloğlu

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: İpek Seyalıoğlu

Yanıtla