Çolpan İlhan ve Sadri Alışık’ın Ruhlarına Değsin: ‘Guguk Kuşu’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Bir süre tımarhanede de çalışmış olan Amerikalı yazar Ken Kesey’in (1935-2001) 1962’de gözlemlerine ve deneyimlerine dayanarak yazdığı “Kafesten Bir Kuş Uçtu-One Flew Over The Cuckoo’s Nest”, Dale Wasserman’ın tarafından 1963’deki uyarlamasıyla Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu yapımı olarak sezona kazandırıldı.

“One Flew Over the Cockoo’s Nest (Kafesten Bir Kuş Uçtu)”, Yazar Ken Kesey’in ilk romanıymış. Kitap 1962 yılında Amerika’da ilk baskısını yaptığında eleştirmenlerden son derece olumlu tepkiler almış ve altmışlı yıllarda Amerika’da çıkan en iyi yapıt unvanına sahip olmuş. Eser, daha sonra Dale Wasseman tarafından oyunlaştırılmış.

Romanın, ülkemizde “Guguk Kuşu” adı ile bilinen 1975 yapımı Milos Forman yönetmenliğindeki sinema versiyonununsa beş dalda Oscar kazandığını anımsıyorum.

Eserin ‘Gerçek’ Konusu

Sabıka kaydı, saldırıdan tecavüze kadar uzanan suçlu Randle Patrick McMurphy, tutuklu olduğu cezaevinde çalışmaktan kurtulmak için deli taklidi yapan bir mahkumdur. Tavırları cezaevi otoritesinin gözüne batmaya başlayınca bir süre sonra teşhis için akıl hastanesine gönderilir ve orada kalmasına karar verilir. Randle, hastanede de kurallara uymaz ve dikkatleri üzerine çeker. Kısa süre içinde soğuk tavırlı, suratsız, otoriter bir görevli olan Hemşire Mildred Ratched, Randle’ı yakın takibe alır ve her hareketini izlemeye başlar. Rathced ve Randle gibi birbirlerine son derece zıt iki karakterin arasındaki gerilim, Randle’ın yakın arkadaşları için planladığı çeşitli faaliyetler ve bu faaliyetlerin onlar üzerindeki iyileştirme etkisinin görülmesiyle giderek artar.

Makine, Sistemi Temsil Etmekte

Şakir Gürzumar, Hemşire Ratched tarafından yönetilen bir akıl hastanesinin öyküsünü ustaca sahnelemiş. Sahnelerken güldürürken düşündüren, düşündürürken izleyicide burukluk yaratan bir komedi yaratmış. Ortaya sahneleniş açısından da gerçekten ironik ve keyifli bir oyun çıkmış.

Oyundaki makinenin, özgür iradeyi elden almaya çalışan, insanları koyun gibi çalışmak zorunda bırakan sistemi temsil etmekte olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Örneğin, doktorların sağır ve dilsiz olduğunu düşündükleri yarı Amerikalı, yarı Kızılderili Reis Bromden, daha çocukken makine tarafından ele geçirildiği için yapabildiği tek şey, korkuyla emirleri yerine getirmek ve kurallara uymak. Bu ürkütücü dünyaya Mc. Murpy geliyor ve bir sürü gibi güdülen bu adamlar makineye karşı savaş açıyor.

Kesey’in anlattığı tımarhanedeki koğuş, simgesel olarak totaliter bir ülke. Yapıya uygun Hem-şire Ratched ve Dr. Spivy, fizyoloji ve psikoloji alanlarındaki çalışmalarıyla ünlü Rus bilgini Pavlo’nun deneyi (hani köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır, fakat köpek tepki vermez, sonradan et verilir, falan) doğrultusunda tedavi uyguluyor.  Görevliler, hastalık dereceleri her ne olursa olsun hepsine aynı davranıyor. Koğuş müdavimlerinin/halkın huzurunu bozan hastalara doğal olarak lobotomi (Yani beyindeki ön lobların uçlarındaki bağlantıların kesilmesi) işlemi uygulanıyor, falan…

Dekor, Kostüm, Işık

Şirin Dağtekin Yenen’in dekoruna, hatta kostümlerinin tamamına söyleyecek tek sözüm yok, ama Hemşire Ratched’in kostümünün hesabını(!) sormalı; önlük altı o kostüm ne öyle, o ayakkabıları kim seçti, tiyatronun tanrıları adına araştırmalıyım.

Akın Yılmaz’ın ışık tasarımını eleştirsem günaha girer miyim bilmem, ama gene de sahnedeki detayların, oyuncu yüzlerinin izleyiciye net bir biçimde ulaştırılmadığını söylemeden atlamamalıyım.

“Cenk Taşkan’ın efekt ve müzik tasarımları iyi üstü” deyip bırakmalıyım.

Oyunculuklar

Yaşlı Harding’i canlandıran Levent Can, Scanton’da Onur Kırat, Chestwick’te Kevork Türker, Billy’de Yiğit Pakmen,  oyunun başarılı oyuncuları arasında.

Ruckly’de Onur Yenidünya, Warren’de Ali Deniz Çelik, Williams’ta Gürkan Ezer, Turkle’da Engin Demircioğlu, Güvenlik Görevlisi’nde Dorukhan Kenger, Sandra’da Gamze Uçar, Hemşire Flinn’de Melda Narin Güler vasatı aşamayan, ama oyuna zarar da vermeyen oyunculuklar sergiliyorlar.

Dr. Spivy’de Engin Yüksel çok isteksiz.

Albay Matterson’da Kayhan Yıldızoğlu Usta, oynar gibi yapıyor.

Martini’de Umut Avcı, gereksiz fiziksel davranışlarla, aşırı mimiklerle oyunu yüksek komedi boyutuna taşıyor, bana sorarsa iyi etmiyor.

Oktay Kaynarca Başrolde

Candy’de Tuba Ünsal, gövdesiyle ruhunun iç aksiyonu ve dışa dönük devinimleri arasındaki uyumu sağlamayı başarıyor. Coşkularının ışımalarını ortaya pek güzel döküyor.

Galip Erdal, Reis Bromden’i duyguları ifade etmenin gözlerden sonraki aksiyon merkezinin yüz ve mimikler olduğunu bilerek başarıyla canlandırıyor. Yeni bir dramatik unsur yaratma çabasının merkezine yerleştirdiği düşünce gücüyle, bu düşünce gücünün ötesinde duran gerçeği Reis karakterine yediriyor.

Deniz Uğur, Hemşire Ratched’in ruhsal durumlarını çabuk ve kesin yakalamak amacıyla coşku ve duyu belleğini sıklıkla çalıştırıyor.

20 yıl sonra sahnede izlediğimiz “iyi” Oyuncu Oktay Kaynarca ise “iyi ki sahneye döndün Oktay” dedirtiyor. Sahnedeki dramatik anlamı ve önemi olan her tiyatroluk düşünce Kaynarca’nın aracılığıyla seyirciye daha bir iyi ulaşıyor.

“Guguk Kuşu” da yılın “iyi” oyunları arasındaki yerini alıyor.

Evrensel

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla