Bendeki Haldun Taner…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

halduntaner[Ahmet Cemal’in Cumhuriyet’te yayınlanan Haldun Taner hakkındaki yazısını paylaşıyoruz.] Bir ‘bilge’yi –hele onu tanımamış olanlara– anlatma girişiminde bulunmak.
Öylesine zor ki! Bugün, yani bu toplumda yetişebilmiş ender bilgelerden Haldun Taner’in (1915-1986) yüzüncü doğum yıldönümünde, bilgeler konusunda bir gerçeğin daha bilincine varıyorum: Üzerlerine bir şeyler söylemek ya da yazmak, onları tanıdığınız ölçüde sanki daha bir güçleşiyor. Bu en azından benim için böyle. Çünkü adları ister Beklan Algan, ister Azra Erhat, ister Haldun Taner olsun, benim tanıma mutluluğuna erdiğim bütün bilgeler, onları tanıdığım andan başlayarak kendi eserleri olan hayatlarıyla benim hayatımın da olmazsa olmaz parçalarına dönüştüler; öyle ki, sonunda ne zaman onlardan söz etmeye kalkışsam, artık bütünüyle bana mal olmuş bir şeyi anlatmam gerekiyormuşçasına zorlanmaya başladım. Bu nedenle, yıllar önce başbaşa bir sohbetimizde: “Hümanizm nedir, bana anlatır mısınız Azra Teyze?” şeklindeki soruma şu karşılığı veren Azra Erhat’ı şimdi çok daha iyi anlıyorum: “Hümanizm, benim doğal yaşama biçimim; onun ne olduğunu sana nasıl anlatayım?”

“Hep aynı şeyleri okurlar…”
Kısa bir deniz yolculuğu ile başlamak istiyorum.
Sanırım seksenli yılların başıydı. Güzel bir ilkbahar sabahı Kadıköy-Köprü seferini yapan vapurun güvertesinde karşılaştık. O sabah evden, bir köşe yazarından okuduklarımın şaşkınlığı ile çıkmışım. Öfkemi ve sıkıntımı hemen Haldun Taner ile paylaşıyorum: “Bunlar okuyan insanlar Haldun Bey! Nasıl olur da bu kadar cahilce yazarlar?” Sorumun karşılığı anında geliyor: “Bak Ahmet Cemal, okuyan insanlar oldukları doğru; fakat böyleleri ya hep aynı şeyleri okurlar ya da farklı şeyler okusalar bile, okuduklarından hep aynı şeyleri anlarlar!”
Dersimi almıştım.
Bilgeler, işte böyle konuşan ve düşünen insanlardır. Onlar, yaşadıkları hayatı hep bilmek ihtiyacının ve varılan bilgilerin potasında şekillendirdikten sonra yaşamaya koyulanlardır. Ve Sokrates’in “Üzerinde düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir!” deyişi, bilgeler için bir yaşama ahlakının ifadesidir.

Bir ‘tiyatro insanı’ olabilmek…
Tiyatro sanatının hangi dalında çalışırsa çalışsın, önce kendini tam bir ‘tiyatro insanı’ donanımı ile yetiştirmiş olmak ve ancak ondan sonra oyunculukta, yönetmenlikte, oyun yazarlığında, sahne tasarımında vb. uzmanlaşmak. Dünyayı sahneye getiren bir sanat olan tiyatronun kapılarını çalan kimsenin, her şeyden önce dünyanın bütününe ilişkin ‘kozmopolit’, yani çok-kaynaklı bir bilgi birikimini edinmesi. Ve son olarak da bu ‘tiyatro insanı’nın bütün bilgi birikimini tiyatronun –öteki bütün sanatlardan farklı olarak– hem bir sanatsal biçim, hem de toplumsal bir kurum olduğu bilinciyle pekiştirmesi.
Doğrudur. Türkçe kaynakların çoğunda belirtildiği üzere, Haldun Taner ülkemizde epik tiyatronun ve kabare tiyatrosunun öncülerindendir. Ama onun asıl önemli yanı, kendi sanatçı kimliğinde sözünü ettiğim ‘tiyatro insanı’ kavramını bütünüyle somutlaştırmış oluşudur.

Cumhuriyet

Paylaş.

Yanıtla