Antikonformist ve Asi Bir Oyun: “İmparatorluk Kuranlar”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

2012 yılında Selin İşcan’ın Genel Sanat Yönetmenliğinde Beyoğlu’nda açılan alternatif tiyatro ve performans sahnesi Hayal Perdesi, bu sezon 1962’de İngiltere’de, 1968’de New York’ta, Yazar Boris Vian’ın (1920–1959) ölümünden yedi yıl sonra da Fransa’da sahnelen “İmparatorluk Kuranlar yahut Schmurz (Les Bâtisseurs d’Empire ou le Schmurz) başlıklı oyununu oynamakta.

Bu arada, eserin yazarı Boris Vian’ı “sözün büyücüsü” olarak tanımlayanlara aynen katıldığımı açık seçik ifade etmek istiyorum. Yahu o ne düş gücü sınırsızlığı öyle, o ne söze hâkimiyet! O sınırsız düş gücü ve sözel egemenlikle tuhaf bir kaçışın öyküsünü anlatıyor Boris Vian. Burjuvazinin değerlerine sıkı sıkıya bağlı saygıdeğer Baba Léon Dupont ile Anne Anna Dupont, kızları Zénobye ve Hizmetkârları Crucke’den oluşan mutlu bir ailedir ve kendi evlerinde, nereden geldiği belli olmayan büyük bir “gürültü”nün tehdidi altında kaldıkça, kaçacakları tek yer olan evlerinin bir üst katına taşınmaktadırlar. Üst kata taşınırlar; ancak o korkunç “gürültü” asla peşlerini bırakmaz, hep arkalarından gelir. Bu burjuva ailesi, esasında yaşamlarının sürekli yükselme çabası içinde anlamsızlaşan boşluğundadırlar.

İyi de, bu kadar basit mi konu?

Değil elbette!

Burjuva toplumunun içi boşalan değer yargılarını, bireyin yalnızlığını ve kent insanının paranoyasını bu grotesk konu içinde alabildiğine mıncıklar, ciğerini deşer Vian…

Ve Vian’ın sistem karşıtı, sansasyonel, saldırgan, kışkırtıcı ifade biçemi seyirciyi sarıp sarmalar.

Yenidünya Sosyolojisi

1957’de yazdığı bu son oyununu sahne üzerinde görmeden, yazılı metin okunmaya başlandığında (Mitos Boyut Yayınları/Tiyatro Oyun Dizisi-Aralık 2008) Boris Vian’ın diğer oyunlarıyla aradaki kurgu farkı hemen yakalanır. Sahnede olduğu duyumsanan, ancak ne olduğu pek anlaşılamayan Şümürz, yepyeni bir kurgulamaya yataklık etmekte; oyun boyunca süregelen metaforik bir gönderme aracı olarak kullanılan “gürültü” okuru/izleyiciyi düşünmeye itmekte. Karakterler kendilerini bekleyen kaçınılmaz sona “gürültü”yle ilerliyorlar. İnsana, insan olmaya yer bırakmayan yenidünya sosyolojisi, kendi içindeki ironisiyle paramparça ediliyor.

Yükselirken Azalma

Oyunu (benim dahi saydığım yönetmen) Aleksandar Popovski sahneye koymuş. Yazar, “gürültü”den kaçmak isteyen çekirdek aileyi sürekli bir üst kata taşırken, yönetmen Popovski aileyi düz bir platforma yerleştirmiş. Yerleştirirken, Vian’ın üç perde düzeniyle üç ayrı katta sürdürdüğü oyunun mekânlarını beyaz renkli yapışkan bantlarla ayırmış. Zénobie’nin: “… merdivenleri çıkacağız (age: Sayfa 25)”, “Sonra bir kat yukarı çıktık, o katta da, karşı dairede oturan oydu (age: Sayfa 26)” replikleriyle Vian’ın “yukarı doğru yükselirken azalma” vurgusunun da altını sanki daha iyi çizmiş.

Yani yazar, her yeni kata çıkışta geçmişle ilişkiyi koparttırıyor, geçilen kapıları çivilettiriyor ya! Örneğin, ailenin sahneye gelişinde yazar, ortamı Baba’nın merdivenin başına gitmesi, merdivenin aşağı kata inen ağzını tahtalarla kapatması ve tahtaları çivilemesi olarak (age: Sayfa 16 ve 17) çiziyor ya! Yönetmen, yazarın bu yorumunu merdivenin ayağına yapışkan banttan sınır çizerek ve içine çarpı işareti oturtarak uyguluyor.

Popovski, Ayberk Erkay’ın temiz bir Türkçeyle dilimize kazandırdığı Boris Vian’ın üç perdelik oyununu enine boyuna budamış, tek perdeye ve doksan dakikalık sürece indirgemiş. Sonuç itibariyle garip, gel gelelim törensel ve büyüleyici nitelikte bir oyun kotarmış.

Yaratıcı Kadronun Diğerleri

Svan Jonke, dekor tasarımında özgürlüğün diyalektiği ile seyirciyi karşı karşıya bırakmaya çalışmış. Nasıl engel olduysa olmuş, kendi yarattığı ve seyirciyi özgür kılacağını sandığı mekân kurgusu, kendi sınırlamalarını kendine dayatmamış. Kutu sahnenin dışına çıkmış, ama oyuncuları yarattığı formun içine sıkıştırmamış. Giysileri tasarlayan Taciser Sevinç, eserin ruhuna bu kere de olabildiğince sadık kalmış. Popovski, dans tablosunda hareketlere uyabilmek ve atmosferi verebilmek için ışık değişimleri yapmamış, renkli ışık kullanmamış, spot aydınlatmasını yeter saymış, ama gene de genel anlamda seyircinin görsel efekt açısından etkilenmesini sağlamış. Handan Ergiydiren’in koreografisi zayıf kalmış, gel gelelim Barış Manisalı’nın müzik ve efekt tasarımları oyuna katkı sağlamış.

Oyunculuklar

Selin İşcan, Şümürz karakterinin içsel, ruhsal imge tutkuları üretenin, aynı türden bireysel malzemelerden oluştuğuna tanık etti beni. Kutluyor ve alnından öpüyorum.

Cruche’da Selin Tekman’a duyularının nasıl işlediğini ve belli şeylere niye tepki verdiğini bulmasını öneriyorum. Duyularının yoğun keşfine yönelirse, başarıya yaklaşımını o denli kolaylaştıracak, yüzde yüz eminim.

Komşu’da Nihat Alptekin, yönetmenin istediği kadarını başarıyla veriyor.

Ayşe Lebriz Berkem, duygularını Anna’nın “derinliklerine” indirebilmeyi başarıyor.

Tuba Karabey, oyunun yorumunda ve kendi özel perspektifinin yerleştirilmesinde belli bir anda, belli bir durumda bulunabiliyor, belli bir heyecanla harekete geçerek sahne üzerinde belli bir noktaya yaklaşıyor ya da o noktadan uzaklaşabiliyor. Eylemi, sözleri, çizgileri, renkleri, ritmi mükemmel Tuba Karabey’in, tam kutlanmalık.

Baba Léon Dupont’da usta oyuncu Reha Özcan ise, sessizken ya da hareketsizken, karanlıkta ya da ışıkta, bilinçli ya da bilinçsizce coşkularının ışımalarını gene ortaya koymasıyla alkışlardan büyük payı kapıyor.

Sözün özü: Hayal Perdesi, “İmparatorluk Kuranlar” yapımıyla on üzerinden on alıyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla