Son 20 Yılda Dansın En Önemli Anları

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri/ Mark Morris, Pina Bausch ve Natalia Osipova: Son 20 yılda dansın en önemli anları 1995’te koreograf Richard Alston kendi dans topluluğunu oluşturmak üzere Londra’daki the Place’ye davet edildi. Aynı yıl, Judith Mackrell Guardian’da yazmaya başladı. Burada, son 20 yılda onlar için dansın en önemli anlarını seçtiler. Sizinkiler neler?

Guardian, 20 Ocak 2015, Çeviri: Verda Habif

Richard-Alstons-PhaedraNa-006 Richard Alston’un Phaedra’sı ve Giselle’de Natalia Osipova  . Fotoğraflar: Guardian için Tristram Kenton

Richard Alston

Dansı ilk defa kafaya takışım bundan 50 yıl önceye dayanır ve aklımda kalan önemli noktalar her şeyden çok gençken yaptığım keşiflerdir. Ancak son 20 yılda bazı öne çıkan şeyler yine de oldu. Hip-hop olağanüstü şekilde gelişti. Her şeyin ötesinde müziğe verilmiş ayrıntılı bir cevap olarak gelen girift, zor ve yüksek enerjili bir hareket olmasına bayılıyorum. Dansı seven gençlere bir çok kapı açtı.

Bir diğer fevkalade gelişme YouTube’da gördüğünüz, üzerinde çalışıp analiz etmeniz veya sadece keyfini çıkarmanız için elinizin altında mevcut olan dans külliyatıdır. Ben, Symphonic Variations’un [Senfonik Çeşitlemeler] orijinal kadrosunda dans eden Margot Fonteyn’den başlayıp, ponpon kız olarak seçmelere gelerek korkunç şeyler yapan kızlara bıkıp usanmadan piruetler [-Balede tek ayak üzerinde dönüş] yaparken kendisini videoya çeken genç bir Arjantinliye kadar giderek saatler harcadım… Kesinlikle bağımlılık yaratıyor.

Yirmi bir yıl önce, benim genel sanat yönetmenliğimin ardından Rambert’le yollarımızı ayırdık. Bu ayrılık o zaman için şiddetli bir biçimde acılıydı, ama 2005’te Michael Clark’ın Swamp’ının [Bataklık] yeniden gösterimini görmek benim için iyileştirici bir an oldu. Halen duygusal olarak hassastım ancak ağır basan duygu -daha genç bir koreograf gerçekten iyi bir iş ürettiğinde ve bunda bir katkınız olduğunu bildiğinizde hissettiğiniz başarı duygusunu hatırlatan- gerçek anlamda bir gururdu.

Başka bir şekilde, New York’ta bir kaç yıl önce New York Theatre Ballet’in [New York Tiyatrosu Balesi] gerçekleştirdiği Antony Tudor’un Lilac Garden’ini [Leylak Bahçesi] ve Dark Elegies’ini [Karanlık Ağıtlar] seyrettiğimde son derece etkilendim. Muhtemelen orijinal Mercury tiyatrosundan daha büyük olmayan, küçücük bir sahnede gösteriyi gerçekleştiriyorlardı ve o kadar basit ve dayatılmamış bir dürüstlük ile icra ediyorlardı ki bu güçlü işlerin kendi kendilerini ifade etmelerini sağlıyorlardı. Keşke Londra bu grubu görebilseydi- “kaçırdığımız fırsat” olan Tudor’un bizim için yeri özeldir, ve bana göre hala orijinal samimiyetleriyle sahnelendiğinde en iyi sonucu veren bu baleleri kaybetmemiz gerçekten önemli.

Martha Graham’in Steps in the Street’inin [Sokaktaki Adımlar] yeniden yapılışını gördüğümde kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Titiz ve sert bir basitlikle dans eden tümü kadınlardan oluşan bu grubun gücü ve kudreti bana Graham’in kariyerinin başlangıcındaki olağanüstü dehasına dair gerçek bir kavrayış sağladı. Kaç kez üst üste çift ayak sıçrama yapabilirsiniz? Steps in the Steet’te bu yüzlerce kez oluyormuş gibi hissediyorsunuz ve toplamdaki etkisi muazzam.

Neredeyse ilkel bir gücü olan bir başka dans ise 2005’in Mark Morris Grand Duo’su [Büyük Düet] –onu gördüğümde hiç bu kadar iyi bir iş yapmamış olduğumu hissettim. Hala deniyorum.

Söz konusu iki on yılda mutsuz iki dikkat çekici nokta var. Place’ye [-Londra’da bir çağdaş dans merkezi] bir ilk vardığımda yükselen koreograflar arasında en özgün olanı kesinlikle Jeremy James’ti. Onun Minty [Kirli] ve My Big Pants [Benim Büyük Pantalonum] adlı eserleri kurnaz, acayip ve tümüyle cazipti. Ölümü çok ani oldu ve bu büyük bir kayıptı; onu hala özlüyorum. Bir de, Trisha Brown’un şaşırtıcı bir şekilde ve tek kelimeyle güzel buluşlarını özlüyorum ve bunların bitişini kabullenemiyorum. Trisha tartışmasız olarak ömrümde gördüğüm en büyük sanatçılarından biri ve artık iş üretmiyor. 2011’deki son işi I’m Going to Toss My Arms –If You Catch Them They’re Yours [Kollarımı Fırlatacağım- Eğer Onları Yakalarsan Senindir] Trisha’nın dansçılarına gönderdiği yönergelere dayanıyordu. Bütün güzelliğine rağmen, bundan sonra yeni bir işinin olmayacağını bilmek gösterimi seyretmeyi neredeyse dayanılmaz hale getirmişti.

Daha keyifli bir önemli olay da Merce Cunningham’ın Tate Modern’de sergilediği şahane bir dizi etkinliktir. Her gecenin sonunda Merce müzisyenlerle birlikte yerinden kalkıp önüne geçilemez bir hoşnutlukla sırıtıyordu ve boşuna değildi. Dans devasa Turbine Hall’e [Tate Modern Müzesine ait bir alan] yayılıp tek kelimeyle muhteşem görünüyordu ve Olafur Eliasson’un Weather Project [Hava Durumu Projesi] adlı gerçekten çok güzel olan yerleştirmesiyle birlikte zenginleşiyordu. MCDC [Merce Cunningham Dance Company- Merce Cunningham Dans Topluluğu] tarafından gerçekleştirilmiş şimdiye kadar gördüğüm en unutulmaz performanslardan birkaçıydı ve işlerinin birçoğunu görmüşümdür…

Otuz iki yıl önce, George Balanchine öldü. New York City Ballet [New York Şehir Balesi] o zaman dört bir yandan saldırıya uğramıştı ancak şimdi nefis bir canlanma yaşamakta. Yaşım ilerledikçe Balanchine benim için daha da önemli hale geliyor- müzikalitesi, net dilinin ihtişamı ve adamın büsbütün akıllara durgunluk veren dehası eserlerini muhteşem bir ilham kaynağına haline getiriyor ve şahane olan şey şu; daha keşfedeceğim bir sürü eseri var. İki yıl önce New York’ta Black and White adlı bir festival bir başyapıt üzerine diğerini yığdı.

Benim kendi işlerimde de yeni heyecanlar doğuran bir takım değişiklikler oldu. Giderek sertleşen ekonomik koşullar içinde kendi grubum dışındaki gruplarla da işler yapmaya başladım (geç olsun güç olmasın). Benim için iki olağanüstü deneyimden biri ustalıklı bir şekilde canlı olarak çalınan Shostakovich’in Birinci Piyano Konçertosunun üzerine Ballet Theatre Munich [Münih Bale Tiyatrosu] için yaptığım Sheer Bravado’ydu [Katıksız Meydan Okuma]. Onu takip eden sezonda toplulukta yönetim değişimi oldu, bu nedenle lirik bir neo-klasik olarak tanımlanabilecek olan bu eserin şu anda yeni bir yuvaya ihtiyacı var- çeşitli olasılıkları değerlendirmekteyiz. Bir diğer heyecan verici olay da 2009’da Scottish Ballet [İskoç Balesi] için Carmen’in bir versiyonunu yapma teklifini almış olmamdı. Eser şu anda Miami City Ballet’in [Miami Şehir Balesi] harikulade dansçılarıyla prova sürecinde, ekibin çoğunluğu İspanyol asıllı, Kübalı ve Brezilyalılardan oluşuyor. Önümüzdeki ay eseri sahnede görmek için sabırsızlanıyorum.

Aynı zamanda kaybolup gitmesin diye işi filme çekiyoruz. Geçtiğimiz baharda Shimmer’da [Parıltı] beni çok memnun eden özellikle muhteşem bir ekip yakalandı. Diğer bir memnuniyetim ise daha genç olan meslektaşım Martin Lawrance’nin işlerinin gelişmesini izlemek onları beslemek. Son üç işi de birbirinden güçlüydü.

Judith Mackrell

Senin listenle benimki arasında birçok örtüşen nokta var- sende olduğu gibi bende de YouTube, Tate Cunningham olayı (Merce’nin cömert gülümsemesi ve dansçılarına bu kadar yakın olmasının harikalığı için) ve Mark Morris’in Grand Duo’sunun ruh sarsıcı finali var.

Aynı zamanda ilk on ikimin içinde Matthew Bourne’nin Swan Lake’si [Kuğu Gölü] (dans için yapılmış uluslararası bir tezahürat), Pina Bausch arşivinin açılması (Rite of Spring [Bahar Ayini] ve Cafe Müller’in yeniden sahnelenişleri dahil olmak üzere), Jonathan Burrows ve Matteo Fargion’un beklenmedik deli ve sıkı ortaklığı ve senin yakın zamanda yaptığın Phaedra’ndaki dokunaklı dram var. Balede, aralarında Alina Cojocaru ve Natalia Osipova’dan izlediğim biri ustalıkla işlenmiş diğeri ise kendini feda edercesine ateşli iki birbirine zıt Giselle de dahil olmak üzere bazı özel kişisel performanslara dikkat çekmek isterim. Aynı zamanda bu sanat türünün tamamen yaratıcı bir dirilme yaşadığı olgusuna dikkat çekmek isterim.

Ben Guardian’da yazmaya başladığımda balenin geleceği pek iç açıcı görünmüyordu. William Forsythe (baleye cidden sırtını dönmek üzereydi) kendi dans dilinin güvenirliğini sağlamış klasik temelli nadir birkaç koreograftan birisiydi. Şimdi ise, 20 yıl sonra, hepsi de Royal Ballet [Kraliyet Balesi ] için koreografi yapan Wayne McGregor’umuz, Christopher Wheeldon’umuz ve Liam Scarlett’imiz var. American Ballet Theatre’da [Amerikan Bale Tiyatrosu] ise Alexei Ratmansky, (onun DSCH Konçertosu benim öne çıkanlar listemde üst sıralarda yer alıyor) New York City Ballet’de de Justin Peck var. Paris Opera Ballet’ine [Paris Opera ve Balesi] yeni gelen Benjamin Millepied de işinin başına yapmayı planladığı değişikliklerden oluşan bir görev şemasıyla geldiğini söylüyor.

Bu benim tahmin edemeyeceğim bir geri dönüş oldu. Ayrıca son yirmi yılın bir başka sürprizi de dans için yapılan yeni binaların sayısı ve bunların bu sanat dalına her açıdan yaptıkları radikal etki oldu.

Yenilenmiş Sadler’s Wells de Londra için muhteşem oldu, şehre ilk tam anlamıyla dansa adanmış tiyatroyu ve neredeyse tüm yıl boyunca süren etkinlik programını sundu. Wells sayesinde meydana gelen hareketlilik benim bir dans eleştirmeni olarak gayeme yardımcı oldu ve başarısı (bence) Londra’daki diğer mekanların dans etkinliklerini programlamaları doğrultusunda itici güç oldu. İngiltere’nin diğer bölgelerinde de, Newcastle’de Dance City’nin, Edinburgh’de Dance Base’nin ve Ipswich’de Jerwood Dance House’nin ve Phoenix ve Northern Ballet’e ev sahipliği yapan altı katlı binanın açılması Londra dışında dansın hem üretimine hem de izlenmesine odaklanılmasına olanak ve mekan sağlayan gelişmelerden birkaçıdır.

Şimdi durum, genç dansçıların her türlü soğuk ya da pis prova mekanı için eşelemek zorunda kaldıkları ve sahne alabilecekleri çok az mekanın bulunduğu senin ilk topluluğun Strider ile işe başladığın o günlerden çok farklı.

Genel olarak bugün dans için ayrılmış daha çok para var gibi ve eskisine göre birçok farklı olanak. Ancak finansman sağlama konusundaki rekabet de bir o kadar şiddetli. Ayrıca, temel geçim ve çalışma giderleri korkunç bir şekilde artmış durumda. Acaba, bu işlere bugün başlıyor olsaydın senin için daha mı kolay, yoksa daha mı zor olurdu diye merak ediyorum.

Richard Alston

Senin yeni binaları eklemiş olman ben de doğrudan yankı uyandırıyor. Sadler’s Wells müthiş ancak topluluğum aynı zamanda yılın büyük bir kısmında İngiltere’de turne yapıyor ve Salford’daki Lowry, Edinburgh’taki Festival Tiyatrosu, Caterbury’deki The Marlowe ve Shrewsbury’deki Severn Tiyatrosu gibi şahane yeni tiyatrolar da bizim turne dönemimizin gerçekten heyecan verici olaylarından sadece bir kaçı. Strider günleri ile ilgili de haklısın (kırk yıl öncesinden bahsediyoruz). Biz Arts-Council [-İngiltere’de sanatçılara fon sağlayan sanat kurumu] tarafından düzenlenen ve The People Show [-İngiltere’de deneysel performans topluluğu] gibi performans sanatçılarının ardından yarım saat sonra sahne aldığımız ve birayla yıkanmış ve pislik içindeki sahneleri temizlemek zorunda kaldığımız birkaç karışık platformun/programın parçasıydık.

1973’te Arts-Council tarafından desteklenen kelimenin tam anlamıyla tek bağımsız dans topluluğuyduk ve bu nedenle genellikle tam olarak ne yaptığımız hakkında hiçbir fikri olmayan ya da çok az fikri olan mekanlar tarafından programa alınıyorduk. Sözü açılmışken, yetmişlerde herkesin iş bulacağı konusunda bir beklenti vardı- ekonomi genel olarak bugünle karşılaştırıldığında çok daha iyimserdi.

Bugün ayakta kalır mıydım? Merak ediyorum… kırk iki yıl boyunca hiç finansman desteği için başvuru formu doldurmak zorunda kalmadığım doğrudur- bu gibi konularda tamamen eğitimsizim. O uzak günleri gerçekçi olmayan bir nostalji duygusuyla hatırlıyor olabilirim ama en kuvvetli izlenimim o günlerde daha az para olmasına rağmen genç sanatçılar için kesinlikle daha büyük bir gelecek olasılığı ümidinin olduğudur (ve doğrusu bütün genç insanlar için). Bugün başlamak benim için kesinlikle çok daha zor olurdu; en azından genç bir sanatçı olarak havaya girmeden önce fikir aşamasını sindirdiğim ve yavaş yavaş gelişmemi gerçekleştirdiğim uzun bir ısınma dönemi geçirme (en az on yıl) şansına sahip olduğum için hala kendimi çok şanslı hissettiğimden dolayı… Bugün yeni koreograflar, ya hiç bir fırsata sahip olamıyorlar ya da uluslararası başarı beklentileriyle erkenden üzerlerine yükleniliyor. Taleplerin içinde sıkışıp kalıyorlar ve genellikle heyecan verici olan ilk işleri hiç gelişme fırsatı bulmuyor.

Paylaş.

Yanıtla