Hadi Tanz Edelim: Wuppertal Dansçıları ve Pina Bausch

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri/ İlk kez sahnelenişlerinden otuz yıl sonra, meşhur Alman koreografın iki gösterisi İngiltere’de prömiyer yapıyor. Çamur, ter, gözyaşı ve dev kaktüsler görünce şaşırmayın.

Guardian, 7 Nisan 2015, Çeviri: Ata Berk Akşit1-cabcdfe8-22a1-4fd4-bbe1-340328719bc7-1020x612

‘İnanılacak gibi değil’ … Tanztheater Wuppertal’dan Ahnen. Fotoğraf: Bo Lahola

Scott Jennings, toprağa gömülü şekilde sahneye giriş yapmayı “Bir çeşit enerjiyle geliyorsunuz fakat sahneye çıkar çıkmaz –şak!- sanki birisi sizi aşağı çekiyor. Gerçekten de üzerinize bir ağırlık çöküyor.” şeklinde açıkladı. Uzaklara bakarak “Orada durmak bile ağırlaştırıyor insanı, dibe çekiliyormuş gibi hissediyorsunuz. Havada da şey kokusu var…”

Diğer bir dansçı, Lutz Förster, “Çam yaprağı kokusudur o.” diye gülümseyerek açıklamaya başladı: “Yirmi küsur tane yılbaşı ağacımız var burada.” Müzik danışmanı Matthias Burkert, “Sonra, sahneyi bir savaş alanına çeviren yoğun sis gelir. Pusun içinden de yaşlı beylerden oluşan küçük bir bando, romantik bir parça çalar.” diye ekledi.

Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde bulunan bir endüstri kenti olup, Pina Bausch’un ekibine 40 küsur yıldır yuvalık etmiş olan Wuppertal’daki opera binasında oturuyoruz. 1984’te ilk kez sahnelendiğinde Förster’in oynamış olduğu Auf dem Gebirge Hat Man ein Geschrei Gehört (Dağda Bir Çığlık Duyuldu) hakkında konuşuyoruz. Bu yeniden canlandırmanın kadrosunda, Bausch’un 2009’daki ölümünden buyana ekibe katılan beş yeni üyeden biri olan İngiliz dansçı Jennings’de bulunuyor. Gebirge [Dağ], Londra’daki Sadler’s Wells’te İngiltere prömiyerini yapacak iki Bausch gösterisinden biri. Diğeriyse 1987 yılında ilk kez sahnelenen Ahnen [Sanmak/Atalar]. Ahnen’in dev kaktüslerine, uzaktan kumandalı helikopterine ve cam tabutuna sonra değineceğiz.

Bausch, 1970 ve 80’lerin büyük bir bölümünü, bir yandan yılda bir veya iki yeni eser çıkartırken, diğer yandan da repertuvarında bulunan eserlerle turneye çıkarak geçirdi. Ölümünün ardından beş yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen, onun üretkenliği ve muazzam gösterilerinin ülke dışına çıkarılmasındaki teknik ve finansal zorluklar nedeniyle, İngiltere seyircisi hala onun her eserini izlemiş değil. Şu anda Förster’in sanat yönetmenliğini yaptığı ekip önümüzdeki sezon, henüz ismi belirtilmemiş bir koreografın çalıştırdığı ve heyecanla beklenen yeni bir eser sergileyecek.

Bausch’un göz kamaştırıcı imgelerle oluşturduğu şölenler, rüyaları ve anıları birbirine karıştırıyor. Gösterileri absürt ve alaylı, ağlamaklı ve anlamlı, resmi ama gayri resmi, bireysel ama evrensel. Dansçıları zarifçe giyinmiş – genelde yarı çıplak – bir şekilde birbirlerinin saçını çekiyor, kafalarında elma tutuyor, birbirine aşk ve öfke içinde sarılıyor, güneşleniyor – ve esrarengiz gülümsemeleriyle, yılan gibi sahnede ve sahne dışında dolanarak meşhur geçitlerini yapıyorlar. Müzik kolajı da beklenmedik sahnelerin oluşturduğu çorbayla uyuşuyor: Jazz, folk, klasik; fado, çin davulu, tango, Purcell, Portishead, pavanlar[16. yüzyılda popüler bir dans ve müziği].

2-d6cebee3-b3e8-479b-9585-9dacc531ce05-620x372‘Gerçekten de üzerinize bir ağırlık çöküyor’ … Auf dem Gebirge Hat Man ein Geschrei Gehört.

Gebirge, Burkert tarafından bizzat seçilmiş oldukça eklektik bir müzik kolajından oluşuyor. Burkert bu eseri çıkarırken Mendelssohn-Bartholdy’nin Kriegsmarsch der Priester (Papazların Savaş Marşı) parçasını radyoda duyup etkilenmiş. Şarkının kaydına ulaşmış ve Billie Holiday, Enrico Caruso, Fred Astaire ve Gerry Mulligan gibi isimlerden oluşan parçalar listesine eklemiş. Gebirge, (Eski Ahit’teki Yeremya Kitabı’ndan alınmış bir imgeden gelen) ismini Heinrich Schürtz’ün bestelediği bir kilise müziğiyle paylaşıyor; Burkert ve Bausch bu besteyi gösterinin ilk yarısının sonundaki bir sahnede kullanıyor. Burkert, “Müzik çalıyor ve hiç bir şey olmuyor. Ortada sadece bir insan var,” diyor. Avustralyalı dansçı Julie Shanahan’sa Gebirge için “sahne çok boş – genellikle tek bir insan görüyoruz ve aniden bütün ekip sahneye doluşuyor. Eser oldukça sade – seyirciyi, insana gerçekten bakmaya davet ediyor.” diyor.

Bausch’un gösterileri, insan gözlemi açısından birer başyapıt. Wuppertal’ın yanında, Solingen’de doğmuş. Orada ailesinin bir restoranı varmış. Çocukken masaların altına oturup müşterileri gözlemlermiş – bu tecrübeler de doğrudan onun Café Müller (1978) isimli eserini beslemiş. Bu eserde sahne, sandalyelerle doludur; kollarını değirmen gibi döndüren bir kadın yalnız başına bu sandalyelerin etrafında koşturur ve bir adam ümitsizce onu korumaya çalışır.

Essen’de eski öğretmeni Kurt Jooss’un yürüttüğü Folkwang ekibinde dans ettikten sonra Bausch, Friedrich Engels’in doğduğu ve aspirinin icat edildiği kasaba olarak bilinen Wuppertal’daki operaya ulaşmış. Wuppertal Balesi’nin başına geçince partneri Rolf Borzik’le birlikte “dans operaları” sahnelemiş ve tanztheatre stilini oluşturmuş. 70’lerin ortasında ekibin Bahar Ayini yorumu standartları alt üst etmişti. Dansçıların kostüm ve bedenleri, Borzik’in sahnenin üstünü kaplattığı turbayla lekelenmişti ve bütün operaya çamur ve toz kokusu çökmüştü. Bu cüretkar eserleri klasik baleye alışkın olan Wuppertal seyircisi keyif ve tiksintiyle karşılamıştı.

3-d486f52b-1037-4990-949d-a1bb6fd6bdb6-620x372Wim Wenders’ın filmi Pina’dan bir sahne, Tanztheater Wuppertal’ın ofisine yakın çekilmiş.

Operadan aşağı inince Tanztheater Wuppertal’ın ofisi çıkar karşınıza. Ofisin yanındaki gürültülü, eski kavşak Wim Wenders’ın Pina Bausch’a adadığı 3B filmi Pina’daki açık hava performanslarından birinde kullanılmıştı. (O sahnede arabalar hızla yoldan geçerken tipik Bausch kıyafetleri giymiş bir çift – erkeğe takım, kadına ipek – birbirinden kopuk hareketlerle tutkulu bir düet yaparlar.) Ofisten sonraki köşede bir “romantika bar” vardır ve yakındaki asma tren yolu olan Schwebebahn’ın istasyonundan yolcular akın eder. Tren yolu Bausch’un bir zamanlar çalışmış olduğu odanın hemen yanından geçer (gösterilerinde sahnede yapılan geçitlerin ilhamını, odasının önünden hızlıca geçen vagonlardan aldığı söylenir). Ekip hala bu bölgede, 1950’lerde sinema olarak kullanılan büyüleyici bir stüdyo olan Lichtburg’da çalışmaktadır. Bausch’un oturup dansçıları gözlemlediği masa hala burada, duvarda ve balkonda iste rengarenk kostümler asılı.

Ofiste, Borzik’in 1980’deki ölümünden beri ekibin sahnelerini tasarlayan güler yüzlü Peter Pabst’la tanıştım. Pabst’ın Bausch’la çalışmaları nasıl mı yürüyordu? Fevkalade. Bausch, dansçılarının sorularını sorardı ve cevapları – kelimelerle ve hareketlerle ifade edilen – her eserin şekillendirilmesine yardımcı olurdu. Ama Pabst, Bausch’a bir tasarım gösterdiğinde kendisine sadece tek bir soru sorulduğunu söyledi: “Peki başka ne işlevleri var?”

“İkimiz de, dekorun sadece güzel olmaması gerektiği – dansçılar için yeni bir dünya yaratması gerektiği konusunda anlaşmıştık. Bu da karar anını ertelemeye çalışmamız anlamına geliyordu. Oluşan şeyin ne olduğunu ve ne yapacağını hissetmeyi isterdi.” Kostüm tasarımcısı Marion Cito da, tıpkı Pabst gibi, Bausch’la bir eser üzerinde çalışırken çok az konuştuklarını, fakat prömiyer yaklaştıkça gece geç saatlere kadar kostüm dahil tüm prodüksiyon öğeleri üzerinde çalıştıklarını söyledi: “Kimileri hepsinin bir araya gelişlerinin bir mucize olduğunu söylüyor … Gerçekten de öyle.”

4-0f124890-d5b9-4556-8589-58532a1e5fa3-408x480Meraklı çocuklar gibi … Auf dem Gebirge Hat Man ein Geschrei Gehört.

Normalde büyük ebatlı tiyatro ve dans prodüksiyonlarında, bir an önce sahneye çıkabilmek için çok yoğun bir şekilde kostüm ve dekor hazırlanır. Pabst, provalarda ekip ne yapıyor diye oldukça çok vakit geçirdiğini, fakat haftalar geçtikçe dekor hakkında konuşmadıklarını söylüyor. “Pina yeni bir prodüksiyon üzerinde çalışmaya başladığında, okuyacak ya da tasarlayacak hiç bir şey olmazdı … Terk edilmiş bir çocuk gibi hissederdim kendimi … Ne yapacağımı bilmezdim. Ben de maket evimle oynamaya başlardım. Nasıl bir eser çıkaracağını asla bilmezdi. Yoğun bir sisin içindeymiş gibi hissediyordum kendimi.”

Gebirge’nin dekoru hazır olduğunda ve dansçılar ilk kez sahneye çıktıklarında “küçük çocuklar gibi bu dekorla neler yapabileceklerini merak ederlerdi”. Tanztheater Wuppertal’da sohbetler daima çocuklara varıyor. Förster “Pina yeni bir eser yaratırken yeni doğmuş bebek gibi olurdu,” diye açıkladı. Dansçı Nazareth Panadero, Bausch için “Sizin hem bir ihtiyar, hem de aynı zamanda bir çocuk olmanızı sağlardı” gözleminde bulunduğunu belirtti. Shanahan’da “Oynarken, hayal gücü ve yaratıcılık görüyorsunuz” dedi ve ekledi: “Bir bakıma, sürecimizin başlangıcı biraz oyun oynamaya benziyordu. Zaten oyun dediğin nedir ki? Düşlerini keşfedecek, aptalca şeyler yapacak kadar açık olmak. Oyun oynayan çocuklara bakarsanız, aslında hayal güçlerinin kapılarını açtıklarını görürsünüz. Oynarken son derece doğallardır. İşte Pina da böyle kendini terk ederek yaratıyordu eserlerini.”

Eserinlerde de sıkça çocuk oyunları oynanır. Masurca Fogo’nun (Ateşli Mazurka) neşeli bir kısmında, birkaç dansçı derme çatma bir çocuk havuzu üzerinde sahne boyunca kayar. Ama bu oyunlar genellikle yetişkinliğin rahatsız ediciliğiyle kırılır. Yine aynı eserde, erkek bir dansçı Shanahan’ı arkadan yakalar ve zorla ağzıyla küvetten elma tutturur*. Bausch’un eserleri tekrarla doludur – en azından ben Shanahan’a böyle diyorum. Oysa bana katılmaz ve: “Tekrar diye bir şey yoktur … İnsanlar tekrar edemez. Her eylemin icrasında farklı bir halet-i ruhiyedesindir. Eserin sonuna geldiğinde bir tekrar olunca farklı bir yolculuktasındır – gözlerin farklıdır, elin farklıdır. Neredeyse hayattaki gibi. 16 yaşında aşık olmakla yaşlanıp aşık olmak arasında fark vardır. Asla ama asla kendini tekrar etmezsin. Pina’da asla kendini tekrar etmezdi.”

5-f83b54f1-2a1e-455e-a5a0-f67d57917779-620x3722002, Sadler’s Wells’te Masurca Fogo. Fotoğraf: Tristram Kenton

Shanahan, Bausch’un meşhur soru cevap seanslarından bahsetti: “(Doğaçlamalardan) neyi beğenip seçecek asla bilemezdiniz. Bazıları çok güzel şeyler yapardı ama Pina onları bir daha görmek istemezdi.” Bana, sürecin özgürleştirici olduğunu söyledi ama yıllar geçtikçe “zorlaşıyor çünkü sahnede bu kadar çok çıktığınızda, kendiniz hakkında da çok şey göstermiş olursunuz”. Gebirge’nin Almanya’daki prömiyerinde sahne alan Förster, New York’taki José Limón ekibiyle çalışmaya gittiği için Bausch’u kırdığının hikayesini anlattı. “Beni uzun süre boyunca görmezden geldiği için provalarda mutsuzdum. Prömiyere sadece iki hafta kala benden ve Dominique (Mercy)’den kalmamızı istedi ve Dominique ve benim için küçük bir düet koreografisi yaptı. Tam bir Pina kareografisi olan bir slow danstı. Böylelikle tekrar beraberdik.”

Förster, Gebirge ve Ahnen’deki “tüm hareketler” Bausch’tan çıktı diye ekledi: “Birkaç adım dansçılardan geldi ama temel hareketlerin hepsini o gösterdi.” Ekibin 2013’te Wuppertal’da Gebirge’yi gözden geçirdiği sırada Förster, orijinal ekibin parçası olmuş olan sayılı üyelerden biriydi. Ekip daima eseri yaratan dansçılarla sonradan sahne alan dançılar arasındaki iletişimin önemini vurgulamıştır. En eski üyeler yaşlanıp daha az sahne almaya başlasa da, genç dansçılara tecrübe aktarımında bulunuyorlar. Jennings, Ahnen’deki – sürreal , deri ceketli, güneş gözlüklü, iskoç eteği giyen, ağazından zincir sarkan punk – tiplemesini, tiplemeyi yaratan Mark Sieczkarek’ten aldığını anlattı. Bunu yaparken Sieczkarek’in o zamanki özel hayatını da öğrenmiş – sürecin önemli bir parçası budur çünkü dansçılardan performanslarına otobiyografik öğeler katmaları istenir.

Ahnen, bu ayın Londra gösterimleri için önceki eserle eşleştirildi çünkü çok daha hafif bir havası var. Förster, “Gebirge çok ağır, karanlık bir eserdir. Ahnen’se çılgıncadır” diye açıkladı. Zamanının prova kayıtları – Ahnen Ahnen ismiyle yayınlanan sürükleyici DVD – bu görüşü kesinlikle destekliyor. Kostümlerin içerisinde dev, mavi tüğlü kanatlar var; sahnedeyse dev kaktüsler var ve görkemli bir gardrop, dekoru tamamlıyor. Makyaj da göze çarpıyor: Göz kapaklarının üzerine göz çizilmiş. Koreografın her şeyi gören bir insan gözlemcisi olmasını yansıtan bir sembol olmuş. Ama kayıtta sahne arkası nerede başlıyor nerede bitiyor belli değil: Dansçılar etrafta oturuyor, örgü örüyor, kremalı pasta yiyor ki bu da –bunun bir Pina Bausch eseri olduğunu göz önünde bulundurursak – performansın bir parçası olabilir.

Müzik konusunda Burkert, Ahnen için “Çıkardığım en renkli parça. Çok fazla öğesi var – Etnolojik müzik, rahat dinlenen parçalar, Fred Astaire ve Billie Holiday [ikisi de Gebirge’yle bağlantılı]. 30-40 arası parça var – punk müzik, İsviçre folk müziği, biraz Purcell, Monteverdi.” Kendisi de Ahnen’de kışlık mont giymiş yaşlı bir adam kılığında, bir Katalan gitar parçası çalarak sahneye çıkıyor.

 6-dfc8d937-3c93-468b-8eec-57d5fa5c0094-393x480

‘Bu şehre çalışmak için gelirsiniz’ … Pina Bausch. Fotoğraf: AFP/Getty Images

Bausch, sergilemelerein bir orkestra eşliğinde yapılması geleneğine sahip olan Wuppertal’in başına geçince müziğe radikal yaklaşım, tartışma yaratan konulardan biri oldu. Bausch, iki tane Gluck operası uyarlaması için orkestra kullanmıştı. Sonra da – Bartók’u temel alarak – Mavi Sakal’ı orkestrayla sahnelemeye çalıştı. Burkert, “Ama aklında zaten özel bir kayıt vardı” diye açıkladı. “Wuppertal’daki müzisyenlerle yüzleştiğinde, doğru yorumu bulmanın kolay olmadığını anladı – sonunda tartışma çıktı.” Bunun yerine Pina, sadece bir kayıt kullanmakla kalmayıp, kasetçaları da eyleme entegre etti. “Mavi Sakal dört tekerli bir kaset çaları sanki bir silahmış gibi karısına karşı kullanır.”

Gebirge gibi Ahnen de ilk sergilemelerden sonra uzunca bir süre sergilenmedi. Pabst, gösterinin ne kadar çılgınca olduğunu unuttuğunu söylüyor. Tasarımı 50 dev kaktüsten, cam bir tabuttan ve bir uzaktan kumandalı helikopterden oluşuyor. Wuppertal’daki sahnenin derinliği böyle tutkulu hayallere yol açıyor. Turneye çıktıklarında eğer daha küçük bir sahne için dekor kurulumunda büyük bir değişiklik yapılması gerekiyorsa, Pabst da ekiple beraber gidiyor. Ahnen neredeyse her sergilemede yeniden yaratılmak zorunda kalıyor.

Ahnen’in isminin hem atalar, hem de önsezinleme anlamına geldiğini açıklayan Shanahan, “Ahnen’de çok garip şeyler var. Eser, başka diyarlardan ruhlar sürüyor sahneye, herkes çok garip bir ruh halinde.” Shanahan’ın Gebirge hakkında dedikleri (“Bizim en garip hallerimizi bir araya getiriyor … birbirimizden çok farklıyız ama bir şekilde hepimizin özü aynı”) ekibin kimliği hakkında fikir veriyor bize. Tanztheater Wuppertal daima uluslar arası bir kadroya sahip olmuştur. 1980 yılında Umut ve Şöhret Diyarı’nın [Land of Hope and Glory] bir kısmında bu özellikle göze çarpmıştı. Dansçılar mikrofon karşısında sırayla ülkelerinden üç şey söylemişti (Spaghetti! Caruso! Espresso! / Chopin! Vodka! Nijinski!).

Shanahan 1984 yılında Almanya’ya geldiği zamanı, “insanlar soykırım hakkında konuşmaya başlamamıştı daha. Savaştan sonra hayatlarını toparlamaya çalışıyorlardı. Herkes içlerinden geçtikleri zor dönemle baş etmeye çalışıyordu. Tiyatro yapma ihtiyacı, bugünkü ihtiyaçtan çok daha farklıydı – acıları hakkında bir şey yapmaları gerekiyordu” şeklinde açıklıyor. “Bausch, dünyanın dört bir yanından gelip farklı hayatlara sahip olan insanları birleştirdi. Avustralyalılar özgürlüğün ve yabaniliğin diyarından gelmişti. Buradaki insanlar duygularını kontrol etmeyi öğrenmişti. Dünyanın her ucundan bu kadar insanı, insanlığın bütün yönlerini bir araya getirmekle ne akıllılık etmiş!” diye de ekledi.

Wuppertal’daki seyirci de her yerden geliyor. Nazareth Panadero her zamanki gibi Masurca Fogo’da ön sırada oturan izleyyiciye “Nerelisiniz?” diye sorduğunda sıkça Londra veya Paris gibi cevaplar alınabiliyor. Ekibin bu şehirlerdeki sergilemeleri genellikle kapalı gişe oynadığından, hayranlar Köln’e veya Düsseldorf’a uçup oradan da Bausch’un memleketine kısa bir tren yolculuğuyla geçiyor. Ekibin ofisinin yanındaki otelde kalırsanız, Bausch prodüksiyonlarından birinin köpek yıldızını bile görebilirsiniz ([Pina’nın] yetenek keşfeden gözü, otel sahibinin köpeğine takılmıştı).

Bausch, “Burası güzel olduğu için ziyaret edeceğiniz bir şehir değil. Bu şehre çalışmak için gelirsiniz,” derdi dansçılarına. Shanahan, “Tam da bunu istiyordu bizden,” diyor. “Lichtburg’a gelirdik ve çalışırdık, çalışırdık, çalışırdık. Samimiyetle dolu yepyeni bir dünya yaratırdık. Wuppertal’da, hiç bir şey yaşanmayan bu kasabada, istediğimiz her şeyi deneyebileceğimiz bir dünyaya sahiptik … Pina’nın ruhu şuanda orada.”

* Ç.n. Genellikle Cadılar Bayramı’nda oynanan bir oyun. Bir kova veya küvet suyla doldurulur ve içine elmalar atılır. Oyuncu, yüzen elmaları ellerini kullanmadan ağzıyla yakalamaya çalışır.

Paylaş.

Yanıtla