Susanne Linke ile bir sohbet…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

DSC_1071Mimesis Söyleşi / 

Söyleşi: Kerem Saltuk

Berlin’in en büyük ve en eski sarayı Charlottenburg yakınlarında, Almanya’nın dünyaca ünlü filozofu Immanuel Kant’ın (1724-1804) isminin verildiği geniş cadde üzerinde bir çiçekçi arıyorum. Dünyaca unlu Alman modern dans sanatçısı Susanne Linke’yi ziyarete eli boş gitmek olmaz.

Tren istasyonu yakınlarındaki 120 numaralı tarihi binanın girişi eski opera binalarını andırıyor. İki yandan yükselen geniş mermer merdivenler sütunlarla süslü. Tam ortada eski bir asansör. Süslemeli demir kapısı birinci kata çıkmak için bana ihtiyacın yok diyor uzaktan.

Güney Kore’den bir gün önce Almanya’ya dönen ve bir başka dans semineri için 3 gün sonra Belçika’ya gidecek olan Susanne Linke ile bir saatlik röportajımı ayarlayabilmek için basın danışmanı ile günlerce e-mail trafiği yaşadım ve sonunda başardım.

Onu ilk kez 1991 yılında İzmir’deki bir gösterisinde tanımış ve hayran olmuştum. Son olarak da 2012 yılında Almanya’da Heidelberg’te bir gösterisini izlemiş ve yine onu ayakta alkışlayanlar ordusuna katılmıştım.

Bir insanın duygularını, düşüncelerini vücut dili ile, dans ile bu kadar zengin, hayat dolu, duygu dolu sunabilmesi… Dünyada kaç dansçı bu düzeye çıkabiliyor acaba diye düşünmüştüm yine.

Expressionist (Dışavurumcu) dans tiyatrosunun duayenlerinden olan Susanne Linke beni çok dostça karşıladı. Çiçek için teşekkür etti 70 yasındaki dans efsanesi.

Evi çok güzeldi. Balkonlar çiçeklerle doluydu. Oturma odası ve mutfaktaki mobilyaları antikaydı. Yüksek tavanlı (yerden yaklaşık 4 metre yükseklikte) geniş, ferah bir apartman dairesiydi. Zemini dans için kaplanmış geniş salonda duvarlar aynalarla kaplıydı. Burası onun özel dans stüdyosuydu.

DSC_1081

İçeriye, duvarları farklı ülkelerdeki temsillerinden posterlerle bezeli ofis odasına geçtik. Bu harika posterlerle Berlin’de bir sergi de açılmış yakın bir zaman önce. Bir köşede yerde çerçeveli olarak onlarca poster duruyordu. Keşke bu posterlerle Türkiye’de de sergiler açılsa ve sergi açılışlarında Susanne Linke bir dans gösterisi sunsa diye düşündüm. Ama çok yoğundu.

Ona ilk olarak üzerinde çalıştığı yeni dans kitabını sordum, “45 yıllık dans eğitmenliği deneyimi ile kaleme aldığı bu kitabımda temel felsefem bir dansçının enerjiyi dışarıdan içeriye alması değil, içeriden dışarıya vermesi,” dedi vücut dilini, ellerini, zarifçe kullanarak anlatırken.

“Dansta ayakların, bacakların, kolların, başın, vücudun tamamının enerjik bir birliktelik sağlaması gerekir. Yaşamın kaynağı enerjidir. Dans da bu enerjiyi vücut anlamında en güzel, en coşkulu, en içten kullanabilen sanattır. Tabii ki iyi bir dansçı olmak, hareketlerde enerjik bütünlüğü yakalamak kolay değildir. Yorulmaksızın çalışmak, öğrenmek, yine calışmak gerekir,” şeklinde açıkladı dans eğitimi felsefesini.

“Ayrıca modern dansın temeli klasik baleye dayanır. Klasik dansın, balenin tekniğini öğrenmeden direk modern dans yapacağım, ben özgür olacağım diyen gençlerin bu alanda başarıya ulaşma şansı az. Özgürlük çok çalışmakla, öğrenmekle, bilinçli davranmakla kazanılır. Modern dansa meraklı gençlerin önce klasik bale tekniklerini çalışması gerekiyor,” seklinde devam etti sözlerine.

“Sahnede klasik dans ve modern dans çok farklı gibi gözükür. Klasik dans, yani bale hep daha yukarıya, daha güzele, daha görkemliye ulaşmak ister. Gösterişli, renkli, coşkulu bir tablo çizer. Vücudu en güzel, en estetik şekilde sunmak hedef alınır. Modern dans ise insanın iç dünyası ile daha çok ilgilenir. Modern dansta yerlerde yuvarlanmak, yerlerde sürünmek, acı çekmek de vardır. Fakat günümüzün dans dünyasında bu keskin çizgiler kalktı. Artık klasik dans ve modern dans birbirlerinden çok daha rahat beslenebiliyorlar,” diyor dünyaca ünlü modern dans ustası.

Dansın her insanın anladığı ortak bir dil olması konusundaki fikirlerini de şöyle özetliyor: “Sonuçta hepimiz insanız. Irkımız, rengimiz, dilimiz ne olursa olsun bu gerçeği kimse değiştiremez. Dans sahnesi tüm insanların birbirlerini olduğu gibi kabul etmeleri, birbirlerini anlamaları için eşsiz bir platform. Zaten her insanin dansa ihtiyacı var kendini iyi hissetmek, sağlıklı yasamak, vücudunu keşfetmek için. Uzak Doğu’da insanların yaptığı Tai Chi Chuan da bir dans.”

Klasik dansın, balenin doğup geliştiği yer olan Avrupa’da Almanya’nın nasıl olup da modern dans konusuna bu kadar önem verip dünyada saygın bir yer edinebildiğini merak ediyorum. “Hiç de kolay olmadı,” diyor; “Ben 1944’te, İkinci Dünya Savaşının son yıllarında dünyaya geldim. Bu savaş, yani Naziler pek çok değeri yok ettiler. Sanatı da insanlık gibi yakıp yıktılar. Benim amcam heykeltraştı. İkinci Dünya Savaşında mecburen savaşa gitti. Rusya’da esir düştü. Orada inşaatlarda taş işçisi olarak çalıştı uzun yıllar, hapis hayatında. 1950’lerde Almanya’ya döndüğünde çok hastaydı. Sürekli öksürüyordu. Fazla yaşayamadı. Almanya bu zorlukların, acıların üstesinden gelmek zorundaydı. Hayatta kalan sanat insanları büyük bir özveri ile çalıştılar. Politikacılar klasik dansın, yani balenin meraklısı. Bu yüzden modern dansa gönül verenlerin işi çok daha zordu. Avrupa 1950’lerde ve 60’larda Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisindeydi. 1970’lerde tekrar kendini bulmaya başladı. Bu donemde Pina Bausch bizi canlandırdı. Çok önemli bir modern dans sanatçısı, koreograf, dans eğitmenidir Pina Bausch. Ben de onun öğrencisi oldum. Ardından Goethe Institut’un modern dansa destek olması çok faydalı oldu. Goethe Institut’un temel görevi Alman dili ve edebiyatı ama dans da bir dil, hem de tüm dünyada kabul gören, sevilen, anlaşılması kolay bir dil. Türkiye’ye de bu sayede, Goethe Institut ile geldim, İstanbul, Ankara ve İzmir’de gösteriler sundum.”

Türkiye deneyimini sorduğumda, “1990’ların başında oraya ilk defa giderken aklımda sorular vardı. İnsanların benim solo danslarımla ilgili ne düşünecekleri, nasıl tepki verecekleri konusunda kaygım vardı. Türkiye pek çok tarih, kültür katmanı üzerine kurulu, çok dinamik bir ülke. Orada sahne ile ilgili kimi ufak teknik problemler yaşasak da çok başarılı geçti günler. Gençlerle doluydu salonlar. Büyük ilgi ve sevgi gösterdiler.

Ona İzmir’de 1992’de izlediğim ve sahnedeki sunumu sırasında yasak olmasına rağmen dayanamayıp bir fotoğrafını çektiğim “Im Bade Wannen” (Küvette) isimli solo dans performansını nasıl yarattığını soruyorum; “Her insanın günlük yaşamında kullandığı bir nesneyi kullanarak bir solo dans eseri yaratmak istedim ve seçimim bir küvet oldu,” diye başlıyor söze.

Bir küvet içinde ve çevresinde bir kadının özlemlerini, mutluluğunu, acısını, yaşam hikayesini sunabilmesi… Enerjinin dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya nasıl akabildiğinin görsel şöleni, izleyenlerin nefesini kesen bir modern dans başyapıtı.

Susanne Linke bu önemli eserini ilk kez 1980 yılında sahneledi. 1982’de bir başka basarili solo eseri, “Wir koennen nicht alle nur Schwäne Sein” (Hepimiz sadece bir kuğu olamayız) uluslararası sahnelerde yerini aldı. Bunu 1984’te “Orient-Okzident” izledi.

Ona biraz da güncel konular hakkındaki düşüncelerini, Irak ve Suriye’de yaşanan dramlar hakkındaki düşüncelerini soruyorum. “İnanamıyorum bu olanlara. Bir adamın beni cennette 72 huri bekliyor inancı ile eline silahı alıp başkalarına saldırması, insanları öldürmesi, bu bir çılgınlık… Biz Berlin Duvarı yıkılınca çok sevinmiştik 1989’da. Sokaklarda dans ettik. Soğuk savaş bitiyor, dünya topyekun barışa doğru gidiyor diyorduk. Fakat tekrar başlatıldı savaşlar birbiri ardına…Ben liberal bir hristiyanım. Bütün dinlere saygım var. Fakat Budizm’i özellikle çok seviyorum. Doğaya büyük saygıları var. Hristiyanlık sosyal bir din ama doğa ile teması az. Ayrıca tarih boyunca en az insanın ölümüne neden olan din sanırım Budizm.”

Susanne Linke’nin evine adım attığımda bir duvarda Dalai Lama’nın da fotoğrafını görmüştüm. O fotoğrafı da erkek arkadaşının astığını belirtiyor.

Dünyanın yasadığı sorunlara sırtını çevirmeyen, günlük olaylarla yakından ilgili bu büyük sanat insanı, “Empati yapmak çok önemli, diğer insanların acılarını hissetmek zorundayız,” diye devam ediyor sözlerine; “Her gün binlerce insan Afrika’dan Avrupa’ya gelmeye çalışıyor canlarını tehlikeye atarak. Yüzlercesi denizlerde boğuluyor. Almanya’da yaşayanlar çok şanslı. Burası bir ada gibi. Çocuklar okuluna gidebiliyor özgürce. Parklarda top oynuyorlar barış içinde. Dans, müzik eğitimi alıyorlar.”

Almanya’da yasayan Türk toplumunun çocuklarını sanat konusunda yeterince yetiştirip yetiştirmediği konusundaki soruma,”Şüphesiz anne ve babaların çocuğun geleceği yönünde çok büyük etkisi var. Buradaki Türk toplumunun çocukları nesiller geçtikçe kültür ve sanat dünyasından daha iyi besleniyor, bu dünyaya daha çok katkı sağlıyorlar. Bir örnek Çağdaş Ermiş. Harika bir modern dans sanatçısı Çağdaş. Annesi ve babası Türk. O burada doğup büyüdü. Onu izlerken nefesim tutuluyor, heyecan duyuyorum.”

Susanne Linke kimdir?

19 Haziran 1944’te Luneburg, Almanya’da doğdu.

Cocukken Ruth Grau’dan dans jimnastiği ve daha sonra Mary Wigman’dan dans dersleri aldı. Sahneye ilk kez Berlin Sanat Akademisinin sahnelediği “Countdown fuer Orpheus” isimli eserle adim attı.

1967 yılında Almanya’nın en önemli dans koreografı Pina Bausch ile çalışmaya başladı. Onun yurt dışı turnelerinde dansçı olarak yer aldı.

New York’ta, Londra’da, Paris’teki önemli kültür ve sanat merkezlerinde uluslararası dans grupları ile beraber çalışmalar yaptı.

Goethe Institut’un desteği ile Yeni Zelanda’dan Hindistan’a, Türkiye’den Arjantin’e kadar pek çok ülkede performanslar gerçekleştirdi.

1982-1991 yılları arasında birbiri ardına çıktığı dünya turnelerinde 100’ün üzerinde solo dans gösterisi sundu.

Solo performanslarının yani sıra koreografileri ve eğitim projeleri ile Alman dans tiyatrosunun (Tanztheater) kurucularından birisi olarak gösteriliyor.

Üniversitelerde ve dans okullarında düzenlediği seminerleri ile solo dans gösterilerini aktif olarak Almanya içerisinde ve yurtdışında kendisi gibi modern dans sanatçısı olan erkek arkadaşı Urs Dietrich ile beraber sürdürüyor.

Önemli ödül ve unvanlarından bazıları:

2004 yılında Berlin Sanat Akademisine üye kabul edildi.

2007 yılında Almanya’nın en önemli dans ödülüne layık görüldü.

2008 yılında Fransa’nin “L ́officier de l ́ordre pour les arts et des lettres” nişanına layık görüldü.

2010 yılında Folkwang Üniversitesinden fahri profesörlük ödülü aldı.

Paylaş.

Yanıtla