Seyirci Krizindeki Alternatif Tiyatrolar Nereye Gidiyor?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

606x340_315786Esra Olcaycan’ın alternatif tiyatrolar üzerine yazdığı ve Euronews’te yayınlanan yazısına yer veriyoruz.

İstanbul’da sahne sanatları 21. yüzyıl ile birlikte yeni bir döneme girdi. 90’lı yıllarda tekdüze ve çorak olarak tanımladığımız tiyatro sezonu 2000’li yılların başından itibaren birçok genç tiyatrocunun bir araya gelip kendi topluluklarını, kendi sahnelerini kurmasıyla renklendi, çeşitlendi, yenilendi. Kimi zaman “bağımsız”, kimi zaman “alternatif” olarak nitelendirdiğimiz bu topluluklar, yerli yazarların güncel oyunlarını klasik tiyatro piyeslerine tercih ediyor, sahneye koyduğu oyunlardaki yeni mizansen arayışları tiyatroseverleri heyecanlandırıyordu. “Alternatif” tiyatroların kurduğu küçük sahneler ile bu döneme kadar devlet ve şehir tiyatrolarının yanı sıra birkaç köklü özel tiyatronun büyük sahnelerinden oluşan oyun izleme alanlarına en fazla 100 kişi kapasiteli samimi ve alışılmadık mekanlar eklendi. Tiyatroya gitmek popüler bir kültürel pratiğe dönüştü. Oyuncu, yönetmen ve oyun yazarı Cem Uslu’nun “Alternatif denen” yazısında betimlediği gibi “ele alınan konular ve bunların işleniş biçimi alışılagelmişin dışındaydı. Meseleler gündelik olanla örtüşmeye, sokak sahnede görünmeye, yakın tarihin izleri, “öteki” olanın dertleri cesurca işlenmeye başlamıştı. Oyun, büyük salonların uzak ve yüksek sahnelerinden aşağı inmiş, seyircinin arasına karışmıştı”.

Peki ama nasıl oldu da, oyunlarını sahneleyecek, prova yapacak mekan arayışında lojistik ve daha önemlisi ekonomik zorluklar çeken körpe topluluklar kendi sahnelerini açacak, tiyatro camiasını monotonluğundan kurtarıp yeniden canlandıracak gücü kendilerinde buldular?

Alternatif tiyatrolar nasıl ortaya çıktı?

Alternatif tiyatroların yaşama geçmesine olanak tanıyan iki önemli etken var : Dizi sektörü ve 1995-1996 sezonundan itibaren verilmeye başlanan özel tiyatrolar ödeneği.

Aynı dönemde büyük bir ivmeyle gelişen ve dünyaya açılan dizi sektörü bir yandan düzenli bir şekilde yeni yüzler, yeni yetenekler talep ederek camiaya birçok oyuncu kazandırdı. Sektörün talebine cevap vermek için üniversitelerde yeni tiyatro ve dramaturji bölümleri, konservatuvarlar açıldı. Bu da birçok genç, yeni mezun oyuncu, yönetmen, yazar ve drama yazarının camiaya katılmasını sağladı. Yarattığı iş hacmi ile birçok kişinin ekmek kapısı olan dizi sektörü öte yandan ağır çalışma şartları yüzünden emekçilerini canından bezdirdi. Bir haftada 90 dakikalık dizileri çekip, montajlayıp yayına hazırlamak için haftada 7 gün, günde 16 saat çalışan, bu süratte çalışmanın sonucu olarak yaptıkları işe yabancılaşan, düşünsel ve sanatsal kalitesini doyurucu bulmayan oyuncular, kendilerine sığınacak bir alan olarak tiyatroyu seçti, dizilerden kazandıklarını tiyatroya verdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı 1995 yılında yürürlüğe giren “Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği” uyarınca her yıl profesyonel, amatör, çocuk oyunu ve geleneksel olmak üzere 4 ayrı kategoride yüzlerce projeye destek veriyor. 2015 yılında devlet bütçesinden kültüre ayrılan payın hala %0,5’in altında olduğu ülkemizde, genellikle proje bütçesinin yaklaşık %10’una tekabül ettiği belirtilen devlet desteği sembolik ve yetersiz olsa da, birçok tiyatro topluluğunun varlığını sürdürebilmesi için hayati önem taşıyor.

Hatırlayalım, 2013-2014 sezonu öncesi Kültür ve Turizm Bakanlığı son altı yıldır destek verdiği özel tiyatrolara destek vermeyeceğini açıkladığında camiada panik havası egemen olmuş, birçok özel tiyatro bu yardım olmadan kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını belirtmişti. Bakanlık bunun çoğulcu ve demokratik bir karar olduğunu, yeni girişimleri desteklemek amacıyla yapıldığını söylese de, karar Gezi’ye destek veren tiyatroların cezalandırılması şeklinde algılandı. Her yıl Ekim ayında açıklanan yardımların Aralık ayına kadar bekletilmesi de bu kanıyı güçlendirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın son 5 yılda internet sitesinden açıkladığı rakamlara baktığımız zaman, verilen desteğin ve destek verilen proje sayısının düzenli bir şekilde arttığını görüyoruz. Geçtiğimiz haftalarda açıklanan komisyon kararına göre bu sezon 4 milyon 590 bin lira ödenek 235 özel tiyatro arasında paylaştırılacak. Buna paralel olarak tiyatro topluluklarının ve sahnelerin sayısı da her yıl düzenli bir şekilde artıyor.

Tiyatro salonlarında seyirci krizi

Ne var ki, 2000’li yılların başında tiyatroya giden seyirci sayısı her geçen gün artarken, son birkaç yıldır bu sayı düzenli bir şekilde azalmaya başladı. Oyun sayısı artarken yaşanan bu azalış salonları hızla boşalttı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Temmuz ayında açıkladığı verilere göre, “2013-2014 sezonunda, 2012-2013 sezonuna göre tiyatro salonlarında oynanan yetişkin eseri sayısı %11,7 artarken, seyirci sayısı %6,7 azaldı”.

Peki bu noktaya nasıl gelindi? Tiyatro camiasını renklendiren, tiyatro sahnelerine küsmüş seyirciyi yeniden salonlara dönmeye ikna eden “alternatif” tiyatroların alevi aslında bir saman ateşi miydi ?

Son birkaç yıldır yeniden tiyatroların acınası halini konuşur olduk. Bilet fiyatları üzerinden %40’a yakın vergilendirmenin zaten zar zor ayakta duran sektörü bitirdiğini, özel tiyatroların ancak borçla ayakta durabildiğini, alım gücü her geçen gün azalan vatandaşın tiyatroya ayıracak para bulamadığını veya tiyatroya gitme kültürümüzün noksanlığını…

Alternatif tiyatrolarda özeleştiri eksikliği

Acaba tiyatro camiası sahneleri terk eden seyirciyi yeniden “kültürsüz” olmakla suçlayıp “sanat için sanat mı, halk için sanat mı” klişesinin kucağına bir kez daha düşerken ya da sektörün borç batağına saplanmasında suçu sadece devlete bulurken, karşısına geleni batırdığı iğnelerle bir “woodoo bebeğine” dönüştürüyor da arada çuvaldızı kendine batırmayı unutuyor mu?

Camia son yıllarda yaşadığı hızlı büyümenin altında kalmış, bu hızda çoğalabilmek adına niteliğinden ödün vermiş olmasın? Artan talep, daha hızlı artan arzı doğurdu diye, “seyirci fazla üretimden sıkılmış olabilir” diyen – D22 Tiyatrosu’nun kurucularından – Berkay Ateş‘e inanmalı mıyız? Artan arzın, seyirciyi kötü yapımlarla usandırmak yerine rekabeti güçlendirip var olan üretimleri daha iyi olmaya zorlaması gerekmez miydi?

Belki de esas sorun, “alternatif” tiyatroların hiçbirimizin fark etmediği bir anda alternatifliği bırakıp, Ali Poyrazoğlu’nun dediği gibi “ikinci lig tiyatro” olmaya başlamasıdır. Eski büyük salonların uyguladığı fahiş kira ücretlerinden yorulup bunalan topluluklar, kendi küçük sahnelerini açma kararını alırken bağımsızlıklarından feragat edip “çemberin içinde yer almaya”, kurumsallaşmaya, ana akım tiyatronun bir parçası olmaya mı başladı?

Sahnelerini kuran tiyatro topluluklarının önemli bölümü kısa süre içinde sahnenin giderlerinin sadece kendi çıkardıkları oyunlarla karşılanamayacağını fark edip salonlarını başka tiyatro gruplarına kiralamaya başladılar. Ancak maalesef sahnelerini paylaşacakları kumpanyaları seçerken bir sanat topluluğu gibi değil, bir ticarethane gibi düşündüler. Bu topluluklar ile kurabilecekleri sanatsal bağ ve düşünsel alışverişten ziyade, sağlayacakları kâra odaklanan “alternatif“ler, günü kurtarmanın telaşıyla, kurdukları tiyatronun adına, seyircinin güvenine verdikleri zararı göremedi. Devamlı sahnenin beraberinde getirdiği sürekli geçim sıkıntısına düşen yeni nesil tiyatrolar ürettikleri sözden önce boğazlarını düşünmeye başladıklarında, o sözün de içi boşalmaya mahkum oldu.

Euronews

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.